Baykal, kaset, ABD
ABD hiçbir zaman Türkiye’ye dost olmadı.
Osmanlı’nın
son zamanlarında ABD’nin Türkiye’de 6 bin okulu vardı. Memleketin en ücra
köşelerine kadar yayılmışlardı. Bir kısmı 10-15 öğrencilik küçük okullardı, öğretmenlerin
tamamı Protestan misyonerlerdi.
Kemal Tahir’in
tabiri ile “Amerikalılar, bu okulları
akıllanalım diye açmıyorlardı.”
Bu okulların organizatörü
American Board isimli radikal Protestan misyoner örgüt idi. American Board’a göre makbul
Hristiyanlık Protestanlıktı.
Müslümanların
Hristiyanlığa kazanılması için evvela Rum ve Emeniler Protestan
yapılmalıydılar. Protestanlar, Ortodoks Hristiyanların Müslümanları Hristiyanlıktan
tiksindirdiklerini düşünüyorlardı. Evvela Ermeni ve Rumlar Protestanlığa kazanılırlarsa
sıra Müslümanlara gelebilirdi.
Bu nedenle
American Board öncelikle Rum, Ermeni ve Bulgarlarla işe koyuldular, Türkler
sıranın kendilerine gelmesini beklemeden kendiliğinden bu okullara çocuklarını
vermeye başladılar.
Robert Kolej, Üsküdar Amerikan Kız Koleji, Beyrut
Amerikan Koleji, İzmir Amerikan Koleji
bu okulların en ünlüleriydiler.
Bu okulların
ilk öğrencilerinden Halide Edip şöyle diyordu:
“Ey kolejim, karanlığın kapladığı Türkiye’de
gözlerimi sana açtım. Ufku kararmış
Türkiye’nin ufuklarını medeniyetin
ve insanlığın en güzel incelikleriyle aydınlattın. Ey öğretmenlerim,
dindarane duygularla dünyanın bu
nasipsiz bölgesini aydınlatmak için kendi vatanınızdan ve halkınızdan
ayrıldınız, yıllarınızı bu uğurda feda ettiniz. Sizleri seviyorum, seviyorum,
seviyorum!”.
O ABD ki, sadece
Irak’ta, 1 milyon Iraklıyı hunharca katledip, 1 milyon kadının da ırzına
geçerek medeniyetin ve insanlığın en
güzel inceliklerini dünyaya gösterecekti.
Küçük Halide’nin
adeta tapındığı misyoner öğretmen-rahibeler,
her gün ders bitiminde Müslüman öğrencilerin, okul kilisesinde ayine
katılmalarını zorunlu tutuyorlardı.
Halideler,
nasipsiz(!) ülkelerinde, böylece Protestanlıktan
nasipleniyorlardı!
Yalçın Küçük’e
göre, Sivas Kongresi bize
öğretilenin aksine oy birliği ile Amerikan
Mandası kararı almıştı. 18 Mayıs 1919’da İzmir’in işgalinden 3 gün sonra İstanbul’da Üniversite gençliği
Amerikan mandası isteyen bir miting düzenlemişti. Küçük’e göre o günlerde
henüz Mustafa Kemal için de manda ayıp sayılmıyordu. Bu nedenle kongreden manda
kararı çıkmıştı. Mandasızlığı kongreye değil General Harbord’a borçluyduk.
Küçük’e göre “Resmi tarih, ne de olsa
fazla resmiydi!” (Gizli Tarih / sh. 103,174, 176) .
Peki, bu manda
fikri nereden çıkmıştı?
Çünkü, Amerikan okulları bolca meyveler
vermişlerdi.
ABD, Türkiye
üzerinde çalışmaktan hiçbir zaman beri durmadı.
ABD elçilikleri,
Cumhuriyet döneminde de hep birer CIA
istasyonu olarak çalıştılar.
12 Temmuz 1947
tarihinde İsmet İnönü’nün imzaladığı anlaşmayla Türkiye, ABD’ye yalvar yakar
teslim oluyordu. Anlaşmada şöyle deniyordu, “Türkiye Hükümeti, ülkenin bağımsızlığını ve hürriyetini korumak ve
ekonomisini takviye için Birleşik Devletler’den yardım talebinde bulunduğundan,
yardımı yöneten misyon şef ve yardımcılarına yardımın yerinde kullanıldığını
denetlemeleri için, her türlü kolaylığı sağlayacak, istedikleri raporları
verecektir.”
Robert
Alexander Peck, ABD Büyükelçiliğinde görevli ajandı. 1970’lerin ikinci
yarısında Amasya havalisini ve Doğu Karadeniz’i sürekli dolaşıyor, gittiği yerlerde
hep aynı soruları soruyordu.
“Alevi-Sünni çatışması nasıl tetiklenir?”
“Bir kıvılcım nerede patlama yapar?”
Amasya valisi,
Robert Peck’e kalacak yer temin etmişti. Belediye Başkanı Gündüz Türem ise şüphelenip
durumu İçişleri Bakanlığına duyurdu. İçişleri Bakanı CHP’li Hasan Fehmi Güneş,
Peck’i izlettirmeye aldı. İzleme ABD ile
Türkiye arasında krize neden oldu. ABD Türkiye’yi şiddetle protesto etti.
ABD protesto
ile yetinmedi, misilleme olarak İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’i izlemeye aldı.
Güneş’in izlemeye alındığından, Enerji Bakanlığındaki bir görevlinin haberi
oldu. Görevli, haberi emrinde çalıştığı Enerji Bakanı Deniz Baykal’a iletti. Baykal, aynı partiden Bakan arkadaşı
Güneş’i bilgilendirmemeyi tercih etti.
İçişleri
Bakanı Hasan Fehmi Güneş, bir kaset skandalı ile bakanlığa veda ettirildi.
Kaderin garip
cilvesine bakın ki, yıllar sonra Baykal da bir kaset skandalı ile CHP Genel
Başkanlığı’na veda ettirilip, yerine Kılıçdaroğlu getirildi.
Acaba
Kılıçadaroğlu da bir kasetle mi gidecekti?
Paul Henze,
1974’te Türkiye’de CIA istasyon şefi idi.
Paul Henze, AB ülkelerinden iki bayanla
birlikte 1982’de Urfa’da Harran otelde konaklayıp, aylarca Gaziantep, Urfa ile Suriye’nin
Rakka ve Tel Abyad havalisinine düşen köylerimizi turladılar. Türk basını o
günlerde Paul Henze’ye “GAP taki
Kemancı(!)” adını takmıştı.
Muhtemelen
daha nice Henzeler, GAP’ ta ne herzeler yemişlerdi.
Paul Henze’nin
emekleri(!) boşa gitmedi.
Bu turları
takiben PKK, Türkiye’nin gündemine,
günümüze kadar çıkmamak üzere girmiş oldu.