Batıcı eğitim sisteminin zararları
Düşünce tarihinin en önemli simalarından biri olan Sokrates, “neyin doğru neyin yanlış olduğunu insanın kendi akıl yürütmesiyle bulabileceğini” söylüyordu.
Ona göre bir görüşü dile getiren kişinin hangi sınıftan
olduğu, büyük başarılar elde edip etmediği, zenginliği ya da hangi milletten
olduğu önemli değildir önemli olan bu görüşe nasıl bir akıl yürütmeyle ulaştığıdır. Yani asıl bununla ilgilenin
diyordu.
Bu ona biraz pahalıya mal oldu. 65 yaş üstü ihtiyarlardan ve savaş
malullerinden oluşan ücretli 500 küsur jüri üyesi Sokrates’e acımadı.
Neyse konumuz bu değil.
İnsanın aklını kiraya
vermemesi gerektiğini konuşacağız. Zira bu durumda bir insan evladının
düşünceleri, duyguları, kararları ve tercihleri bir başkasına bağımlı hale
gelir.
Covid döneminde aklını kiraya veren insanların yaşadıkları
korku ve buhranı burada uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Kant’ın ifadesiyle söyleyecek olursam; “Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım,
perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu,
zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık.”
Şimdi, bizim eğitim sisteminde öğrenciler bırakınız neyin
doğru neyin yanlış olduğunu kendi akıl yürütme metotlarıyla ayırt etmeyi, kendi
bile olmayı başaramıyorlar.
19. yüzyılda batıcı değer yargılarıyla tanzim edilen bu
sistemde aklın devreye girmesi pek rastlanılan bir durum değildir.
Esasen Fransız
devriminin getirdiği, ideolojik ilkeleri kendi topraklarına uyarlamayı düşünen
bir kafanın düştüğü çaresizlikten kaynaklandı bu.
Yurt dışına öğrenci göndermek suretiyle modernleşmeyi
planlayan bu çaresiz zihniyet bize pahalıya mal oldu.
Sonuçta Ahmet Mithat’ın “Felatun Bey ile Rakım Efendi” romanında da işlediği gibi ancak
kepazelik içinde hayat süren bir alafranga züppe profili ortaya çıkardı.
Çok sonra aynı kafanın ürünü şöyle diyecekti; “Ne örümcek, ne yosun. Ne mucize ne füsun.
Kabe Arabın olsun. Bize Çankaya yeter.”
Oldum olası ne Arabı, Kürdü, Aleviyi, Müslümanı sevdi ne de sevdirdi.
Ukraynalı mülteciler için günlerce ağıt
yakan insanların aynı hassasiyeti nedense Suriyeli göçmenlere göstermemesi
örneğinde olduğu gibi.
Kısacası Anadolu, Mehmet Doğan’ın ifadesiyle; “Boğazı yabancı lokmasına, sırtı Amerikan
basmasına, gönlü frenk yosmasına, beyni yabancı kusmasına alışmış komprador bürokrasiye
teslim edilmişti.”
Bu tek taraflı ten yönlü batıcı anlayış, aklın, bilimin ve
rasyonalizmin putlaştırılmasıyla ortaçağ karanlığını aratmayacak bir totalitarizmin
de tohumlarını attı.
Öyle ki Ukrayna
krizinde zihinler otomatik olarak Amerikancı ve NATO’cu bir anlayışa evirildi.
Tesis edilen batıcı eğitim sisteminden ahlâk, erdem ve
vicdan sahibi fikir adamları, sanatçı, mimar, sosyolog, hukukçu, yazar,
siyasetçi, doktor, kimyager, mucit insanlar yetişmemesini de ayrıca hiç
sorgulamadık.
Bu ülkenin çocukları hala çölde su arar gibi tarihlerini,
benliklerini arıyor.
Hani, “Ben sabah
siftahımı yaptım, komşum da dükkânını yeni açtı, oradan alınız” diyen nezaketi,
alandan çok veren, kendinden çok toplumunu düşünen, o irfani birliktelik
duygusunu, millet olma şuurunu ne yazık ki yitirdik.
Bu toplumun idrak ayarlarıyla oynadılar. Eğitim de buna
aracılık etti. O yüzdendir ki bugün ülke
stokçulardan, gıdaya hile karıştıran, müşterisini dolandıran insanlardan
geçilmiyor.
Eğitimle alakalı görüşlerimin hükümet nezdinde rağbet
görmediğini biliyorum. Ancak ben yine de batıcı eğitim sistemini tekrar gözden
geçirmelerini tavsiye etmekten geri durmayacağım.
Çünkü bize ait, buraya ait yeni bir eğitim sistemi inşa
edemezsek bu zihin bulanıklığı hep devam edecektir.