Dolar (USD)
34.59
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2987.98
BIST 100
9645.43
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Aralık 2015

BAŞKANLIK TARTIŞMALARI

III. Dünya Savaşının ayak seslerini duyduğumuz şu günlerde bile ülkede başkanlık tartışmaları tüm hızıyla devam ediyorsa bu işi daha ciddiye almalıyız.

Yaklaşık 200 yıldır süren siyasal sistem tartışmalarında daha demokratik, daha özgürlükçü bir sistem için arayışlar sürüyor. Kimi zaman meşruti, kimi zaman tek partili ve 1946 sonrası süreçte de çok partili parlamentarizm sistemleri oldu Türkiye'nin.

Ülkemizdeki siyasal sistem ve hükümet biçimi tartışmalarına baktığımızda, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Tanzimat, meşrutiyet gibi süreçlerden sonra parlamento ile (Meclis-i Mebusan) ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi ile ete kemiğe bürünen bir yönetim biçimi oluşmuştur. 1946'da Demokrat Partinin parlamentoya dahil olmasıyla da çok partili siyasi hayata geçilmişti.

Osmanlı sonrası kurulan cumhuriyet 23 yıl boyunca tek adamlıkla yönetildi. Atatürk ve İnönü sadece bir Cumhurbaşkanı gibi değil, devlet başkanı kimi zaman da yarı başkan olarak ülkeyi yönettiler, hem de partili reisicumhur olarak. Bu hem anayasadaki düzenlemeler-yetkiler itibariyle, ama daha çok defacto olarak böyleydi.

Turgut Özal döneminde başlayan başkanlık tartışmalarına 10 yıl sonra Demirel de katılmıştı. Ama asıl tartışma dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından başkanlık fikri ortaya atılınca başladı. Tartışma Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından başlatıldığı için, evet, sırf bu yüzden başkanlık sistemine karşı çıkanlar oldu ve bu yüzden kamuoyunda sağlıklı bir başkanlık tartışması yaşanmadı. Zira kaç zamandır başkanlık tartışmaları gündeme geldiğinde belli bir kesim konuyu "Erdoğan tek adam olmak istiyor" basitliği ile ele alıyor. Dolayısıyla çok önemli gördüğümüz bu konuyu kamuoyu huzurunda adam akıllı tartışamıyoruz.

Başkanlık sistemleri siyaset bilimleri literatüründe yeterince tartışılmış, önümüze hatırı sayılır çalışmalar koymuş olmasına rağmen "tek adamlık" gibi son derece sığ ve konuyu sulandırmaktan başka bir işe yaramayan tartışmalara girmek haksızlık olur. Çünkü hem başkanlık hem yarı başkanlık, parlamenter rejimler gibi demokratik yönetim çeşitleri olup gelişmiş pek çok ülkede başarılı bir şekilde uygulanmaktadır.Dolayısıyla otoriteryen rejimlerdeki "başkancılık" ile demokratikrejimlerdeki başkanlık karıştırılmamalıdır.

Türkiye'nin bugün tartışmaya çalıştığı başkanlık sistemi daha önceki dönemlerde gündeme gelen başkanlık taleplerinden oldukça farklılık arz eder. Rahmetli Özal ve Demirel "başkanlığa geçelim" derken sadece siyasal sitemde değişiklik taleplerini dile getiriyorlardı. O dönemde yapılan tartışmalarda da anlaşılacağı gibi iki liderin anayasal sistemin baştan sona değişikliğine dair bir hedefleri yoktu.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın hedefi ise siyasal sistem değişikliği ile yetinmeyip, anayasal sistemin baştan sona yenilenmesidir. Bu iki istek birbirinden oldukça farklıdır. Yani Sayın Erdoğan'ın talebi bağlamında düşünürsek bütün erkler, siyasal sistem anayasada belirtileceği gibi başkanlığa göre yeni bir yapılanmaya gidecek. Özal'ın da Demirel'in de düşünmediği bir hedef var Erdoğan'da. Hatem Ete'nin de belirttiği gibi başkanlık sistemi bugün için "u2026Fren ve denge mekanizmaları iyi kurgulanmış daha iyi yönetim arayışının bir sonucu olarak gündeme taşınıyor."

Ama yukarıda da değindiğimiz gibi Erdoğan düşmanlığı yüzünden konuyu kamuoyunu aydınlatacak kadar açık ve objektif ölçülerde tartışabilmiş değiliz. Oysa her başkanlık demokratik yönetim olmayabileceği gibi (Ör. Latin Amerika uygulamaları) her Krallık da (İngiltere, Norveç örneklerinde olduğu gibi) anti demokratik olmayabiliyor.

Başkanlık sistemini gerçekçi bir şekilde ele alıp tartışanların asıl endişe duymaları gereken şey, başkalıkla yönetilen ülkelerde parlamentonun kitlenmesi durumunda decretismo türü uygulamaların başını alıp gitmesi olmalıdır. Zira demokratik kültürü oturmayan Afrika ve Latin Amerika'da kimi devlet başkanları KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile ülkeyi yönetme (decretismo) arzularını diri tutmuşlardır. Türkiye bu handikapları yaşayacak ülke değildir. Kaldı ki;

Parlamentarizm ne kadar demokratik ise özünde başkanlık da o kadar demokratik bir yönetim biçimidir. Askeri-militarist yönetimlerde başkanın tek adam olması söz konusu olsa da, demokrasilerde başkanın yürütmenin başı olması hasebiyle direkt olarak halk tarafından seçilmesi başkanlık yönetimini daha demokratik kılıyor.

Başkanlıkta toplumsal kutuplaşmaların muhalefete evrilmesi sosyal barış için de büyük avantajdır. Marjinalliğin anarşizme kayması ve nihayetinde terörize olması demokrasilere katkı sağlayamayacağını biliyoruz, başkanlık sisteminde oluşacak güçlü muhalefetle kendilerini ifade edecek demokratik bir alanın varlığı marjinal kesimler için önemli bir kazanım olur. Çünkü başkanlık iki partiyi öne çıkararak hem iktidar hem de muhalefeti güçlü kılma özelliğine sahiptir.

Türkiye, "tek adam, eyalet, federal" gibi parantezlerden kurtularak başkanlıkla hem "milli" bütünlüğümüzü essah temellerle tesis eden, hem istikrarı pekiştiren ve hem de bürokratik hantallığı ortadan kaldıran bir yönetim biçimini çoktan hak etti.

Bakın Musul'a giriyoruz, Suriye her an patlaTma noktasına gelebiliyor, savaş hazırlıkları bütün dünyada tam gaz gidiyoru2026

Başkanlık sistemi bugünler için bir başka lazım.

Nasıl bir başkalık mı?

Unutmadım, 4 yıl önceki bir yazımızın başlığı YARI(M) BAŞKANLIK İYİDİR olmuştu. Hem Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyip Erdoğan daha birkaç gün önce "Partili cumhurbaşkanı da olur" dememiş miydi?

Alın size nur topu gibi Yarı(m) Başkanlık, hayırlı olsun.