Başkanlık Sisteminin Sakıncaları
Devlet yönetiminde milletin iradesine dayanmış bir ülkede huzurun temini, kalkınma ve hakkaniyetin tesisi o ülkedeki iktidarların ömrü ile direkt alakalıdır. Siyasi istikrar, hükümet etme süresi ile ölçülebilir.
1971 muhtırası ve sonrasında 5 yılında Kenan Evren'in bir nevi hükümet ortağı olduğu ANAP dönemi hariç koalisyonlarla yönetildik. Öyle ki 1980 öncesi ve 1991 sonrasında hükümetlerin ömrü 1 yılı geçmiyordu. Menfaat odaklarının güdümündeki kısa ömürlü hükümetler tamamen rant dağıtan makenizmaya dönüşmüştü.
2002 sonu itibariyle başlayan istikrar ve hizmet dönemi Ak Parti kadrolarının millete hizmeti ibadet telakki etmelerinin yanı sıra tek başına iktidar olmalarına bağlanmalıdır. Doğrusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti son 15 yılda bir asra sığacak kalitede ve nicelikte hizmetlere imza attı. Ne var ki artık değişen, gelişen ve yeni bir sisteme gebe dünyada Türkiye için parlamentarizm bir yük olmaya başlamıştır.
Geçmişte Rahmetli Erbakan-Özal-Türkeş-Yazıcıoğlu-Demirel yani sırtını millete dayayan liderlerin tümü başkanlık sisteminin Türkiye için büyük önem taşıdığını söylemişlerdi. Başkanlık sisteminden yana olan Ak Parti de iktidara geldiği günden beri sistem değişiklini ön görmüş, lakin parlamentoda yeterli desteği bulamadığı için konu ertelenmişti.
Şimdi ise içinde CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ olan ve mecliste birinci turda kabul edilen anayasa değişikliği için MHP yapıcı rol oynarken CHP üzerine düşen istemezük konumunu pekiştiriyor. Parlamento dışındaki partiler ise daha bir anlaşılmaz.
Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu anayasa değişikliği için "hayır oyu vereceğiz" dediğinde aklıma iki şey geldi. Birincisini Temel Karamollaoğlu Rahmetli Necmettin Erbakan Hocanın kokusunun kokusunu taşıyan bir partinin genel başkanı olduğu için yazmayacağım.
İkincisi şu: MNP-MSP-RP-FP-SP Milli Görüş geleneğinin siyasi ayağıdır. Bu geleneğin siyasi liderliğini rahmetli Necmettin Erbakan Hoca yapmıştır. Rahmetli Erbakan Hoca Milli Nizam Partisinin programına başkanlık sistemini şu satırlarla almıştı:
"Daha hızlı kalkınmaya mecbur olan Türkiye'mizde devlet hizmetlerinin verimliu2026 ve tatbikattaki aksaklıkların giderilmesi için Başkanlık sisteminin getirilmesini zaruri görüyoruzu2026 Devlet Başkanlığı olan Cumhurbaşkanlığı ile Hükümet Başkanlığı olan Başbakanlık birleştirilecek icraya kuvvet, sürat ve müesseriyet sağlanacaktır. Başkanı tek dereceli olarak millet seçecektir. Böylece millet devlet kaynaşması ve bütünleşmesi kendiliğinden doğacak ve Cumhurbaşkanı seçimi mevzuunda rejimimizi yıpratan iç ve dış spekülasyonlara imkan kalmayacaktır."
Dahası, MSP de "Devlet ve hükümet başkanlıkları birleştirilmeli, başkan da millet tarafından seçilmeliu2026" diyordu.
Acaba diyorum, Sayın Karamollaoğlu neden önceki dönem genel başkanı Kamalak'ı aratır bir söyleme sahip olsun? Buna da benim aklım ermiyor.
Dünya yeni bir düzenin sancılarını yaşarken uluslararası sistemle rekabet etmemizin yolu başkanlık sisteminden geçiyor. Bölgemizdeki gelişmelerle ilgili olarak reflekslerimizin sağlıklı, kararlarımızın seri olabilmesi başkanlık ile mümkündür. Yani saatin tik-taklarını andıran, dolayısıyla sistematik hataların bertaraf edildiği başkanlık sistemi Türkiye'yi gelecek yüzyıllara hak ettiği şekilde taşıyabilir.
Son 90 yıla baktığımızda Türkiye'nin mevcut sorunlarını çözmek için yasaların değişmesi hatta kimi anayasal değişikliklerin de yeterli olmadığını gördük. Aynı zamanda bu sorunları da doğuran parlamenter sisteminden başkanlık sistemine geçilmesinin zaruretini de gördük.
Türkiye artık 1950'lerde ABD'nin bize biçtiği "NATO ülkelerinin tarımsal ihtiyaçlarını karşılayan bir ülkesi" değil. Cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye'nin geleceği için artık kaçınılmaz olmuştur.
Hatta başkanlık sisteminin yararlarını biraz popülist, ama kangrenleşen bir soruna deva olabilecek yaklaşımla farklı bir açıdan değerlendirelim. Ve sadece 1 örnek vererek herkesin muzdarip olduğu, bir an önce giderilmesine inandığı konuları başkanlık sistemi ile nasıl çözebileceğimize (ekseriyeti konunun dışında olan milletvekillerini dışarıda tutarak) bakalım:
Başkanlık sisteminde devletin idaresi milletin seçtiği başkandadır. Parlamentodan bağımsız olarak yürütmenin başıdır başkan. Yani ne başkan ne de bakanlar milletvekillerinin güvenoyuna ihtiyaç duymaz.
Böyle olunca ne mi olur?
Güven oylaması yoksa ve bakanlar parlamento içinden seçilmiyor ise parlamenterler bürokrasinin atamalarına müdahil olamazlar. Bürokrasi ile parlamenterlerin "duygusal" bağı kopunca ihalelerle ilgili el an da mevcut olan fesat asgariye inmiş olur. Keza bürokrat atamalarında "yakinimdir" referansları yerini liyakata bırakacaktır.
Parlamenterler başkanlık sisteminde sadece yasama ve denetleme görevini yürütürler. Bürokrat atamalarında söz sahibi olamayan, ihaleleri ayarlayamayanlar "milletvekili olmamıza gerek kalmadı" diyerek siyaset sahnesinden iş sahnesine dönerler. Rantçı-ihaleci zenginlerin boşalttığı alana, "Ben parlamentoda millete daha iyi hizmet edebilirim" endişesine sahip olanlar geçer.
Evet, sadece bu sebepten dolayı millet % 100 ile tasvip eder. Varsın Kılıçdaroğlu diktatörlük şarkılarını öttürsün.
Başkanlık sisteminin sakıncalarını mı yazacaktım?
Bunlar CHP için büyük sakınca değil mi?
Yaniu2026