Başkalarının kavramlarıyla yaşamak
Başkalarının kavramlarıyla düşünen, başkalarının kavramlarıyla yazan ve başkalarının kavramlarıyla hayatı anlamlandırmaya çalışanlar kendilerine ait bir dünya kuramazlar, kültürel olarak kendi köklerinden beslenemezler. Kendi köklerinden beslenemeyen toplumlar ise ya sömürge ya da yarı sömürge vaziyetinde hayatlarını idame ettirmek zorunda kalırlar. 200-250 Yıllık Batılılaşma maceramızın dayattığı “ne bulursan al” politikası dinde, kültürde, sanatta, dilde ve sosyal hayatta acı meyveleriyle toplumu zehirlemeye devam ediyor. Harf inkılabından sonra yaşanan değişimle birlikte dilde ne denli büyük kayıplar verdiğimiz ortadadır. Aynı zamanda toplumun din dili olan ve dini öğrenip yaşamasını, sosyalleştirmesini sağlayan Osmanlı Türkçesi’nin terkedilmesiyle birlikte dini ilimlerde ve dini anlamada yaşanan kuraklık maalesef içler acısı bir tablo ortaya çıkarmıştır.
Akademide yaşanan talihsizlikler ise başlı başına bir
fecaattir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde açılan yabancı kolejlerle birlikte bu
okullarda Türkçe’nin eğitim öğretim dili olmaktan çıkarılması özendirici bir
rol oynamış, başta Boğaziçi ve ODTÜ olmak üzere devamında pek çok lise ve
üniversite ne yazık ki eğitim-öğretim dili olarak İngilizceyi tercih etmiştir.
Oysaki bir yabancı dili iyi öğretmek temel amaç olmakla birlikte Türkiye’nin en
iyi üniversitelerinde Türkçe’nin bilim dili olarak kullanılması ve bu
kurumların kendi içinde kavram üreten bir yapıya kavuşturulması gerekirdi.
Rahmetli Oktay Sinanoğlu ve rahmetli Şaban Teoman Duralı’nın bu konudaki
eleştirilerini tekrar hatırlamak gerekirse eğitim-öğretim dilinin İngilizce
olarak yapılması bir “yarı sömürge anlayışı”, harf inkılabı ise başlı başına “kültürel
bir soykırım”dır. Bugün pek çok kolej ve üniversite maalesef yabancı dilde
eğitim-öğretime devam etmekte, Türk çocuğu kendi edebiyatını, kendi tarihini
bile İngilizce okumak durumunda kalmaktadır.
Oysaki Türkçe, bilhassa Osmanlı
Türkçesi, dünyanın en zengin dillerinden birisiydi. Her şeyden önce bir
medeniyet diliydi. Arapça, Türkçe ve Farsça dillerinin sağlam bir terkibinden
oluşan Osmanlı Türkçesi, hitap ettiği coğrafya bakımından kültürel olarak üç
kıtayı birbirine bağlıyor ve köklü ilim geleneğinin taşıyıcılığını yapıyordu.
Astronomiden Geometriye, Tefsirden Coğrafyaya, Felsefeden İktisada kadar pek
çok -sahada Asya, Afrika ve Ön Asya’da biriken büyük kültürel miras, Arapça,
Farsça ve Türkçe üzerinden kendisine hayat buluyordu. Osmanlıca tam da bu
noktada kilit konumda bulunuyor, Osmanlıca okuyup yazan birisi kolaylıkla
Arapça ve Farsça’yı da öğrenerek ilim ve düşünce mirasına kolayca
erişebiliyordu.
Teklifim şu değil: Yeniden
Osmanlı Türkçesine dönelim! Hayır bunu söylemiyorum. Ancak şunu ısrarla ifade
etmek istiyorum ki Çağdaş Türkçe de kıymeti bilinirse ve kelime dağarcığı ve
kavramsal yük itibarıyla bize yeni kavramlar üretme ve mevcut kavramları
yeniden ihya etme imkânı verir. Latin alfabesi baki kalmak koşuluyla Türkçe’nin
bir bilim ve düşünce dili olarak ihya edilmesi gerekiyor. Bilhassa akademinin
bu konuda üretken olması ve yabancı kavramlar yerine kendi dilimizde üretilmiş
kavramlar üzerinden bilim ya da ilim geleneğini ayağa kaldırması beklenir.
Üstelik bu iş üniversitede değil,
ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde hayat bulmalı. Daha Ortaokul ve Lise düzeyindeki
çocuklar bir İngilizce-Türkçe sözlüğü herhangi bir Türkçe sözlükten kat be kat
daha fazla kullanıyorlar. Peki kendi diline hâkim olamayan bir çocuk yabancı
dili nasıl öğrenecek? Bu soru hiç ama hiç sorulmuyor. Ortaokul ve Lise
düzeyindeki ders kitapları kelime ve kavram yükü bakımından yeterince zengin
değil. 90’lı yılların başında Lisede okuduğumuz yıllarda edebiyat ve tarih
derslerinde ders kitaplarına çeşitli seçme metinler konulur, bu metinlerde
anlamakta güçlük çektiğimiz kelimeler sözlüklere müracaat edilmek suretiyle
anlaşılmaya çalışılırdı. Örneğin Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılmış ancak
sadeleştirilmeden ders kitaplarına seçilip konulmuş metinler kelime ve kavram
dünyamızın zenginleşmesini salıyordu. Şimdi bu eserlerin kendileri bile tam
metin yayınlanırken sadeleştirilerek yayınlanıyor. Bugünün nesilleri 50 yıl
önceki Türkçe metinleri dahi anlamakta zorluk çekiyor, Türkçe günden güne
kuraklaşıyor. Dışarıdan ithal ettiğimiz her kelime ve kavram has Türkçe kelime
ve kavramların yerini alarak bilimde ve düşüncede kendimize yabancılaşmamızı
sağlıyor. Üniversitelerde ise durum gerçekten içler acısı. Pek çok bilim dalı
Batı menşeli, olduğu için yabancı dildeki kavram ve kelimeler kolayca ilim ve
düşünce hayatımıza hâkim hale geliyor. Oysaki bu bilim dallarında da Türkçenin
tercih edilmesi ve Türkçe kavramlar üretilerek müfredatın zenginleştirilmesi
mümkün. Kolaycılık, kopyacılık, ne bulursan al hastalığı ilim hayatımızı tüm
hızıyla zehirlemeye devam ediyor.