Batı mı Doğu mu?
Kalem kılıçtan keskindir, derler.
Bu sözü söylemenin bir sebebi de devletler arasında savaşlarla yani kılıçla elde edilen kazanımların masadaki anlaşmayla yani
kalemle kaybedilmesi ya da daha da geliştirilmesinden dolayıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son zamanlarda “Doğu Bloğu” (Tanımlama
olarak daha iyi bir ifade şu an için yok) ülkeleri ile fazlaca kareye girmeye
başlamasının yanında aynı masayı da paylaşması bu zamana kadar ortaya
koyulan “Yeni Osmanlı” yakıştırmalarına alternatif getireceğe
benziyor.
Rusya ile üç ay içinde üçüncü kez bir araya gelinirken bir yandan da ABD ile
kurulan stratejik mekanizmanın üçüncü tur görüşmeleri
yapılıyor.
Yani Türkiye ne yardan ne de serden geçmiyor.
Bunu istemek tabii ki tüm devletler için normalken bunu başarabilmek birçok
devlet için zor olan bir senaryo...
Avrupa bu konuda maalesef istediğini başaramadı.
ABD’nin Çin’i baskılamak ve dışlamak için ortaya koyduğu siyasetin
söylem ayağında taraf olan ve bir süre de Doğu Türkistan meselesini
gündeme getirerek kendisini unutturmaya çalışan Avrupa’nın, Ukrayna meselesiyle
başlayan ayrışması Tayvan ile devam etti.
Daha da devam edecek gibi...
Türkiye Modeli’nin arkasındaki politik duruş bu boşluğu fırsata çevirme refleksi olsa da
ülkemizin, dış politikadaki güç arayışında yeni denge kurulana
kadar gereken tüm adımları attığını görüyoruz.
Bu kadar çok taraflı ilişki yürütmek gerçekten kolay değil.
Yalnız şuna çok dikkat etmek gerekiyor.
Türkiye, kamu yöneticilerini “Muasır Medeniyet” olarak
görülen İngiltere’de yetiştirmeyi bir gelenek hâline getirdi.
Bu devlet geleneği, devlet yönetimi konusunda oluşturulmak istenen refleksi
gösteriyor.
Yıllarca da Avrupa ile ilişkilerde İngiltere’ye
pozitif bir yaklaşım sergilenerek Kırmızı Ceketlilerin desteği
sürekli olarak arandı.
Fakat İngiltere’nin önemli bir dönüm noktasında yani Kraliçe
II.Elizabeth’in cenaze törenine devlet başkanı düzeyinde değil de Dışişleri
Bakanı düzeyinde katılım gösterilmesi üstelik buna alternatif
olarak Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi’ne gidilmiş olması güç
dengelerinin ciddi bir şekilde değiştiğini gösteriyor.
Türkiye’ye kapıları kapatan, Yunanistan’ı adeta bir üs hâline
getiren ABD’ye tek kelam etmeyen, Fransa’nın kuyruk
acısını Yunanlar üzerinden çıkarmak için her türlü saldırganlığı göstermesine
tepkisiz kalan Avrupa’nın, ülkemizi getirdiği sonuç bu oldu.
Nihai hedefi Avrupa Birliği’ne dâhil olmak isteyen
Türkiye’nin, Avrupa’nın güvenliğinin olmazsa olmazı özelliğine
rağmen Batılılar tarafından umursanmaması artık canına yetti.
Demokrasinin Viyana kapılarındaki korkulara yenildiği
bu düzeni yıkamayan Avrupalıların, iki dünya savaşıyla milyonlarca insanının
kanını akıtması bile barışmalarına ve ortak gelecek inşa etmelerine mani
olmazken Osmanlı psikozunun aşılamayan bir sorun olarak durmaya
devam etmesi anlaşılamaz bir durum gerçekten.
Bu psikozu bilen Yunanlıların gazına gelmekten de bir
türlü kendilerini alamıyorlar.
Batıda bulamadığını güneyde de bulamayan Türkiye’nin, 2018’de
yönünü “Yeniden Asya Girişimi” ile doğuya dönmesi bir tesadüf
değil.
Bugün ortaya çıkan senaryonun iç politikanın bir sonucu olduğunu
söylemek çok dar bir alanda kısa dönemli bir analiz yapıldığı anlamına gelir ve
ayağı yere basmayan bir tespit olur.
2023 seçimlerinde "hangi iktidar gelirse gelsin"
Türkiye’nin yönü aynı olacaktır.
Batılıların tavrında bir değişiklik olmadığı sürece devletin gideceği yolu
belli.
Hoş CHP’nin ve İYİ Parti’nin “Cumhurbaşkanı
Adayı” konusunda anlaşmazlıklarının arttığı bir zamanda başka bir
iktidar seçeneği de giderek ortadan kalkmaya başladı.
Kendisini iktidarı kazanan havaya sokan siyasi partilerin dış politik
meselelerde topa girmemesi, ülkenin geleceği konusunda fikir beyan etmemeleri
"Dışarıdan gelecek destekleri kesmemek mi, yoksa doğruya “doğru” dememek
mi?" bilinmez.
Ama şu bilinebilir:
İktidarın yaşadığı ve yaşattığı zorluklar devletin kapasitesine göre
pozitif bir noktaya çekilebilir.
Bazen de tam tersi olarak 28 Şubat sonrasındaki
restorasyon döneminde olduğu gibi devletin anlaşılmaz bağnazlıkları
iktidarlarca kırılabilir.
Bu zamana kadar bu iki durumda toplumun sözünün oldukça etkili olduğunu
gördük.
O zaman şu aşamada topluma herkesin aklındaki o soruyu sormak gerekiyor.
Batı mı Doğu mu?