Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Aralık 2022

Batıcılık ve eğitimimiz

Osmanlı’nın Avrupa’nın geri kalan kısmı için bir tehdit olmaktan çıkması, Karlofça Antlaşması öncesinde başlayan bir süreçti. Karlofça ile birlikte kendisine olan güveni Napolyon’un komutasındaki ordularla tazeleyen “Haçlılar” Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyeti altında bulunan toprakların önemli bir kısmını ele geçirmeye başladı.

Yenilgileri müteakiben sorgulama dönemine giren Osmanlı ve diğer İslam toplumları çareyi Batı’dan gelen ne varsa taklit etmekte buldular. Bu, Batılıların kendilerini müreffeh bir hayata kavuşturacaklarına inanmaları ile de alakalıydı zira yönetimi altına girdikleri Batı’nın İslam dünyasının hiçbir şeyine muhtaç olmadıklarına inanan pek çok âlim ve yönetici vardı. Neticede gelişmiş bir Batı ve karşısında yenilmiş, umutları kırılmış bir İslam dünyası bulunmaktaydı.

Umutların kırılmaması için bilhassa Sultan Abdulhamid’in çırpınışları pek çok Müslüman âlim ve mütefekkirin de desteklediği bizdeki batıperest yöneticilerin marifetiyle akamete uğradı. Abdulhamid Han’ın hallinden sonra yönetimi ele geçiren İttihat Terakki ülkenin siyasi, askeri, ekonomik hatta toplumsal hayata taalluk eden her ne var ise batıcı usul ve esaslara göre sevk ve idare etti.

Sonuç: Bir asırlık kayıp!

Bir asırlık kaybın peşine düşerek hayatta olmayanlardan hesap soracak halimiz yok, lakin “Müstebit Abdulhamid gitsin, sonra ne yapacağımıza bakarız” diyerek 600 yıllık devletin bütün geleneklerini, hassasiyetlerini, elde duran kazanımlarını berhava edenlerin plansız, programsız ve kimilerinin de ferasetsiz olduklarını unutmamalıyız.

Unutmamalıyız çünkü dönemin egemenleri olan İngiliz-Fransız hayranı tarihçiler tarafından yazılan tarihimizin sayfalarında duran yalanlardan dolayı itham edilen son dönem Osmanlı Devleti’nin en basiretli Sultanı Abdulhamid Han ve onun üzerinden maneviyatımıza yapılan saldırılar bugün de devam etmektedir.

Elbette Osmanlı eleştirilebilir ve eleştirilecek pek çok yönü vardır, lakin batı hayranlığı ya da İslam düşmanlığı yüzünden küfür ve hakaret eleştiri değildir.

Geçtiğimiz günlerde özel bir okulda öğrencilere mod a mod “Vahşi hayvanlar gibi birbirini öldüren Osmanlının gerici, dinci, katil halifeleri…” konusu anlatılıyordu. Hala okullarda okutulan kitapların İT devamı anlayışın Amerikan vesayeti altındaki eğitim müfredatından kurtulamamış olmasının yol açtığı bu saygısızlık kara bir leke gibi karşımızda durmaktadır.

Bundan kurtulmanın elbette bir yolu vardır.

Her şeyden önce kendimize inanmalı, güvenmeli ve kendi potansiyelimizi verimli kullanmalıyız. Akabinde önyargılarımızı bırakmalı, kavga etmeden hatalarımızı dile getirmeliyiz ki bundan böyle gereksiz avuntularla nesillerimizi ve çok değerli olan zamanımızı kaybetmeyelim.

Evvela eğitim sorunumuzun yapısal bir sorun olduğunu, yeni paradigmalara ihtiyaç duyduğunu, eğitim sistemimizi yeniden yapılandırmak zorunda olduğumuzu kabul etmeliyiz. Ayrıca, bugüne kadar karşılaştığımız olumsuzlukların kahir ekseriyetinin bize dayatılan yanlış hatta inancımıza, milletimize kasteden bu eğitim sistemimiz yüzünden yaşandığını itiraf etmemiz gerek.

Dini eğitimi dâhil bütün branşlarda yeni parametrelere ihtiyaç duyduğumuz izahtan varestedir. Osmanlı dönemindeki yenilikçilerin bütün uğraşı askeri alanla sınırlı kalınca eğitim alanında Cumhuriyet dönemine ağır bir yük kaldı. Bu dönemin kurucu aklı “Batıcı” olma pahasına, Arnold Toynbee’nin dediği gibi “Osmanlı’nın bir buçuk asırlık çabası”ndan ibret almamıştır. Osmanlı “Ordu ıslahı”nı Batılılaşmanın kriteri olarak belirlerken, Cumhuriyet sonrasında ise giyim-kuşam ve harflerin Latinceye çevrilmesi esas alındı.

Anlayacağınız, Cumhuriyet döneminde de Osmanlı’dan kalan eldekini kaybetme salgını eğitim alanında başlayarak bütün alanlara nüfuz etti.

O zaman kalkış da bu alanda, eğitim alanında başlamalıdır. Çünkü eğitimimizin durumu içler acısı. Üç milyon öğrencinin girdiği üniversite yerleştirme sınavında 100 bin öğrencinin sıfır çekmesi eğitimimizi özetler niteliktedir. Sıfır çeken bu yüz bin gencimiz okumaz-yazmaz değil, lise mezunu gençlerden oluşmaktadır.

Hiç vakit kaybetmeden eğitim sistemimizi bu çarpıklıktan kurtarmamız lazım, yoksa 20-30 yıl sonra daha acı faturalar ödemek zorunda kalacağız.