BAUDRİLLARD'IN ANLADIĞI…
İnsan tarihsel bir varlıktır bir boyutuyla. Çünkü ne kadar uğraşırsa uğraşsın, yazdıkları ve söyledikleri hiçbir zaman tarihüstü olamaz ve belirli bir tarihselliğin içinden konuşmakla malüldür. Fakat bu yargıyı evrensellik, tarihsicilik ve tarihsellik açısından meseleyi vuzuha kavuşturmak açısından biraz açımlamamız gerekmektedir.
Bu yargı insanın evrensel değerlere ve ilkelere sahip olmadığını göstermez. Hatta evrenselliğe insan içinde yaşadığı tarihselliği belirli ölçüde aşarak ulaşabilir. Bu, bir düşünce ya da felsefenin bir tarihsellik içinden çıkarak yaygınlaşması demektir bir anlamda. Söz gelimi; Kur’an-ı Kerim o günkü arap toplumunun tarihselliği ve yerelliğinden hareket ederek ve onu aşarak dünyanın birçok mekanına ve bugüne kadar yayılma imkanı bulabilmiştir. Elbette aynı şeyi Hıristiyanlık dini ve farklı bir takım ideolojiler için de söyleyebiliriz.
Fakat dinlerin başına gelen; ilk başta paradigmayı kendi modernitesi ile dolayımlayarak bir atlım yapsa da, bir müddet sonra tarihi formlara saplanıp kalmasıdır. Meselâ; Hz. Peygamber (SAV) dönemi İslam’dan ne anlaşılmalıdır? Ortada olan mevcut pratiklere baktığımızda büyük oranda şekiller ve formların baskın olduğunu görmekteyiz. Halbuki İslam dini Hz. Adem’den (AS) başlayarak günümüze gelen evrensel bir dinin adıdır. Tüm peygamberler bu geleneğin bir parçası olarak “islam”ı kendi moderniteleri dolayımlamaya çalışmışlardır.
Kur’an-ı Kerim’deki peygamber anlatılarına dikkatle bakıldığında, muhatapların tarihsel formlara sıkıca sarıldıkları, ellerindeki yegane tutamakların bunlar olduğu; peygamberlerin ise yeni formlar yaratmak üzere paradigmayı çağın içinde açmaya çalıştıkları müşahede edilecektir. Tabii ki peygamberden sonra bir müddet bu form idare etse de, daha sonra formların değişimleri taşıyamadığı anlaşılmaktadır.
Meselenin bir başka boyutu ise, insanın olduğu her yerde sitem bir müddet sonra statükolaşır. Statüko ise formlaşan yapıların değişimine izin vermez. Çünkü böyle bir değişim, her şeyden önce ekonomik bölüşümde mevcut olanı değiştirmeyi ister. Hz. Peygamber (SAV)’e itiraz edenlerin İslami söylemin içeriğine karşı kuvvetli argüman geliştiremedikleri görülür. Kur’an-ı Kerim çoğunlukla karşıdaki muhatabın “afak” ve “enfüs”teki çıpalarına hitap ederek, yanlışlıklarını vurgulamaktadır.
Müslümanlar İbn Haldun’dan itibaren bir durgunluk ve ataletin içine girdiler. Öyle ki, kendi modernitelerini kuramadıkları gibi, ağır düşünsel sorunlar karşısında daha kolay olanı tercih ederek tarihsel formlara yöneldiler. Bu, iki farklı şekilde gerçekleşti. Ya tarihsel formları günümüze taşıyıp tarihsel formlardan bir islamilik üretmeye çalıştılar. Bunun en bariz tezahürü o dönem kıyafetlerinin bugüne taşınmasıdır. İkincisi, de başa çıkamadıkları düşünsel sorunlar karşısında zihin olarak tarihin içinde yaşamaya başladılar. Böylece her önemli konuda tarihin içinden konuşmalar arttı. Fakat bunların hiçbirisi bugün çağdaş sorunların halledilmesi için yetmedi.
Gerek metinden hareketle gerekse olgudan hareketle sorunlara yaklaşımlarda maalesef, bugünkü problemin bileşenleri İslam’ın temel kavramları içine taşınamadı. Fakat kavramların tarihi içerikleri ile bugünün sorunları halledilmeye çalışıldı. Bu ise Müslümanlar açısından tarihte kalmayı garantileyen bir durum oluşturdu.
Jean Baudrillard, bugünün dünyasındaki gelişmeleri ve özellikle iletişim teknolojisini sosyal bilimsel ve hatta teolojik içerikli yorumlayan önemli bir isimdir. Öyle ki, onun söyledikleri ve işaret ettikleri normalde müslümanların fark etmesi gereken teolojik problemlerdir. Fakat tüm bunları İslam dünyası hala bir problem olarak görmemektedir.