Başka Türkiye yok
Büyük İsrail projesini
hepimiz biliyoruz. İsrail’in dünyanın gözleri önünde on binlerce bebeği
öldürmesinin, Filistin’den sonra Lübnan’a, İran’a saldırmasının da bu hedefleri
doğrultusunda izledikleri politikanın sonucu olduğuna vakıfız. Vadedilmiş
topraklar içerisine Anadolu’nun büyük kısmını dahil ettiklerini, nihai
hedeflerinin ülkemizin doğu ve güneydoğu başta olmak üzere büyük bölümünü
alarak kutsal devletlerini(!) büyütmeyi planladıklarını da görüyoruz. Attıkları
her adım, dini inançlarının kendilerine buyurduğu yol ve minval üzre
şekilleniyor!
Doğmalar üzerine inşa
ettikleri devletleri, ikinci sınıf köle insanların, üstün ırk olan kendilerine
itaat etmelerini sağlamak ve dünyanın sahibi, yöneticisi olarak kanlı
sistemlerini hükümran kılmak için savaşıyorlar. Savaşın bile bir adabının,
kuralının, hukukun olduğu dünyada anne karnındakiler de dahil olmak üzere
bebekleri dahi acımasızca katleden cinayet ordusunun hedefi elbette Filistin
ile sınırlı değil. Arzı Mev’ud planları gereği yolları üzerindeki tüm engelleri
adım adım bertaraf ederek Anadolu’ya ulaşıp işgal etmek.
Dünyanın belki de tek
din devleti olan İsrail, Tanrı’nın kendilerine söz verdiğine inandıkları
toprakları ele geçirmek ve diğer toplumları köleleştirmek için bebekleri de
kadınları da paramparça etmekten çekinmedi. Sözüm ona din devletine karşı
olanlar da aşırı hümanist takılanlar da canlı yayınlarda bebeklerin
katledilmesine ses çıkarmaya korkuyor! Dünya kamuoyuna, yönetim merkezlerine
gelince; birkaç kınama cümlesi kurmaktan bile imtina eden ancak endişe
duyduklarını ifade ederek mikrofonların arkasına sığınan dilsiz merkezlere
dönüşmüş durumdalar…
Yönetici erkin tüm bu
duyarsızlığına karşılık başta Batı olmak üzere dünyanın her yerinde hayatta
kalan sağlam vicdanlar tek ses olmayı başardı. Bıkmadan, usanmadan, vazgeçmeden
protestolar, eylemler ile mazlum ve masum bedenlerin gönüllü avukatları oldular.
Evrensel insan haklarının, yaşam, inanç, beden dokunulmazlığının uygulamada
kağıt üstünde bir kelimeler bütünü olduğuna isyan eden bu insan seli, vicdan ve
merhametin nefesi olarak varlık gösterdi. İtiraz eden tek ses bu temiz
vicdanlardan çıkmıştı ve yönetim mekanizmasının görmezden gelme çabası,
merhametin gücünü gölgeleyemedi.
Vadedilmiş topraklar
üzerinde bu denli acımasız ve sistematik bir süreç takip edilirken ülkemizin
tüm bu gelişmelerin uzağında durup sadece izleyici olması elbette beklenemez.
Üstelik nihai hedefteki ülke olduğu tüm kamuoyu tarafından bilinirken hiçbir
çaba göstermeden takipçi olması işgale kucak açması anlamına gelir. Bu durumda
akıllı ve öngörülü olması gereken sadece yöneticiler değildir. En az devletimiz
kadar milletimiz ve halkımız da feraset sahibi olmalıdır.
Ortadoğu’daki ateş
topunun Türkiye’ye sıçramaması için her şeyden önce sağduyulu davranıp
birleştirici ve bütünleştirici bir yol izlenmelidir. Bireysel farklılıklar rafa
kaldırılarak devlet ve millet maslahatını gözeten bir tutum izlenmeli, bu yönde
yapılan çalışmalar desteklenmelidir. Devlet ve milletin geleceği söz konusu
olduğunda şahısların benlikleri ikincil duruma geçer. Kişisel hırs ve
tamahların zirve yapacağı dönemlerde değiliz. Devletin bekası için ortak perspektiften
bakma zamanı. Herkes elini taşın altına koymalı, başka Türkiye yok, kaçıp
gideceğimiz bir başka ülke de…
x.sabihadogann