Batının taklitçisi olmak
Bugüne kadar Batıdan birçok şeyi aldık. Teknoloji aldık, makine aldık. Batıda yıllardır üretim var. Muhteşem hem de… Hayranlık uyandırmaması mümkün değil. Allah’ın yarattığı zekânın muhteşem kullanımları var. Muhteşem makinaları var. Teknolojide bizleri geçtikleri, ilerledikleri el hak doğrudur.
Neuroscience
dedikleri sinirbilimini geliştirmişler. Avatarlarla bir şeyler deniyor ve
başarılı olabiliyorlar. Oturduğunuz yerden teknolojik ürünleri kontrol etmeyi
geliştirmişler. Kurdukları ve yaptıkları eğitim düzeni ile bunları başarmışlar.
Buralarda bir sorun yok.
Sorun
şurada: Batı düzeni nefsiyle beraber yürüyen bir düzendir. Nefsin arzu ve
isteklerine göre daha çok üretim, daha çok tüketim ve daha az paylaşım inancı
ve düzeni olan bir Batı var. Haliyle Batıdaki her durum ve teknoloji
incelendiğinde zerresine varıncaya kadar nefse bindirilmiş bir yaşam var. Her
tarafa varıncaya, her insana ulaşıncaya kadar zenginlik yüksek oranda
yaşanıyor. Ama mutlu insan yok. Bundan dolayı mesela,
Batıdan aldığımız bir merhamet modeli
gösterilebilir mi?
Batıdan adalet öğrenebilmiş bir ülke var
mıdır?
Batıdan acıma duygusu, insan sevgisi öğrenen
bir toplum var mıdır?
Batı bizlere şefkatli devlet modeli, devlet
baba modeli verebilmiş midir?
Batının
son iki bin yılına bakalım ve bu soruları olumlu cevaplayabilecek birini
bulmayı deneyelim. Bunun olumlu cevabını bulmak asla mümkün değildir.
Bizim
ülkemiz dâhil yeri geldikçe menkıbe anlatır gibi Batılılar şöyle iyi, böyle
muhteşem gibi örnekler verir olduk. Bunun böyle olması ayrı bedbahtlık olmasına
rağmen ar edenimiz olduğu gibi etmeyenimiz de çoktur. Ülkemizde hâlâ Batıyı
“muasır medeniyet” görme hastalığı vardır. Yılarca yasa ve ahlakı ile nam
salmış bir millet olarak Batı yasa ve ahlakını almaktan ar etmedik. Oysa Batı,
Miladi dört yüzlü yıllarda Roma İmparatorluğu’nun kararıyla zorunlu Nasranî
olmuş ancak önceki hali ateizmi, paganist vahşiliğini çokça da terk etmemiştir.
Ülkemiz de yıllardır yönünü çevirdiği Batıdan
insanlık, sevgi, şefkat, merhamet ve adalet namına bir şey öğrenilmediğini ve
bu zamana kadar savaş ve ölümden başka bir şey üretmediklerini bilmesine rağmen
insan kalitesini artıracak, nefs terbiyesini yerli yerine oturtacak, edep ve ahlakı
yüceltecek kendine ait bir eğitim usulünü maalesef yerleştiremedi.
Kaldı ki
tek yaratıcı olan Allah’a bile doğrudan doğruya “Sen kimsin?” diye soru
sorabilen nefs ile yaşıyoruz. Beyaz da olsak siyah da olsak, Müslim de olsak
gayrı Müslim de olsak durum budur. Dolayısıyla her iş ve ibadette nefsi dikkate
alarak yaşama zorunluluğu var.
Yoksa
basit işleri bırakın nefsiyle beraber namaz dahi kılan bir Müslüman, ibadet
yerine sadece jimnastik yapmış olur. Nerede kaldı nefsiyle beraber idareci
olmak, nerede kaldı doktor olmak, nerede kaldı siyasetçi olmak, nerede kaldı
ana baba olmak,.. vesaire olmak.
İnsan
nefsiyle beraber basit bir işi düzgün yapamadığı gibi dinini de asla düzgün
yaşayamıyor. Ne namazı, namaz oluyor. Ne orucu, oruç oluyor. Eli ayağı düzgün
bir insani yaşam ve Hak dini yaşamak ancak nefse rağmen olabiliyor.
İnsan, şer de yayabileceği gibi nur da
yayabiliyor. Buna binaen her ürettiğinizi edep ve ahlaklı kullanma duruşu
verecek olan eğitim yüzyıllardır bu alanda meşhur olan kendi kültürünüze ait
olmalıdır. Sevgi, merhamet, şefkat ve adalet dağıtamamış nefsiyle beraber
yaşayan Batıdan alınan fikirlerle değil Allah’tan gelen kaynaklarla olmalıdır.
Yoksa Batının ancak taklitçisi olunur, sonucu da ülkenizin batışı olur.