Başkanını Arayan Mazbata
Seçimler bitti, kurtulduk derken gündemimizi mazbata meşgul eder oldu. İyi ki de mazbata gündemimize düştü. Mazbata ile yatıp kalkıyoruz. Seçim bitti, sayım bitmedi. Sayım da biter, ömür de. Tartışma, kavga, aşağılama, ötekileştirme bitmez. Oysa şu canım ülkede geçinmez ne başımız var! Güzelim mazbatalar sahibini bekliyor, sahipsiz mazbatalardan geçilmiyor ülkede.
Evet, mazbatam da mazbatam diyenler bir tarafta, diğer tarafta ise mazbatayı vermeyiz diyenler var. İkiye bölündük, ne güzel! En iyi yaptığımız şey bölünmek. Türkler büyük büyük devletler kurup, sonunda bu devleti iki evlat arasında doğu-batı diye ikiye bölerdi. Bizde bölünme işi genetik sanırım. Şimdi bir teklif: İstanbul’un Avrupa yakasını bir başkan, Asya yakasını bir başkan yönetsin. Şimdi buna da çok kızanlar çıkabilir, şaka şaka…
Mazbata tartışmaları her şeyi unutturdu. Her türlü teknolojik imkân var ama oy sayım işini el ile yapıyoruz. Elektronik sayım olsa böyle olmazdı belki. Denemek lazım en azından. Bizim oyları çalmışlar diyorlar. Biri de çıkıp, sizin adamlar ne iş yapıyordu sandık başında, diyen yok. Böyle iş olmaz! Efendim, partiye sızmışlar. Hâlâ bu sızma işi varsa yandık, FETÖ de sızmıştı. Bundan sonra bu sızma işini duymak istemiyoruz. Sızdırmayın bir zahmet!
Mazbata tartışmaları bir üslûp problemini de ortaya çıkardı. Şu güzelim ülkede dünyanın en tatlı dilini konuşuyoruz ama kötü kullanıyoruz dilimizi. Hakaret etmeden tartışan yok. Daha doğrusu bunun adı tartışma da değil, sataşma ve aşağılamadır. Diğerini yok sayarak kendi varlığını kaim edemezsin. Birlikte yaşama kültürümüz zayıflıyor. Mazbatayı halk verir, halk alır.
Sandığa ne girerse, sandıktan o çıkar demişti Demirel. Güzel de demiş. Biz şimdi sandıklara ne girdiğini değil de sandıklardan ne çıkacağını merak ediyoruz. Bir de mucize bekliyoruz sandıktan. Ne hikmetse seçim öncesinde herkes kazanıyor. Kaybettiğimizde tebrik de edemiyoruz. Şu ülkede kazananlar her zaman hakkıyla kazanıyor da kaybedenler hakkıyla kaybetmiş olmuyor. Halkı ise dinleyen yok. Halkı dinleyin, bırakın sandık başında zaman harcamayı. Mazbatayı halk veriyor!
Mazbatalar sahipsiz ve öylece bekliyor. Boynu bükük mazbatalar, yalnız ve sahipsiz. Mazbatalar çarşıya çıksa ve alıveriş yapsa keşke. Sebze fiyatları bilmem nerelere dayanmış ama biz mazbata peşindeyiz. Bırakın Allah’ınızı severseniz şu mazbatayı. Halk kime mazbata vereceğini iyi biliyor. Halkın üstünde güç tanımam diyenler kaybetmez. Öyle de olmuştur.
Şu tartışma üslûbunuzu gözden geçirin. Herkes birbirini oy hırsızı olarak suçluyor. Birlikte nasıl yaşarız? Seçim bitti, artık geçim derdi var. İşimize gücümüze dönmeliyiz. Bu ülke bir mazbata tartışmasıyla “beka” sorunu yaşamamalıdır. Bu ülke, büyük bir ülkedir. Bizler de büyük bir milletiz. Mazbata ile yıkılmayız. Kendimize dönelim.
Mazbata, sahibini arayabiliyorsa bu millet de kendisini yönetecek kişiyi arar ve bulur. Bulmuştur da. Şimdi bize sakin olmak düşer. Hanımefendiler, beyefendiler olarak anılmak kimseye bir şey kaybettirtmez. Mazbata sahibini bulur da siz kaybettiğiniz arkadaşınızı, dostunuzu, komşunuzu bulamayabilirisiniz.
(Bu haftaki kitabımız Hayati İnanç’ın “Can veren pervaneler” isimli eseridir)