BDP'nin kaçışı(!)
Demokrasilerde bütün problemlerin çözüm zemini meşru siyaset alanıdır. Hiçbir sorunun çözüm yolu siyaset dışında aranmaz. Siyasi zemini yetersiz görüp illegal/silahlı mücadele edenlerin yöntemini tasvip etmeyenler, partileşip meşru siyaset zeminde mücadele eder.
Demokrasinin en önemli başarısı, her türden, uçuk-kaçık düşünceye bile kendini ifade edebileceği ve yeraltına çekilmeyeceği bir siyaset zemini sunabilmesidir.
***
İllegal mücadeleyi kendine zemin olarak seçen PKK'nın varoluş sebebi; silah, şiddet, terör!
Peki legal/siyasal mücadeleyi seçen BDP'nin varoluş sebebi şiddet olabilir mi? Hayır!
Fakat BDP mümkün mertebe, kendi zeminini 'dağ'ın yöntem alanına doğru kaydırmakta sakınca görmüyor.
Siyasi mücadele veren BDP, 2011'de her kesimden insanı kucaklayacak ve Türkiye'nin her bölgesinden oy talep eden bir kitle partisi olacağı iddiasıyla seçimlere girmişti.
Çok iyi oy lokalizasyonu ve analizler yaparak seçime bağımsız adaylarla giren BDP, yüzde on'luk seçim barajını da anlamsızlaştıran bir taktikle neredeyse kazandığı her oyu milletvekili sandalyesine dönüştürmeyi becerdi.
***
Peki BDP seçimlerden sonra ne yaptı?
İlk günden, tabiri caizse meşru siyasal zeminden kaçışın yollarını aradı.
CHP gibi hapisteki vekiller için önce Meclis'i boykot ederek haftalarca bölgeye çekilip Ankara'ya gelmedi.
12 Eylül başta olmak üzere Türkiye'nin karanlık darbeci geçmişiyle yüzleşmesini sağlayacak olan referandumda da "boykot"u seçen BDP, siyasal zeminden kaçmaya devam etti.
Ardından siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak yasanın görüşülmesine katılmayarak tüm kamuoyunu şaşırtan bir "eylem" gerçekleştirdi!
"Demokratik açılım" sürecine ve Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasına da destek vermeyen BDP, daha önce olduğu gibi Açlık Grevleri meselesinde de adres olarak ya "dağ"ı ya da "ada"yı işaret etti!
En son ise bugün dokunulmazlıkların kaldırılmasının tartışılmasına neden olan 'dağ'dakilerle kucaklaşma görüntüsü verdiler.
BDP'liler, İlkokulları molotoflayan ve eğitimcileri kaçıranlarla kucaklaşarak adeta ilk günden bu yana sürdürdüğü "kaçış"ına devam etti.
***
Bugün ne bir çocuğa askeri darbeleri ne de Kürtçe konuşmanın bile yasak olduğu günleri anlatamazsınız bile.
Zihinsel olarak Türkiye, geriye-karanlık günlere doğru yasakların, baskıların egemen olacağı bir zeminde değil artık.
Yıllardır "Kafa bizde ama kitle onlarda" diyerek kah dindar kitleleri kah Kürtleri yönlendirmeyi kendilerine görev belleyen, "meşru şiddet" kutsallaması yapan "Beyaz Türk solu"nun dolmuşuna binmemek gerekiyor artık!
***
Kürtaj, idam, 'Şantaj ve blöf', Çamlıca Cami, Muhteşem Yüzyıl dizisi ve en son BDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması meselesi. Son aylardaki hararetli gündem başlıklarımızdan sadece birkaçı bunlar.
Kezban Hatemi bir televizyon tartışmasında mealen "Ben Başbakan'ın vicdanına güveniyorum ve söylediklerine değil yaptıklarına bakıyorum" demişti.
Bahsi geçen tartışma başlıklarından ne kürtaj ne idam gibi konularda hiç de gösterilen reflekse değer adımlar atılmadı. Ne yeni bir siyasi pozisyon alındı ne de kanuni değişiklik yapıldı.
***
Açlık grevleri ve idam mevzusu arasındaki ilişkiyi kurabilirsek, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla "Dağ"dakilerin yabancı ülkelere yerleştirilmesi düşüncesi arasındaki bağlantıyı da kurarız.
Kürt sorunu ve terör arasındaki ayrımın Polarizasyon'u için adımlar atılıyor.
"Dağ", "Ova", "Ada" arasındaki yarıkları derinleştirmek ve çözüm noktasında ana belirleyici olacak Kürt ve Türk toplumlarının bu ayrışmanın belirginleştiğini görmesi isteniliyor.
Araya, İran, Suriye, Rusya, ABD denklemini de koyunca, PKK'nın olası iç ve dış desteğinin önüne geçmek için 'dağ'la 'ova' arasındaki yarık derinleştiriliyor.
***
Sivil siyasetin alanının gittikçe daraldığı yönündeki algı, teorik olarak "barış" deyip pratik olarak şiddetle kucaklaşmanın getirdiği bir sonuçtur.
Toplumsal duyarlılıkların yükseldiği, milletin artık "Yasak" ve "Askeri darbe" sopasını yemediği, daha demokratik günlere özlem duyduğu bugünlerde "şiddet"in hiçbir gerekçesi kalmamıştır.
Hükümetin "dilinin sertliğinden" ve Kürt siyasetine olan "duyarsızlığından" bahsedenlerin, PKK'nın haksız ve kör şiddetinin sivil siyasete yaşam alanı bırakmamasını da görmesi gerekiyor.
Hem silahı bırakmayıp, hem tüm siyasal zeminlerden kaçıp meşru alanı daraltanların, sivil hükümetin "dil"inden şikayet etmesi paradoksturu2026