Dolar (USD)
33.99
Euro (EUR)
38.03
Gram Altın
2828.90
BIST 100
9975.61
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Haziran 2024

​Bayramın ardından…

Doğrusu, şunu düşünmeden duramıyor insan... Bugün geldiğimiz noktada, her şeyin aşındığı, eksildiği, önemsizleştiği ya da önemsizleştirildiği, gerçek anlamından uzaklaştırılmaya çalışıldığı zamanda, bayramın ardından yazılan bir yazıda, okuyanların ilgisini çekecek ne olabilir? Dolayısıyla, böyle bir zaviyeden bakarak yazmak o kadar da kolay değil.

Ne var ki amaç, eğer mazinin her şeyi örten kanatlarının altından geçmişin güzelliklerine dair olanları seçip anlatmaksa, bu da tatmin edici olmaktan uzak görünüyor. Zira, bu yapılan da sürekli tekrar edilenden başka bir şey değil. Fakat, her şeye rağmen söylenecek ya da yazılacak çok şeyin var olduğu da bir gerçek. Belki adet olduğu üzere, geçmiş bayramlardan söz etmek yerine, bayram üzerine bir muhasebe yapmak daha doğru olsa gerek…

Gelenekleri görmezden gelmenin ve dahası küçümsemenin neredeyse erdem sayıldığı günümüzde, bayramları da eksilten biz değil miyiz aslında? Niçin gelenekleri, töreleri, ilerleme ve çağdaşlaşma adına bütünüyle bir engel gibi görür olduk? Bunların içinde, yaşatılmaya değer olanları seçip, toplumsal kimliğimizi ayakta tutma adına sahip çıkmamız gerekmez miydi? Ve hemen soralım; bayramları bayram sevinciyle yaşayamaz oluşumuzun altında yatan gerçek sebep bu mu acaba? Mesela şairin;

"Bayram" dediler... biz ağladık, ağlaştık...

Lakin tanıdıklar bularak, yaklaştık...

Öptük, şu asırlık çınarın yaprağını...

Kuşlar, yuvalar, sularla bayramlaştık.” şeklinde anlatmaya çalıştığı, adına “bayramlaşma” dediğimiz birbirimizi tebrik etme âdetimizi, eskiye oranla sıkı sıkıya muhafaza ettiğimiz pek söylenemez. Fakat "millî bütünlüğün gönüllerdeki perçinleri " olan bayramlarımızda bu güzel adeti yaşatmak; birliğimiz, dirliğimiz, geleceğimiz açısından çok önemli... Ayrıca bu geleneğin ayakta tutulması, büyüyen şehirler içerisinde giderek görülemeyen dostların hatırlanmasına ve yeni dostluk bağlarının kurulmasına da sebep olur.

Nihat Sâmi Banarlı'ya göre; "Bir milletin kültür hayatının en güzel ifadelerinden birisi bayramlardır. Türkler, İslam dinini kabul ettikten sonra eski bayram âdetlerini de muhâfaza ettiler. Yeni dinin getirdiği Ramazan ve Kurban bayramlarına önem vermeyi, kudsiyetine saygı duymayı dini bir vecibe saymışlardır."

Sözün burasında, bayramın tarihi hakkında kısa bir bilgi aktaralım:

Türklerin "bayram” kelimesi ile İslamiyet’in bilinen iki bayramını ne zamandan beri ifade ettikleri bilinmemektedir. Bu kelimenin İslâm’dan önceki umumî dinî bayram günlerini gösterdiğine dair de elimizde açık bir kayıt mevcut değildir. Yalnız Kaşgarlı Mahmut, XI. asırda Oğuzların "İd Günü”ne "Bayram” dediklerini (Bu arada; Erzurum’un ilçelerinden olan Narman’ın bir adının da “İD” olduğunu hatırlatalım.) ve bugünün "sevinç ve eğlence günü” olduğunu kaydettiği gibi, bayramın aslı olarak gösterdiği "Bazram” kelimesinin, aynı manaya geldiğini de söylüyor. Türkler, İslâm Dinini kabul ettikten sonra, bu dinin getirdiği Ramazan ve Kurban Bayramlarına ehemmiyet ve kutsiyet vermeyi dinî bir vecibe saydılar.

Fakat Müslüman Türklere mahsus olan diğer bayramlar hakkındaki açık bilgilerimiz, ancak Osmanlı Devleti zamanına aittir. Yapılan bayram ve merasim şenliklerinin, ilk kez ortaya konmasını olmasa bile, bir kanun ile düzenlenmesini, eldeki vesikalara göre, Fatih Sultan Mehmed’in eseri olarak telâkki etmek gerekir. Ona dayandırılan Kanunname ile Fatih’in bayram günleri, divan meydanına taht kurulup çıkılması ve yüksek rütbeli memurlarına el öptürmeyi emrettiği kaydedilmektedir.

Lügatçiler, Bayram’ın arapça karşılığı olan "ıyd” kelimesini "a’vd (avd)” kökünden türetirler ve (belirli aralıklarla) "geri dönen” şeklinde izah ederler. Bu, İslâm bilim adamları tarafından da böyle kabul edilir. Çünkü "iyd”, "dönüp gelen” manasınadır.

Bayramın cömertliğinden, güzelliğinden, dünyamıza misafir gelirken getirdiklerinden eksilen bir şey yok. Eksilen belki de bizleriz. Bizim insanlığımız, bizim sevgimiz, bizim cömertliğimiz. Bizim sabır ve tahammülümüz. İnsanlığımızı, sevgimizi, cömertliğimizi, sabrımızı çoğalttıkça, bu yönde gayret gösterdikçe, sanırız bayramlar da eskiden olduğu gibi güzel görünecektir gözümüze...

Ve bu eksilişin farkında olan şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, haklı olarak “O bayramlar masallarda kaldı” diyor. Şair, birbirinden çok farklı dönemlerin ve zamanların tanıklığıyla, bugünkü bayramlarda eski bayramların “arınmışlığını” bulamadığını söylüyor. “Oradan, o kendi masal ülkesinin muhteşem yalnızlığı içinden sarkıttığı şiirden iplerle çocuklara ve içinde çocukça sevinçleri yaşatıp duranlara sesleniyor” ve diyor ki:

“Bütün yeryüzü, gökyüzü nasıl insanlar içinse, bütün yazdıklarım öylesine çocuklar içindir. Çocuklar, eserlerimde yeni bir bayramı görsünler istiyorum.”

Bayramlar, çocuk muhayyilemizde canlandırdığımız birçok şeyi cömertçe veriyordu. Yeni pabuçları, harçlıkları, renkli şekerleri, şımartılmayı, bıkmadığımız oyunları, sevdiğimiz yemekleri ve daha daha neleri... “Dünyanın en güzel ve en uzun günlerini” yaşıyor olurduk böylece. Herhalde onun için daha çok seviyorduk bayramları.