Dolar (USD)
32.54
Euro (EUR)
34.87
Gram Altın
2437.89
BIST 100
9768.1
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

09 Şubat 2022

Başkalarının kavramlarıyla yaşamak

Başkalarının kavramlarıyla düşünen, başkalarının kavramlarıyla yazan ve başkalarının kavramlarıyla hayatı anlamlandırmaya çalışanlar kendilerine ait bir dünya kuramazlar, kültürel olarak kendi köklerinden beslenemezler. Kendi köklerinden beslenemeyen toplumlar ise ya sömürge ya da yarı sömürge vaziyetinde hayatlarını idame ettirmek zorunda kalırlar. 200-250 Yıllık Batılılaşma maceramızın dayattığı “ne bulursan al” politikası dinde, kültürde, sanatta, dilde ve sosyal hayatta acı meyveleriyle toplumu zehirlemeye devam ediyor. Harf inkılabından sonra yaşanan değişimle birlikte dilde ne denli büyük kayıplar verdiğimiz ortadadır. Aynı zamanda toplumun din dili olan ve dini öğrenip yaşamasını, sosyalleştirmesini sağlayan Osmanlı Türkçesi’nin terkedilmesiyle birlikte dini ilimlerde ve dini anlamada yaşanan kuraklık maalesef içler acısı bir tablo ortaya çıkarmıştır.

Akademide yaşanan talihsizlikler ise başlı başına bir fecaattir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde açılan yabancı kolejlerle birlikte bu okullarda Türkçe’nin eğitim öğretim dili olmaktan çıkarılması özendirici bir rol oynamış, başta Boğaziçi ve ODTÜ olmak üzere devamında pek çok lise ve üniversite ne yazık ki eğitim-öğretim dili olarak İngilizceyi tercih etmiştir. Oysaki bir yabancı dili iyi öğretmek temel amaç olmakla birlikte Türkiye’nin en iyi üniversitelerinde Türkçe’nin bilim dili olarak kullanılması ve bu kurumların kendi içinde kavram üreten bir yapıya kavuşturulması gerekirdi. Rahmetli Oktay Sinanoğlu ve rahmetli Şaban Teoman Duralı’nın bu konudaki eleştirilerini tekrar hatırlamak gerekirse eğitim-öğretim dilinin İngilizce olarak yapılması bir “yarı sömürge anlayışı”, harf inkılabı ise başlı başına “kültürel bir soykırım”dır. Bugün pek çok kolej ve üniversite maalesef yabancı dilde eğitim-öğretime devam etmekte, Türk çocuğu kendi edebiyatını, kendi tarihini bile İngilizce okumak durumunda kalmaktadır.

Oysaki Türkçe, bilhassa Osmanlı Türkçesi, dünyanın en zengin dillerinden birisiydi. Her şeyden önce bir medeniyet diliydi. Arapça, Türkçe ve Farsça dillerinin sağlam bir terkibinden oluşan Osmanlı Türkçesi, hitap ettiği coğrafya bakımından kültürel olarak üç kıtayı birbirine bağlıyor ve köklü ilim geleneğinin taşıyıcılığını yapıyordu. Astronomiden Geometriye, Tefsirden Coğrafyaya, Felsefeden İktisada kadar pek çok -sahada Asya, Afrika ve Ön Asya’da biriken büyük kültürel miras, Arapça, Farsça ve Türkçe üzerinden kendisine hayat buluyordu. Osmanlıca tam da bu noktada kilit konumda bulunuyor, Osmanlıca okuyup yazan birisi kolaylıkla Arapça ve Farsça’yı da öğrenerek ilim ve düşünce mirasına kolayca erişebiliyordu.

Teklifim şu değil: Yeniden Osmanlı Türkçesine dönelim! Hayır bunu söylemiyorum. Ancak şunu ısrarla ifade etmek istiyorum ki Çağdaş Türkçe de kıymeti bilinirse ve kelime dağarcığı ve kavramsal yük itibarıyla bize yeni kavramlar üretme ve mevcut kavramları yeniden ihya etme imkânı verir. Latin alfabesi baki kalmak koşuluyla Türkçe’nin bir bilim ve düşünce dili olarak ihya edilmesi gerekiyor. Bilhassa akademinin bu konuda üretken olması ve yabancı kavramlar yerine kendi dilimizde üretilmiş kavramlar üzerinden bilim ya da ilim geleneğini ayağa kaldırması beklenir.

Üstelik bu iş üniversitede değil, ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde hayat bulmalı. Daha Ortaokul ve Lise düzeyindeki çocuklar bir İngilizce-Türkçe sözlüğü herhangi bir Türkçe sözlükten kat be kat daha fazla kullanıyorlar. Peki kendi diline hâkim olamayan bir çocuk yabancı dili nasıl öğrenecek? Bu soru hiç ama hiç sorulmuyor. Ortaokul ve Lise düzeyindeki ders kitapları kelime ve kavram yükü bakımından yeterince zengin değil. 90’lı yılların başında Lisede okuduğumuz yıllarda edebiyat ve tarih derslerinde ders kitaplarına çeşitli seçme metinler konulur, bu metinlerde anlamakta güçlük çektiğimiz kelimeler sözlüklere müracaat edilmek suretiyle anlaşılmaya çalışılırdı. Örneğin Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılmış ancak sadeleştirilmeden ders kitaplarına seçilip konulmuş metinler kelime ve kavram dünyamızın zenginleşmesini salıyordu. Şimdi bu eserlerin kendileri bile tam metin yayınlanırken sadeleştirilerek yayınlanıyor. Bugünün nesilleri 50 yıl önceki Türkçe metinleri dahi anlamakta zorluk çekiyor, Türkçe günden güne kuraklaşıyor. Dışarıdan ithal ettiğimiz her kelime ve kavram has Türkçe kelime ve kavramların yerini alarak bilimde ve düşüncede kendimize yabancılaşmamızı sağlıyor. Üniversitelerde ise durum gerçekten içler acısı. Pek çok bilim dalı Batı menşeli, olduğu için yabancı dildeki kavram ve kelimeler kolayca ilim ve düşünce hayatımıza hâkim hale geliyor. Oysaki bu bilim dallarında da Türkçenin tercih edilmesi ve Türkçe kavramlar üretilerek müfredatın zenginleştirilmesi mümkün. Kolaycılık, kopyacılık, ne bulursan al hastalığı ilim hayatımızı tüm hızıyla zehirlemeye devam ediyor.