Başörtüsü mücadelesi ve geldiğimiz nokta
LAİKÇİLERİN “türbanlı” dedikleri başörtülüleri gazetecilik mesleğine atıldığım ilk günlerde tanıdım.
Güneş Gazetesi’nde gece muhabiri olarak görev
yaptığım dönemde, “türbanlılar” meselesi sık sık gündeme gelirdi.
Merhum
Özal’ın “bunlara” yüz verdiği, zaten kendisinin de “tarikatçı” olduğu, “bunların”
türbanı politik simge olarak kullandıkları ve birilerinin de “bunları”
politikada kullandıkları filan söylenirdi hep.
Ben bu
işlere hayli yabancıydım.
Dinleye
dinleye ilgilenir oldum, gittim, bazı “dindar” beylerle tanıştım, sonra bu
“türbanlı” dediklerinden bazılarını tanıdım.
“Başörtülü”
talebeler son derece sıkıntılıydılar, bir yandan rektörlerle, dekanlarla, bölüm
başkanlarıyla; diğer yandan da “okulunu bitirene kadar başını aç, sonra
bakarsın” baskısı yapan aileleriyle uğraşanları gördüm.
Bu genç kızlar
büyük baskı altındaydılar, gözler üzerlerindeydi, kendilerini duvarlarını
yargılayıcı bakışların oluşturduğu “nazi kamplarında”ymış gibi hissediyorlardı.
Birbirleriyle
şakalaşmaları bile “yasaktı” adeta, onları “biraz güler, biraz eğlenirken”
görenler hemen “Şunlara bak, başlarını örtmüşler ama hiiiiç, hiç! Bunlarınki
gösteriş, başka bir şey değil!” diyerek
küçümsemeye çalışıyorlardı.
“Bir de
örtülü olacaksın!” damgalamasına muhatap olmamak için başları önde gezerlerdi
çoğu vakit.
Birilerinin
bakışları üzerinizdeyse, yolda yürümeyi bile şaşırabilirsiniz.
O günlerde
dikkatimi çekerdi, yürüyüşlerinde “ürkeklik” vardı, çaktırmadan kaçar gibi
adımlar; tedirgin, müvesves adımlar.
Onları
tanıdıkça, üzerlerindeki baskının büyüklüğü altında ben de ezildim.
Bir
noktada, yaşadığım, çalıştığım mekânları bırakıp, “İslami Basın”a geçtim ki,
sadece bu talebelere değil, milyonlarca mağdur ve mağdureye haberlerimle,
yazılarımla destek verebileyim.
Zira
çalıştığım yerde bunun imkânı yoktu, orada “başörtüsü düşmanlığı” ayakta
durabilmek için tek yoldu.
Uzun
yıllar, çok uzun.
Neler neler
yaşadığımızı yaşı ve hafızası müsait olanlar çok iyi bilir…
Yiğidin
bugünkü gibi harman olduğu değil, zor bulunduğu günlerde, gözü budaktan
sakınmadan daldık işin içine.
Bu süreçte
neler gördük neler, sinir sistemleri baskılara dayanamayan ve “ruh ve sinir
hastalıkları hastaneleri”nde tedaviye yatırılan başörtülüler, okumak için yurt
dışına gidenler; kimileri baba parasıyla, çoğunluk ise “gönüllü
organizasyonların” destekleriyle…
Gidişlerin
çoğu meçhuleydi, o zamanın YÖK’ünün denklik vermediği yurt dışındaki okullardan
alınacak ne işe yarayacakları belirsiz diplomalara ulaşma hayaliyle katlanılan
gurbet acıları…
Bu süreç,
zorlukları aşmak için samimiyetle mücadele eden herkes için çok zor oldu,
hepimiz için, ailelerimizle birlikte tehdit altında yaşadık yıllarca; nice
baskı, tehdit, yıldırma operasyonu…
Hemen her
yazımıza her haberimize dava açarlardı ki, mahkeme koridorlarında tükensin
ömrümüz…
O günlerde
“ille de kimlik” diye tutturmayan otelleri tercih ederdik, böylesine berbat bir
durum!..
“Ne olursa olsun başımı açmam” diyenlerin
çektikleri elbette çok daha fazla olmuştur.
O kadar ki,
başörtüsü meselesi “kağıt üzerinde” çözüme kavuştuktan sonra bile
üniversitelerde “tahkir” edildiklerini bilirim.
Hatta
bugünlerde bile…
Bir
başörtülü talebe, hocasının sorusuna
istenilen cevabı veremediğinde “Mesele örtünmekte değil, o örtünün hakkını
verebilmekte” gibi “tuhaf” yargılamalara muhatap olabiliyor.
Geçen sene
bir “üniversite ortamı”nda rast geldim.
Akademisyen,
Atatürk’le ilgili bir soru yöneltti başörtülü talebeye; “Burası bilimsel bir
ortam, Atatürk’e karşıysan bunu da söyleyebilirsin!” göndermesiyle…
Ne yapsın
çocuk, “Yok hocam, niye karşı olayım ki!” demekten başka.
İşte
efendim; 28 Şubat’tan geldik bugünlere…
Köprünün
altından çoook sular geçti.
Daha çok
“bu tarafın erkekleri” için kullanılan, “ Bunlar mücahitti, sonra müşahit, daha
sonra müteahhit oldular, şimdi de her
şeye müsait oldular!” cümlesini bilirsiniz.
Çok şey
anlatıyor ve nice misalle ispatlandığı üzere doğru şeyleri anlatıyor!..
Ak Parti
“merkezi inşa” etmeye soyunan bir partiydi, biraz o merkezi inşa etti, biraz
merkez onu şekillendirdi.
Öyle öyle,
bugünlere geldik.
15 Temmuz
gecesi gözünü kırpmadan sokağa fırlayan ve darbeci kurşunlarıyla uzuv kaybeden
nice AK Partili, bugün “Allah korusun, Recep Tayyip Erdoğan devrildiği an, onun
döneminde zenginleştikçe zenginleşenler,
ekranlarda onu en fazla övenler karşı tarafa geçer” cümlesini
kuruyorlar…
Bugüne
kadar AK Parti’den başkasına oy vermediklerini söyleyip “Reis başında olduğu
müddetçe de başkasına oy yok!” diyen nice vatandaş, etraflarındaki
görüntülerden şikayet ediyor.
Aşırı
zenginleşmeler, aşırı zenginleşmeleri vurgulayan tüketim kalıpları, müthiş
arabalar, kibir, ulaşılamazlık…
Vesaire…
Bunlar
“zemini kemiren” sıkıntılar ve bütün sıkıntılardan erkek de kadın da
etkileniyor haliyle.
“Mücahit,
müşahit, müteahhit, her şeye müsait” silsilesiyle işaret edilen ve aslında bir
“azınlığa” işaret eden karakter aşınması,
sadece “bazı erkekleri”
ilgilendiriyor gibi görünse de, “camia”nın bazı kadınlarına da işaret ediyor
bir yönüyle.
Memleketin,
hatta dünyanın dört bir yanından arayan nice hanımefendi, “Bizim erkeklere de
kadınlara da bir haller oldu!” diye şikâyet etmekte.
Doğrudur.
Bir haller
oldu.
28 Şubat
sürecinde “esas çileyi” çekenler, “mücahide” ağırlığıyla kenara çekildi.
Alanı “boş
bırakmamak” için direnenler ise kenara itildi.
Meydan
büyük ölçüde “kaymak tabakaya” kaldı.
Onlar da,
“Yeni Muhafaza-KÂR” Model’in, “bayan” tarafında… (Buradaki ‘bayan’ kelimesine
de çok kızıyorlar, ne tuhaf”) “Kendi İktidarlarını” oluşturdu.
Bu iktidar
odağı “dışarıya” yani “kendilerine yıllarca hizmetçi muamelesi yapan” ve hâlâ
alaycı alaycı bakan laikçi kesime şöyle bir mesaj vermiş oluyor:
“Biz sizin
sandığınız gibi kafes arkasına itilmiş, cahil cühela insanlar değiliz. Bakınız,
koca bir mahalleyi biz yönetiyoruz!”
Bu bir nevi
“meşruiyeti ispat” çabası…
Ben, buna
“ÖrtülüFemizm” diyorum. Bunlar, Anadolu’nun kadın ile erkeğiyle bir bütün olan
milyonlarca vatan evlâdının dışında, çok küçük bir “mutlu azınlığı” temsil
ediyorlarsa da…
“Tahrip
edici etkileri”nin oldukça fazla olduğunu gözden uzak tutmamak gerekiyor.
Allah,
kadının da erkeğin de “ANA-DOLU Ruhu’nu
idrak etmiş olanını versin.
Allah
kadının da erkeğin de hayırlısını versin.
Allah,
“radikal feministlere özenen azınlıktaki örtülülere” uyanmayı nasip etsin.
Amin.