Batıcılık ve eğitimimiz
Osmanlı’nın Avrupa’nın geri kalan kısmı için bir tehdit olmaktan çıkması, Karlofça Antlaşması öncesinde başlayan bir süreçti. Karlofça ile birlikte kendisine olan güveni Napolyon’un komutasındaki ordularla tazeleyen “Haçlılar” Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyeti altında bulunan toprakların önemli bir kısmını ele geçirmeye başladı.
Yenilgileri müteakiben sorgulama dönemine giren Osmanlı ve diğer
İslam toplumları çareyi Batı’dan gelen ne varsa taklit etmekte buldular. Bu,
Batılıların kendilerini müreffeh bir hayata kavuşturacaklarına inanmaları ile
de alakalıydı zira yönetimi altına girdikleri Batı’nın İslam dünyasının hiçbir
şeyine muhtaç olmadıklarına inanan pek çok âlim ve yönetici vardı. Neticede
gelişmiş bir Batı ve karşısında yenilmiş, umutları kırılmış bir İslam dünyası
bulunmaktaydı.
Umutların kırılmaması için bilhassa Sultan Abdulhamid’in
çırpınışları pek çok Müslüman âlim ve mütefekkirin de desteklediği bizdeki batıperest
yöneticilerin marifetiyle akamete uğradı. Abdulhamid Han’ın hallinden sonra
yönetimi ele geçiren İttihat Terakki ülkenin siyasi, askeri, ekonomik hatta
toplumsal hayata taalluk eden her ne var ise batıcı usul ve esaslara göre sevk
ve idare etti.
Sonuç: Bir asırlık kayıp!
Bir asırlık kaybın peşine düşerek hayatta olmayanlardan hesap
soracak halimiz yok, lakin “Müstebit
Abdulhamid gitsin, sonra ne yapacağımıza bakarız” diyerek 600 yıllık
devletin bütün geleneklerini, hassasiyetlerini, elde duran kazanımlarını
berhava edenlerin plansız, programsız ve kimilerinin de ferasetsiz olduklarını
unutmamalıyız.
Unutmamalıyız çünkü dönemin egemenleri olan İngiliz-Fransız
hayranı tarihçiler tarafından yazılan tarihimizin sayfalarında duran
yalanlardan dolayı itham edilen son dönem Osmanlı Devleti’nin en basiretli
Sultanı Abdulhamid Han ve onun üzerinden maneviyatımıza yapılan saldırılar
bugün de devam etmektedir.
Elbette Osmanlı eleştirilebilir ve eleştirilecek pek çok yönü
vardır, lakin batı hayranlığı ya da İslam düşmanlığı yüzünden küfür ve hakaret
eleştiri değildir.
Geçtiğimiz günlerde özel bir okulda öğrencilere mod a mod “Vahşi hayvanlar gibi birbirini öldüren
Osmanlının gerici, dinci, katil halifeleri…” konusu anlatılıyordu. Hala
okullarda okutulan kitapların İT devamı anlayışın Amerikan vesayeti altındaki
eğitim müfredatından kurtulamamış olmasının yol açtığı bu saygısızlık kara bir
leke gibi karşımızda durmaktadır.
Bundan kurtulmanın elbette bir yolu vardır.
Her şeyden önce kendimize inanmalı, güvenmeli ve kendi
potansiyelimizi verimli kullanmalıyız. Akabinde önyargılarımızı bırakmalı,
kavga etmeden hatalarımızı dile getirmeliyiz ki bundan böyle gereksiz
avuntularla nesillerimizi ve çok değerli olan zamanımızı kaybetmeyelim.
Evvela eğitim sorunumuzun yapısal bir sorun olduğunu, yeni
paradigmalara ihtiyaç duyduğunu, eğitim sistemimizi yeniden yapılandırmak
zorunda olduğumuzu kabul etmeliyiz. Ayrıca, bugüne kadar karşılaştığımız
olumsuzlukların kahir ekseriyetinin bize dayatılan yanlış hatta inancımıza,
milletimize kasteden bu eğitim sistemimiz yüzünden yaşandığını itiraf etmemiz
gerek.
Dini eğitimi dâhil bütün branşlarda yeni parametrelere ihtiyaç
duyduğumuz izahtan varestedir. Osmanlı dönemindeki yenilikçilerin bütün uğraşı
askeri alanla sınırlı kalınca eğitim alanında Cumhuriyet dönemine ağır bir yük
kaldı. Bu dönemin kurucu aklı “Batıcı” olma pahasına, Arnold Toynbee’nin
dediği gibi “Osmanlı’nın bir buçuk asırlık çabası”ndan ibret almamıştır.
Osmanlı “Ordu ıslahı”nı Batılılaşmanın kriteri olarak belirlerken,
Cumhuriyet sonrasında ise giyim-kuşam ve harflerin Latinceye çevrilmesi esas alındı.
Anlayacağınız, Cumhuriyet döneminde de Osmanlı’dan kalan eldekini
kaybetme salgını eğitim alanında başlayarak bütün alanlara nüfuz etti.
O zaman kalkış da bu alanda, eğitim alanında başlamalıdır. Çünkü eğitimimizin
durumu içler acısı. Üç milyon öğrencinin girdiği üniversite yerleştirme
sınavında 100 bin öğrencinin sıfır çekmesi eğitimimizi özetler niteliktedir.
Sıfır çeken bu yüz bin gencimiz okumaz-yazmaz değil, lise mezunu gençlerden
oluşmaktadır.
Hiç vakit kaybetmeden eğitim sistemimizi bu çarpıklıktan kurtarmamız
lazım, yoksa 20-30 yıl sonra daha acı faturalar ödemek zorunda kalacağız.