Baskılar ve 'Beyaz Türk' Nur Vergin
AK Parti’nin yüzde 46.5 oyla iktidara gelmesi üzerine verdiği röportajında (3 Ocak 2008-Mine Şenocaklı) Nur Vergin, “Cumhuriyet’in ilanından sonra dindar insanlara öyle baskılar yapılmış ki, işte bu baskılar şimdi bir oy patlaması halinde sandığa yansıyor” sözleriyle büyük bir mahalle baskısına maruz kalır. Bu sözlerini kendi başından geçen bir olayla da teyit ettirir: “O kadar baskı vardı ki… Bir örnek vermek istiyorum, ben laik kesim içinde doğdum, büyüdüm ve öyle devam ettim yaşamaya. Yıllar önce yeni bir eve geçmiştim ve içimden Kur’an okutmak geldi. Anneme, ‘Bir hoca çağırıp okutsak’ dedim. ‘Ya iyi olur’ dedi. Fakat sonra ‘Komşular ne der’ diye düşündüm. Bir hafta sonra aynı apartmanda bir Musevi ayini yapıldı ve hiçbir şey olmadı. Demek ki belirli yerlerde Müslüman Türkler üzerinde yasal olmamakla beraber böyle bir baskı vardı.”
2013 yılında Star Gazetesi’nde verdiği röportajda (28 Temmuz -Selim Efe Erdem) Nur Vergin, “2008’de verdiğim röportajda, ‘AK Parti 10 yıl daha iktidarda kalır’ sözlerimden dolayı beni mahvettiler, sağlığım bozuldu” sözleriyle ‘aforoz ve linç’ hadisesini kötü bir hatıra şeklinde anlatır. Akabinde bu analizinin gerekçelerini ve kendisine yönelik sindirme hareketlerini şöyle anlatır: “Bu bir temenniymiş, insan istemediğini söylemezmiş. İyi de ben partizan değilim ki, bir tespit yapıyorum ve bu gerçekleşme açısından isabetli ya da isabetsiz olabilir! Neler yazıldı... Saçlarımı yıkamış ve Fransız usulü bir eşarpla gittiğim kuaför diyor ki ‘Okudum sizi, anlaşıldı, siz de başınızı örtüyorsunuz’. Oysa saçımı yaptırmaya gelmişim! Böyle bir ortam yani. Beni mahvettiler. Sağlığım bozuldu. Affetmem! Çünkü kötü niyet vardı. Laiklikten yana olduğum yazılarım ve genel duruşumdan belli. Ama ikide bir ‘Elhamdülillah laikim’ diyecek halim de yok. Bir arkadaşım ‘Sinir bozan, senin gibi bir aileden gelen ‘Beyaz Türk’ün bunları söylemesiydi’ dedi. Kabul, yetiştirilme ve yaşam tarzım hiper Beyaz Türk olabilir. Hatta bazen diyorum, ‘Kim Beyaz Türk kim değil, gelsinler bize sorsunlar’. Bazıları kendilerini Beyaz Türk ilan ediyor da.”
‘Beyaz Türk’ ifadesini bizzat Nur Vergin kendi üzerinden tanımlamayı tercih etmektedir: “Bizim toplumumuzda aristokrasi yok ama her toplumda olduğu gibi bir elit zümre var. Övünmek için söylemiyorum ama bendeniz Cumhuriyet elitlerinin ürünüyüm. Beyaz Türk olarak, hangi parti iktidarda olursa olsun toplum içindeki konumumun değişmeyeceğini düşünürdüm. Her zaman ulaşabileceğim, beni dinleyecek ve yardım edecek birilerinin olduğundan emindim. Beyaz Türklerdeki ortak kanaat buydu. 2002’den sonra dedim ki ‘A, ben artık vatandaşım’. Yani imtiyazlı vatandaşlıktan düz vatandaşlığa geçiş! Kabul edelim, bu statü kaybı duygusu da bazılarında son derece örseleyici olabilir.”
Alışılmış bir akademisyen profilinden farklı olarak Nur Vergin, Türkiye’nin ‘zor’ konuları üzerinde gelecek tepkilere aldırmadan özetle şu tespitlerde bulunmaktan çekinmez: “Kürt sorununu toplum halledecek. Sorunun halli için ‘din kardeşliği’ çok iyi bir faktör. Varoşlarda etnik çatışma yok. Çünkü insanlar Müslüman. Türkiye’yi yumuşatıcı bir faktör din kardeşliği.”
“Anayasa’dan laiklik sözcüğü tamamen kaldırılır ve onun yerine bir madde konur. ‘Din ve vicdan özgürlüğü, inananlar ve inanmayanlar için tamdır” denir ve mesele böylece kapanır.’
“Bazıları da, ‘Ezan Türkçe okunsun. Arapça okununca anlamıyorum’ diyor. Bunu diyenlerin çoğu zaten ezanla alakası olmayan insanlar. Peki sen ezanı anlasan namaza mı duracaksın?”
“Türkiye’de yurttaşların tamamının Atatürk ilkelerine sadakat beslemesi gerekmez. Demokratik bir anayasada böyle bir madde olmaz. Kaldı ki, Atatürk ilkeleri arasında ‘devrimcilik, devletçilik’ gibi tamamen kalkmış olanlar var. Atatürk ilkelerinden bazılarının günümüzde fiilen kalkmış olmasıyla Türkiye battı mı? Bunlar kalktı diye elin yabancısı gelip bizi işgal mi etti?”
Nur Vergin Hoca, inanç, din ve devlet konularında kendisini ‘laik’ olarak nitelendirir. Ancak ‘laikçi’ olmadığını özellikle belirtmeyi ihmal etmez: “Türkiye’de aşılanan yanlış laiklik anlayışının bir sonucu bu. Fransa’dan 1970’lerin başında geldim ben Türkiye’ye. Evimin salonundaki kitaplıkta antika kapaklı bir Kur’an-ı Kerim vardı. Kürsü başkanım ziyaretime gelmişti, onu gördü. Bana, ‘Aaaa Nur Hanım, ben sizi laik zannediyordum’ dedi… Hayretler içinde kaldım. Ne alakası var? ‘Ben zaten laiklikten yanayım’ dedim. Dini sembollere yakınlık göstermek laikliğe sanki halel getirir diye, yeryüzünde mevcudu olmayan çok bağnaz bir laiklik aşılandı bu topluma.”
Türkiye’de baskıcı ‘laikçi’ tutumu, Nur Vergin, Fransa’nın bile öteside marjinal olduğunu örneklerle tasvir eder: “Fransa’dakine bile benzemeyen bir laiklik anlayışı var burada. Fransız halkının çoğunluğunun bayıldığı De Gaulle, her Pazar kiliseye giderdi. Kimse de çıkıp ne olacak Fransız laikliğinin hali demezdi. Ama bizde bütün bunlar hep laiklikten ödün vermenin delilleri olarak algılandı.”