Başörtüsü Şiiri
Tam
42 yıl önceydi. İstanbul Üniversitesi’nin kapısında o çirkin utanç sahnelerini
görmüştüm. Başörtüsü taktıkları için kız arkadaşlarımız fakülteye giremiyor, sınıfta
yapılan derslere alınmıyordu. Hâlbuki Anadolu’dan ne umutlarla gelmişlerdi
İstanbul’a. Edebiyat okuyacaklardı.Üstelik çoğu, yoksul ailelerin çocuklarıydı.
İnançları yüzünden cezalandırıyorlardı. Kimi tahsilini hemenbıraktı, kimi
Viyana’ya gitti okuyabilmek için. Kimi de içi kan ağlayarak başını açtı veya
peruk taktı. Rahmetli Turgut Özal, o rezil yasağı kaldırmak için çok uğraştı
ama muvaffak olamadı. Zira darbeciler, despottu. Sonra malum güruh, ‘ikna
odaları’nı kurdular; öğrencilere baskı ve işkence uyguladılar.
Dünyada
eşine rastlanmayacak bu baskı ve zulmün tarihi, daha da eskilere dayanıyor. 1967-68
öğretim döneminde Ankara İlahiyat Fakültesi’nde okuyan Hatice Babacan, okula
başörtüsüyle gelince fırtına kopar. Yüksekokulda bazı sol ve laikçi öğretim
üyeleri, başörtüsüne alenen savaş açarlar. Hatice Hanım ise, “Madem burası
İlahiyat Fakültesi ve ben buraya İslami tedrisat görmeye geldim. Ben artık
İslam’ın emirlerinden olan tesettüre riayet edecek ve başımı örteceğim.” der. Okul
idaresi bunu kabul etmez, hemen hakkında soruşturma başlatır. Konu basına
yansır, meclise intikal eder. Uzun hikâye. Keşke Hatice Babacan Olayı’nın
romanı yazılıp filmi çekilse.
Sadece
İstanbul Üniversitesi’nde değildi bahsettiğim o baskı ve yasaklar. Yurt
geneline yayılmıştı. Kanunlarda ve Anayasa’da bu hürriyetin olmadığı öne
sürülüyor, saçma gerekçelerle on binlerce kız öğrencinin eğitim hakkı elinden
alınıyordu. Bazı arkadaşlarla öğretim üyelerini ziyaret etmiş, meseleyi
çözmelerini istemiştik. Ama anlı şanlı koca profesörler bile bu konuda âciz
kalıyor, hatta müdahale edemedikleri için üzülüyor, mahcup duruma düşüyordu.
Fakültede
temiz yürekli, iyi niyetli hocalarımız vardı. Ve onlar da öğrencileriyle
birlikte bu haksız, hukuksuz, kanunsuz ve vicdansız uygulamayı reddediyor, idare
ile görüşüp mücadele ediyorlardı. Ancak Darbeciler, insan haklarını
umursamıyor, öğrenim hakkını önemsemiyorlardı. Bu zalimliğe karşı en yiğitçe ve
insani tavrı, Sosyoloji Bölümü’nün kahraman hocası, mütefekkir Cemil Meriç
merhumun kızı, muhterem Ümit Meriç Hanımefendi koydu ve âdeta yasakçılara bir
bayrak açarak kendisi de başörtüsü taktı, fakülteye o şekilde girdi. Sonra da
istifa edip egemenlere bir Osmanlı şamarı indirdi.
Beyazıt
Meydanı’nda toplanan ve hukuksuzluğu protesto eden kız öğrencilerimiz bazen
tartaklandı, bazen de tutuklanıp karakollara götürüldü. 28 Şubat’ta dibe vuran
bu zulüm devrini büyük romancımız Üstün İnanç,Yalnız Değilsiniz romanında dile getirdi. Yönetmen Mesut Uçakan da
filme çekti.Sıkıntılar Ak Parti’nin iktidara gelişiyle önce hafifledi, sonra da
tamamen bitti. Şükürler olsun ki bugün kıyafet serbest. İsteyen hanımlar,
başörtüsü takarak tesettürlü kıyafetleriyle kamuda çalışabiliyor. Bugünkü
iktidar meseleyi çözdü.
Şimdi
konu tekrar gündeme getirildi. Bir kanun maddesiyle bu meselenin çözümü teklif
edildi. Ancak Cumhurbaşkanımız Erdoğan, doğru bir karar vererek konunun
Anayasa’ya eklenecek madde ile kökünden çözülebileceğini, bunun için müracaat
edileceğini söyledi. Böylece başörtüsü, Anayasal güvence
altına alınabilecektir. Şimdi imtihan başlıyor. Bakalım yarım yüzyılı aşkın
süredir toplumu gereksiz yere meşgul eden ve geren bu mesele çözülecek midir?
İnşallah diğer partiler de bu konuda uyumlu olur ve çekilen acılar sona erer. Aksi
takdirde retçi müzmin muhalifler, tarih boyunca baskıcı uygulamalarıyla suçlandıkları
gibi bu şekilde töhmet altında kalmaya devam edeceklerdir.
Merhum
şairimiz Arif Nihat Asya, yıllar önce “Başörtüsü” adlı olağanüstü bir şiir
yazmıştı. İşte hislerimize tercüman olan bu hakikatli, hüzünlü şiir:“Ne
demekmiş/“Yasak!”/İşiniz mi kalmadı/Yapacak?/Ne diye karışırsınız/Saçımıza-başımıza,/Bizi
oyuncağınız mı sandınız/Bakıp yaşımıza?/Sebebini anlatamayacağınız/Çocukça bir
devrim hevesinden/Karşınızdaki en güzel portreleri/Mahrûm ettiniz
çerçevesinden!/Kim demiş ki:“Başörtüsüydü o?”/Başımızın -renk renk-/Süsüydü o!/Altında
saçlarımız,/Arkadan ne hoş sarkardı:/Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır…/Kimimizde,
su olup, akardı!/Şu bu nâmına “Yasak!” demiş/Bulunduğunuz, tezelden;/Ne olurdu,
anlasaydınız biraz da,/Güzellikten, güzelden!/Siz, bizden değilsiniz,/Tanımıyoruz
hiçbirinizi,/Çekin başımızdan/Ellerinizi!/Bir gericilik tutturmuşsunuz;/Gericilik
değil Türk’ün köy modasıdır bu…/Üstelik ninemizin başımızda/Taşıdığımız
hâtırasıdır bu!/Dediniz: “Çıkacak başınızdan/Başörtünüz!”/Alın -öyleyse- onunla/Yüzünüzü
örtünüz!”