Dolar (USD)
34.61
Euro (EUR)
36.32
Gram Altın
2925.57
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
11 Ağustos 2020

Başörtüsü mücadelesi ve geldiğimiz nokta

LAİKÇİLERİN “türbanlı” dedikleri başörtülüleri gazetecilik mesleğine atıldığım ilk günlerde tanıdım.

Güneş Gazetesi’nde gece muhabiri olarak görev yaptığım dönemde, “türbanlılar” meselesi sık sık gündeme gelirdi.

Merhum Özal’ın “bunlara” yüz verdiği, zaten kendisinin de “tarikatçı” olduğu, “bunların” türbanı politik simge olarak kullandıkları ve birilerinin de “bunları” politikada kullandıkları filan söylenirdi hep.

Ben bu işlere hayli yabancıydım.

Dinleye dinleye ilgilenir oldum, gittim, bazı “dindar” beylerle tanıştım, sonra bu “türbanlı” dediklerinden bazılarını tanıdım.

“Başörtülü” talebeler son derece sıkıntılıydılar, bir yandan rektörlerle, dekanlarla, bölüm başkanlarıyla; diğer yandan da “okulunu bitirene kadar başını aç, sonra bakarsın” baskısı yapan aileleriyle uğraşanları gördüm.

Bu genç kızlar büyük baskı altındaydılar, gözler üzerlerindeydi, kendilerini duvarlarını yargılayıcı bakışların oluşturduğu “nazi kamplarında”ymış gibi hissediyorlardı.

Birbirleriyle şakalaşmaları bile “yasaktı” adeta, onları “biraz güler, biraz eğlenirken” görenler hemen “Şunlara bak, başlarını örtmüşler ama hiiiiç, hiç! Bunlarınki gösteriş, başka bir şey değil!” diyerek küçümsemeye çalışıyorlardı.

“Bir de örtülü olacaksın!” damgalamasına muhatap olmamak için başları önde gezerlerdi çoğu vakit.

Birilerinin bakışları üzerinizdeyse, yolda yürümeyi bile şaşırabilirsiniz.

O günlerde dikkatimi çekerdi, yürüyüşlerinde “ürkeklik” vardı, çaktırmadan kaçar gibi adımlar; tedirgin, müvesves adımlar.

Onları tanıdıkça, üzerlerindeki baskının büyüklüğü altında ben de ezildim.

Bir noktada, yaşadığım, çalıştığım mekânları bırakıp, “İslami Basın”a geçtim ki, sadece bu talebelere değil, milyonlarca mağdur ve mağdureye haberlerimle, yazılarımla destek verebileyim.

Zira çalıştığım yerde bunun imkânı yoktu, orada “başörtüsü düşmanlığı” ayakta durabilmek için tek yoldu.

Uzun yıllar, çok uzun.

Neler neler yaşadığımızı yaşı ve hafızası müsait olanlar çok iyi bilir…

Yiğidin bugünkü gibi harman olduğu değil, zor bulunduğu günlerde, gözü budaktan sakınmadan daldık işin içine.

Bu süreçte neler gördük neler, sinir sistemleri baskılara dayanamayan ve “ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri”nde tedaviye yatırılan başörtülüler, okumak için yurt dışına gidenler; kimileri baba parasıyla, çoğunluk ise “gönüllü organizasyonların” destekleriyle…

Gidişlerin çoğu meçhuleydi, o zamanın YÖK’ünün denklik vermediği yurt dışındaki okullardan alınacak ne işe yarayacakları belirsiz diplomalara ulaşma hayaliyle katlanılan gurbet acıları…

Bu süreç, zorlukları aşmak için samimiyetle mücadele eden herkes için çok zor oldu, hepimiz için, ailelerimizle birlikte tehdit altında yaşadık yıllarca; nice baskı, tehdit, yıldırma operasyonu…

Hemen her yazımıza her haberimize dava açarlardı ki, mahkeme koridorlarında tükensin ömrümüz…

O günlerde “ille de kimlik” diye tutturmayan otelleri tercih ederdik, böylesine berbat bir durum!..

“Ne olursa olsun başımı açmam” diyenlerin çektikleri elbette çok daha fazla olmuştur.

O kadar ki, başörtüsü meselesi “kağıt üzerinde” çözüme kavuştuktan sonra bile üniversitelerde “tahkir” edildiklerini bilirim.

Hatta bugünlerde bile…

Bir başörtülü talebe, hocasının sorusuna istenilen cevabı veremediğinde “Mesele örtünmekte değil, o örtünün hakkını verebilmekte” gibi “tuhaf” yargılamalara muhatap olabiliyor.

Geçen sene bir “üniversite ortamı”nda rast geldim.

Akademisyen, Atatürk’le ilgili bir soru yöneltti başörtülü talebeye; “Burası bilimsel bir ortam, Atatürk’e karşıysan bunu da söyleyebilirsin!” göndermesiyle…

Ne yapsın çocuk, “Yok hocam, niye karşı olayım ki!” demekten başka.

İşte efendim; 28 Şubat’tan geldik bugünlere…

Köprünün altından çoook sular geçti.

Daha çok “bu tarafın erkekleri” için kullanılan, “ Bunlar mücahitti, sonra müşahit, daha sonra müteahhit oldular, şimdi de her şeye müsait oldular!” cümlesini bilirsiniz.

Çok şey anlatıyor ve nice misalle ispatlandığı üzere doğru şeyleri anlatıyor!..

Ak Parti “merkezi inşa” etmeye soyunan bir partiydi, biraz o merkezi inşa etti, biraz merkez onu şekillendirdi.

Öyle öyle, bugünlere geldik.

15 Temmuz gecesi gözünü kırpmadan sokağa fırlayan ve darbeci kurşunlarıyla uzuv kaybeden nice AK Partili, bugün “Allah korusun, Recep Tayyip Erdoğan devrildiği an, onun döneminde zenginleştikçe zenginleşenler, ekranlarda onu en fazla övenler karşı tarafa geçer” cümlesini kuruyorlar…

Bugüne kadar AK Parti’den başkasına oy vermediklerini söyleyip “Reis başında olduğu müddetçe de başkasına oy yok!” diyen nice vatandaş, etraflarındaki görüntülerden şikayet ediyor.

Aşırı zenginleşmeler, aşırı zenginleşmeleri vurgulayan tüketim kalıpları, müthiş arabalar, kibir, ulaşılamazlık…

Vesaire…

Bunlar “zemini kemiren” sıkıntılar ve bütün sıkıntılardan erkek de kadın da etkileniyor haliyle.

“Mücahit, müşahit, müteahhit, her şeye müsait” silsilesiyle işaret edilen ve aslında bir “azınlığa” işaret eden karakter aşınması, sadece “bazı erkekleri” ilgilendiriyor gibi görünse de, “camia”nın bazı kadınlarına da işaret ediyor bir yönüyle.

Memleketin, hatta dünyanın dört bir yanından arayan nice hanımefendi, “Bizim erkeklere de kadınlara da bir haller oldu!” diye şikâyet etmekte.

Doğrudur.

Bir haller oldu.

28 Şubat sürecinde “esas çileyi” çekenler, “mücahide” ağırlığıyla kenara çekildi.

Alanı “boş bırakmamak” için direnenler ise kenara itildi.

Meydan büyük ölçüde “kaymak tabakaya” kaldı.

Onlar da, “Yeni Muhafaza-KÂR” Model’in, “bayan” tarafında… (Buradaki ‘bayan’ kelimesine de çok kızıyorlar, ne tuhaf”) “Kendi İktidarlarını” oluşturdu.

Bu iktidar odağı “dışarıya” yani “kendilerine yıllarca hizmetçi muamelesi yapan” ve hâlâ alaycı alaycı bakan laikçi kesime şöyle bir mesaj vermiş oluyor:

“Biz sizin sandığınız gibi kafes arkasına itilmiş, cahil cühela insanlar değiliz. Bakınız, koca bir mahalleyi biz yönetiyoruz!”

Bu bir nevi “meşruiyeti ispat” çabası…

Ben, buna “ÖrtülüFemizm” diyorum. Bunlar, Anadolu’nun kadın ile erkeğiyle bir bütün olan milyonlarca vatan evlâdının dışında, çok küçük bir “mutlu azınlığı” temsil ediyorlarsa da…

“Tahrip edici etkileri”nin oldukça fazla olduğunu gözden uzak tutmamak gerekiyor.

Allah, kadının da erkeğin de “ANA-DOLU Ruhu’nu idrak etmiş olanını versin.

Allah kadının da erkeğin de hayırlısını versin.

Allah, “radikal feministlere özenen azınlıktaki örtülülere” uyanmayı nasip etsin.

Amin.