Dolar (USD)
35.35
Euro (EUR)
36.51
Gram Altın
3030.94
BIST 100
9924.66
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
24 Kasım 2019

Başörtülü tekmeleyenler nerden çıktılar?

Ulema sınıfı, “Osmanlı Aydını” idi.

Ulema, yani bilginler, medreseden yetişirlerdi. Medrese çok sistematik ve katı disiplini, hiyerarşisi olan bir eğitim kurumu idi.

Medrese, üniversite demekti.

Ulema’nın en üst rütbelisi Şeyhülislam idi.

Şeyhülislamlar, Hz. Peygamber’in getirdiği dini temsil ederdi, padişahı görevden alma, azletme yetkisine sahiplerdi.

Şeyhülislamın bir alt kademesi kadılardı.

Kadılar, bulundukları yerlerde hem mülki, hem adli amirlerdi.

Kadılar bazen padişahların arzuları hilafına karar verecek salahiyete ve kudrete sahiplerdi.

Ulema sınıfının devlet-maaş ilişkisi yoktu.

Kendilerine tahsis edilen gayrimenkullerin geliri ile geçinirlerdi. Ulemanın sosyal itibarı ekonomik itibarının çok üstündeydi.

Osmanlı gücünü koruduğu sürece, ulema da gücünü ve itibarını sürdürdü.

Ta ki dünyanın yeni şartları, ulemanın bilgisini aşıp, yaptıkları müdahaleler işe yaramayınca, ulema itibarını kaybetmeye başladı.

Artık ulemanın fikirleri dışında çözüm yolları aranmaya başlandı. Bu noktada “mektepli aydın” devreye girdi.

Mektepli aydın ile medreseli aydın önceleri yan yana yaşamaya devam ettiler.

Medeniyet değişimi, “batılılaşma” bir devlet politikası haline gelince medrese aydınının devletten kopması mukadderdi.

Son 38 sadrazamdan sadece 8’i medrese eğitiminden geçenlerdi. Hatta, 11’i eğitimini yurtdışıda almıştı.

Medreseli aydın, devlet katındaki yerini 19. asır boyunca hızla kaybetti. Ancak medrese eğitimi bir yerlerde kısıtlı imkanlarla sürdürüldü.

Medreseli aydının temsil ettiği değerler sistemi bir başka değerler sistemi ile yer değiştirince, ulema eski itibarını kaybetmekle kalmadı, adeta bütün kötülüğün kaynağı görülmeye başlandı.

Medreseli aydına karşı takınılan bu tavır, zamanla, eski değer sistemine, “İslam”a da yöneldi.

Yeni Osmanlı aydını, azınlık ve yabancı okulları ile yeni açılan mekteplerde yetişiyorlardı.

19. asrın ikici yarısında, Abdülhamid döneminde Osmanlı sınırları içinde 325 rüştiye ve idadi, yani ortaokul ve lise mevcut olup, buralarda okuyan öğrenci sayısı 27 bin 62 iken, aynı dönemde azınlık/yabancı okul sayısı 550 olup buralarda okuyan öğrenci sayısı 70 bin 775 idi.

Azınlık/yabancı okullarında okuyan öğrencilerin ağırlıklı kısmı Müslüman ailelerin çocuklarıydı. Bu çocuklar, Hıristiyan değerler sistemiyle ile bir Hıristiyan gibi yetiştiriliyorlardı. Bu okul hocalarının çoğu misyoner, Hıristiyan din adamları idi.

Osmanlı devlet okullarının eğitim sistemi de yeni değerler sistemine göre kurgulanmıştı. Osmanlı sınırları içinde, en ücra köşelerdeki ortaokul ve liselerde bile Fransız materyalizmi ve pozitivizmi genç beyinlere aşılanıyordu.

Grace Ellison İngiliz hemşire ve gazeteci idi. Gazeteci kimliği ile Anadolu’yu karış karış dolaşmıştı.

Grace Ellison şöyle anlatır:

1928 yılında hükümetin tahsisi ettiği, bir milli eğitim müfettişinin rehberliğinde Konya’dan Adana’ya seyahat etmekteyken, rehberime “Sizin peygamberiniz Muhammed” sözünü ağzımdan kaçırdım. Akıllı ve babacan rehberim oturduğu yerden öfkeyle doğrulup “O Arabistanlı şahıs ile işimiz kalmadı, O’nun dini Araplar için son derece uygundu ama bizim için değil” dedi.

Grace Ellison’a çemkiren bu müfettiş, daha takvimler 1928’i gösterirken, eğitimini nerede almıştı?

1915-16 ders yılında İstanbul öğretmen okulunda (Darülmuallimin) 90 öğrenci ile yapılan bir ankette öğrencilerden 89’u dinle alakalarının olmadığını söylemişlerdi.

Cumhuriyet’in kurucu akıl hoclarından Bernard Lewis ise o yıllarda Jön Türk subaylar arasında konyak içmek ve domuz eti yemenin prestij sayıldığını söyler.

Şimdilerde sokaklarda başörtülü tekmeleyip yumruklayanlar bu ülkeye zembille inmediler!