Batı ve laiklik serüveni
İnsanoğlu yeryüzüne yerleşik hayata geçtiği günden itibaren hayatını diğer insanlarla beraber idame mecburiyetini kabul etmiş ve bu ilişki beraber yaşamanın kurallarını zorunlu kılmıştır.
İşte tam da bu noktada toplumun yaşantısını belirleyen kuralları koymaya hem din hem devlet talip olduğu için çatışma daha ilk başlarda, teoride başlıyor.
Din nedir?
Din, Arapça'da "dane" kelimesinden türetilmiş bir masdardır. "ed-Din" olarak türetilmiştir. "Dane" kelimesi Arapça'da üç türlü kullanılmıştır:
"Dane" mücerret halde herhangi bir harf-i cerle birleşmeksizin kullanılıyor, "dane li" olarak ve "dane bi" olarak kullanılıyor. "Dane" kelimesi harf-i cersiz (-ed/-el) kullanıldığında "egemen/hakim olmak, saygı değer olmak" anlamlarına geliyor. Her dinde egemen olan, "hakim olan, saygı değer olan" bir varlık, bir obje vardır.
Yine dane kelimesinin lam harfi ceriyle kullanıldığını görüyoruz. Dane "ed-dinu lillah" tabirinde kullanıldığında "itaat etmek, saygı duymak, boyun eğmek" gibi anlamlara geldiğini görürüz. Burada dikkat etmemiz gereken şey; hakim olan, saygı duyulan varlığa; saygı duyan, itaat eden, boyun eğen bir başka varlık vardır. Her dinde mutlaka bu iki unsur bulunmaktadır.
"Dane bi" şeklinde kullanılınca intisab etmek, katılmak, benimsemek gibi anlamlara gelmektedir.
Konuyu kenara çekince tablo şudur: İtaat edilen, itaat eden ve üçüncü olarak din denilen kaide ve kurallar, yani itaatin konularıu2026
Aslında kısaca "din, insan hayatına anlam kazandıran; değerler hiyerarşisinde ona yol gösteren; anlamı insanı hem aşan hem de içine alan kutsal bir düzenin varlığına inanmadır."[1]
Devlet nedir?
Belirli bir coğrafyada yaşayan bir toplumun kendi kendine oluşturduğu kurallarla meydana getirdiği, şekillendirdiği geniş siyasi topluluk, siyasi cemiyettir.
Dinin oluşması yani dünyada nevş-u nema bulması için de hemen hemen aynı özellikler gerekmektedir: Toprak[1], insan ve kurallaru2026 Hal böyle olunca her ikisinin de alan olarak aynı özellikleri taşıması söz konusudur ve talepler noktasında; ya çatışma, ya barışık u2013ki bu" din devleti" olabileceği gibi "devletin dini" şeklinde görülebilmektedir- ya da son olarak bağımsız olma u2013ki bu da laiklik olarak adlandırılmaktadır- durumu söz konusudur.
Laiklik; doğuş ve sebepleri
Öncelikle sosyolojik bir durum olan ve birey ve toplumun dini eğilimlerinin zayıflaması anlamına gelen sekülerizm ile laikliği birbirinden ayırt etmemiz gerekmektedir. Çünkü ülkemizde hem basiretsiz idareciler hem de kamuoyu Wallis'in dediği gibi "dinin toplumsal öneminin azalması" anlamına gelen sekülerizmi laiklik olarak uygulamaya kalkmışlardı.
Çok iyi biliyoruz ki dinlerin insanlar arasındaki ağırlığı ilelebet zayıflamaz ya da güçlenmez. En son geçen iki asırdan sonra modernizm ile birlikte gerileyen "inanışın şiddeti" 20. yüzyılın ortalarından sonra yeniden arttı.
İlk başlarda yani "Hristiyanlığın doğuşu aşamasında cismani iktidarla pek uğraşmayan" Hristiyanlar otoriteye itaatin gerekliliğini kabul etmişlerdi. Ne var ki Hristiyanlık toplumda güçlenince bu durum değişti. Kilise güçlenip alternatif iktidar olmaya başlayınca V. yüzyılda Papa Gelasius iki iktidarın (ruhları yönetenler ile bedenleri yönetenler) olabileceğini öne sürdü. Kilise-iktidar kavgası gittikçe Kilise lehine güçleniyordu. 16. yüzyılda Papalar geri adım atarak "üstünlük" iddiasından vazgeçerek yeni bir başlangıca imza attılar.
Anlayacağınız, "laiklik, Batı ürünü olup Kilise ile siyasi-dünyevi otoriteler arasındaki mücadelenin ikinciler lehine sonuçlanmasının eseridir."[2]
Laiklik, modern ulus devletlerin siyasal örgütlenmesidir. Yani bireyin, toplumun bir inançla ilişkisini değil, devletin inançlarla ilişkisini belirler. Laiklik "felsefi veya metafizik bir doktrin de değildir; o bireyler için bir dünya görüşü veya ontolojik ve etik bir sistem özelliği taşımaz."[3]
En sade tanımı ile "devletin işleyişini dinini referanslardan bağımsız yürütmek" olarak bilinen laiklik 19. yüzyılda Batı düşüncesinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Geçen bir asır öncesine kadar dini konumlarında olduğu kadar siyasi konumları itibari ile de ön sırada olan kiliseler, toplumdaki hakimiyetlerini devlete terk etmeye başlayınca, toplum için "dinin konumu" sorunu doğdu.
Aslında modern dönemden önce de sonra da din-devlet sorunu dinin/kilisenin "güç"lülük durumuyla ilintiliydi. Ancak İslam dünyasında Hristiyanlık benzeri bir ruhban sınıf olmamasına rağmen "hakimiyet" bağlamında sorun daha bir içinden çıkılamaz hal almaktadır.
Max Weber "din, devletten ayrı olmakla beraber yine siyasal meşruluğun temellerindendir" dediği hiyerokrasiyi ara bir yol olarak önerse de, bu yol, "Hakimiyet Allah'ındır" ayetinin yönetim işlerine indirgenmesinden dolayı kimi Müslüman çevrelerce kabul görmemiştir.
Türkiye'deki laiklik ve uygulaması ise başlı başına bir sorundu. Yasin Aktay'ın ifadesiyle "u2026laikliğin kendisi Türkiye'de toplumsal barışı bozan, onu her zaman tehdit eden, gerilime sevk eden bir unsur olarak devreye girdi."
Devam edeceku2026