Bayram direnişçileri
Bu yazı bayramlarımızı hâlle, tavırla, sözle, tefekkür ve idrakle yaşatma gayretindeki bir avuç gelenek sevdalısının ve bu sevdanın çekirdeğinde duran kadınlarımızın olsun.
Dünya, her şeye rağmen hâlen yaşanabilecek bir yer hüviyetine sahipse onların sayesinde çünkü… Maddenin ve konforun terakkisine rağmen bayramlar hâlen güzel olabilme telaşı duyuyor, kalplerimizin bir yerinde hüzünlü bir âh ile “eski” sancılanıyorsa, yorgunluğumuzun ismi gönül lügatinde gayret oluyorsa, farkındalık evlerimizin bir köşesinde oturabiliyorsa, öz görüyor, ruh hissediyor, uzaklar özleniyorsa onların sayesinde…
Öpülmeyi bekleyen eller, hürmet ve tazim hissiyle dolan körpe kalpler, dağıtılma gayesiyle ayırılan harçlıklar, nicedir boş bekleyen şen şekerlikler, deterjan kokularının tebessüm ettirdiği haneler, yetiştirilme çabasındaki zikir ve hatimler, dualarla süslenen tatlılar, içine boyun ve omuz ağrısı eklendiği halde lezzetini muhafaza eden sarmalar, sevindirilen ama en çok İbrahim ve İsmail Peygamberlerin kıssalarıyla düşündürülen çocuklar, tekbirlerle kesilen ve bağışlanan kurbanlar, yardımlaşmalar, bayram günlerini tatil zamanlarına çeviren hodgâm anlayışa direnen farkındalıklar, şükür hisleri, onca yoğunluk içerisinde oğlunu Allah’a kurban etmeyi göze alan bir iradeyle, bıçak altına gönüllü uzanan bir teslimiyeti tefekkür çabası; işte bayram günlerimizin hülâsası… Bütün bu ince ve samimi detaylar, en çok, bağrında Anadolu’yu saklayan yurdum kadınının çağa direnişi… “Ömrüm yettiği, gücüm müsaade ettiğince…” deyişi… İslâm yurtlarının avucunda kalan birkaç değerli mücevheri vermek istemeyişi…
Bir akraba ziyaretini, bir fakiri gülümsetmeyi, bir duanın varlığını, bir bilinç aşısını rehavetin yaygınlığına tercih eden azınlık, yorgunluğunu tebessümle örterken ne güzeldir. Ne güzeldir evladına bakıp bakıp İbrahim Peygamber’i hayırla yâd eden adamlarla, Hacer Annemizi ibretle içselleştirmeye çalışan, bayram sabahlarında bu hatıranın vecdiyle hüzünlenip ağlayan kadınlar. Sofralarında bu şuuru yaşatma çabası duyan eşlerin ne güzeldir el ele, gönül gönle yürüyüşleri…
Sonra yakınlık… Yaratılanla muhabbet tesis ederken Yaradan’ı anma… Kendini O’na adayan ömürleri anlama. Bu anlayışın ürpertisi ile bir dem bile olsa, bir nebze daha yakınlaşma. Kurbiyetten gelen kurbanın idrakine varma. Kurbiyet, kulun Allah’a yakınlığı demekmiş. Akrebiyet ise Allah’ın kula…
Kurban bize, ömrü yangınlarla geçen İbrahim Aleyhisselam’ın kadim mirası… Ateşin sabırla gül bahçesine dönüştüğünü gören Halilullah’ın, seneler sonra da gönül yangınlarının sabırla gülzara çevrildiğini göstermesi… Allah’a yakın olmanın, fedakârlığın, gayretin, sözün kıymetinin, iddiayı ispatla mükellefiyetin bütün destanları mahcup eden şiiri kurban. O/nurlu teslimiyet kitabesine ve sabırla imanın hakkını veren peygamberlerin atasına hürmetten, İbrahimler çoktur bu topraklarda…
Bunun için neşeli de olsa, bacaları sevda tüten hanelerin gönüllerinden büyük coşkularla da taşsa, bir yanı daima hayret makamında kalır bizim bayramlarımızın. Bilmenin, bildiği halde unutmuş olmanın, unutulmuş olanın varlığını hatırlamanın ağırlığı daima oturur omuzlarımıza.
Bayramları yaşatma gayretimiz kadar, onların manasını derinlemesine idrak edebilmek, görünen yüzü kadar üzerinde durulmayan taraflarıyla da meşgul olabilmek, yaratılıştaki hikmete dair bitmeyecek bir arayışın sahibi olduğumuzu duyumsamak, bayramı bütün renkleri ile kucaklama çabasında olmak şiarımız olmalıdır.
Ne güzel buyurmuş asırlar öncesinden Alvarlı Efe Hazretleri;
“Can bula cânânını
Bayram o bayram ola
Kul bula sultânını
Bayram o bayram ola”
Selam ile.