Başka Şansımız Kalmadı
Başka şansımız kalmadı. On yıllardır özene bezene, bin bir zahmet ve ihtimamla kurmaya çalıştığımız kule bazen büyük çatırtılar içinde, bazen sessiz sedasız, gözümüzün önünde yıkıldı gitti. Şimdi, bulunduğumuz yerden, bir zamanlar hayallerimizi süsleyen, sonra gerçeğe dönüştüğünü düşündüğümüz ama varılan noktada büyük bir yanılgı olarak üzerimize çöken binanın gerisinden, elleri bağlı, gözyaşlarımızı içimize akıtarak, büyük bir elemle bakıyor; her şeyini yitirmiş ve yeniden başlama enerjisini tamamen tüketmiş bir ruh haliyle acaba yeniden başlamak gerekir mi diye kaygıyla göğü süzüyoruz. Onca çabaya, emeğe; onca iktidara rağmen gelinen noktanın bir hiç olmanın da ötesinde bizi başlangıcın gerisine atmış olması, bir yığın soruyu da beraberinde getiriyor? Nerede hata yaptık? Bütün bu temel atmaların, bütün bu kirişlerin, kolonların, bütün bu duvarların, iç malzemelerin, ince işçiliklerin, süslemelerin ilk çatlağına götüren temel yanılgı neresi oldu? Bunu düşüneceğiz. Vakti geldiğinde bunun da hesabını yapacağız elbette ama bir ömür biriktirdiği emeğin yıkıntılarına gözyaşlarıyla bakmak, bir ömrü enkaza adamış olmanın verdiği hayal kırıklığı, tarifi imkansız acılar yaratıyor insanda ve buradan çıkıp yeni bir uzam, yeni bir yöntem, yeni bir strateji belirleyerek yola düşmek oldukça zor görünüyor. Önce kendimizi, sonra kendimiz gibi olan ötekileri ikna etmek gerekiyor. Yeniden başlamanın kıvılcımını beklemek için de verdiğimiz onca emeğin karşılığı olan enkazdan yükselen tozlara bakmak, bakmak, bakmak, gün ağarıncaya kadar...
Tamir imkanı bittiğinde, çöküş kaçınılmaz olduğunda ve başka şansınız kalmadığında ne yaparsınız? Başa, en başa dönersiniz. Önce ciddi bir hesaplaşma, sonra kırılma noktalarının tespiti, en nihayetinde yeni sarsılmaz bir yol haritasına eşlik edecek sağlam bir yöntem kurma iradesi… Ve elbette bütün bunlara eşlik eden, bütün bu duyguları harekete geçiren o sarsılmaz irade tetikleyicisi: İnsanın yıktığını insan yapacak. Varlığı kururken tohumunu emanetçi olarak dibine döken bitkiler misali, insanlık, düştüğü yerden kalkacak. Büyük bir kederle yere diktiği gözlerini yukarıya çevirecek. Emeğini toprağa gömmüş olsa bile rüzgarı arkasına alacak, gök eşliğinde yeniden rahmet bulutlarıyla buluşacağı bir yürüyüşü başlatacak. Bunu yapacak, evet, bir enkazdan işe yarar parçaları alarak yeniden bir inşa hamlesi başlatacak ve bu kez acele etmeden, santim santim ilerleyebileceği, her karesine tuğlaları özenle yerleştireceği uzun soluklu bir yürüyüşün işaret fişeğini ateşleyecek.
Yıkılan nedir? Bir ideal mi, bir düşünce mi, bir öğreti mi?.. Hayır elbette. İnsanlar ölür, düşünceler ölmez; hareketler, eylemler, boş çabalar ölür, idealler ölmez; sukuta eren, hedefsiz yahut hedefinden şaşmış çabalardır, doğru adımlar atılsa bile saptırılan, yoldan çıkarılan istikametlerdir. Şimdi de böyle oldu. Bir idealin, bir düşüncenin, insanlığın tamamını kuşatan bir öğretinin mensubu olan insanların “galipken bu yolda mağlup oluşlarının” hüznünü yaşıyoruz. Önce kederimizi pekiştireceğiz, yıkıntılar arasında ruh gibi dolaşan yıkık canlarımızı sigaya çekeceğiz, sonra oradan, durduğumuz yerden, binayı yapanın da onun yıkılışına sebep hatayı yapanın da biz olduğunu keşfedeceğiz. İnancın da inançsızlığın da iyiliğin de kötülüğün de yapma iradesinin de yıkma içgüdüsünün de insandan başlayarak dışarı taştığını, insan yıkılınca emeğin de binanın da yıkılacağını, insan kurulunca emeğin de binanın da inşa olunacağını göreceğiz. Emeği esere dönüştüren iradenin hastalığı da sağlığı da ona nüfuz ettirdiğini fark edeceğiz. Mimaride, sanatta, bilimde, ahlakta, teknolojide, estetikte ve edebiyatta yıkılan her binanın ilk çatırtısının ruhtan yükseldiğini, oradan dışarıya çıkarak eserde kendini bulduğunu göreceğiz ve orada, o şekil, iki elleri çaresizlikle birbirine bağlanmış varlığımızı, oradan, o şekil olmaktan çıkararak, yeni bir umutla gözlerindeki yaşları rahmete çevirerek yeniden hamleye dönüştürmenin ilk kıvılcımını çakacağız. Biz ki dünyayı kurtarma yolculuğuna çıkıp kendini kurtaramayan öznelere dönüştük. Biz ki dünyayı keşfederken kendine bakmayı unuttuk. Biz ki hakikat arayışında gözlerimizi dağın ötesine çevirirken derimizin altındaki hakikati göremez olduk. Biz ki düşmanlarımızı bile kötülükten kurtarma anlayışıyla yola çıkıp kendimizin bile düşmanı olduk. Şimdi, dünyanın her yerinde, düşmana ihtiyaç duyurmaksızın birbirimizin kökünü kazımak için ataletle, uyuşuklukla, mayışıklıkla iş yapmak yerine dedikodu üretiyoruz, bir şeye başlamak yerine, birilerini ve bir şeyleri bitirmenin hesaplarını yapıyoruz. Kitab’ın bizden istediği ne varsa aynısını söylüyor, tersini yapıyoruz. Biz ki teorimizle pratiğimiz arasında kapanması mümkün olmayan mesafeler ekliyoruz. Biz ki kökü yüreğimize berkitilmiş inançlarımızı dudaklarımıza iğretice bağlayan cümlelere indirgerken onu koruma işlevi bulunan ahlak anlayışlarımızı ders kitaplarımızın sayfaları arasına gömdük. Biz ki gücü ayaklarımızın altına alıp erdeme sıçramanın trampleni olarak kurgularken gücün altında kaldığımız halde avaz avaz bağırmak yerine sağa sola caka satıyoruz. Bırakın yakınındakilerin, düşmanının bile gönlünü kazanma amacını yitirmiş bir topluluktan, kime, ne hayır gelir? Gazap, rahmetin önüne geçtiğinde ırmaklar yanardağa dönüşmez dene yapar?
İnsanı ıskaladık bir dostlarım. İnsana bakmayı, insanı sevmeyi, insana değer vermeyi, insana kıymet biçmeyi, yeryüzünü insanla güzelleştirmeyi unuttuk. Biraz yukarı çıkınca yakınımızdakiler gelmesin diye merdiveni çektik, onlarla aramıza mesafe koyduk. Yola çıktığımız yerin insanlarıyla, geldiğimiz, hikayemizin, yaşam tarzımızın, umudumuzun, teorimizin velhasıl nabzımızın attığı yerin insanlarıyla sonsuz mesafe koyduk aramıza. Merdiven çekilince yeni insanlar sardı çevremizi, yeni yüzler ve biz onlara benzedik, onlar gibi olduk, onlardan olduk, onlar olduk… Geldiği yeri unutunca ne kadar yol alırsa alsın döneceği yeri de unutuyormuş insan, bunu bildik. Geldiği yeri unutunca fırtınada sığınacağı yeri karıştırıyormuş insan, bunu bildik. Bildik, “emribilmaruf” uzaklaşınca emrin kuldan geldiğini, “neyhianilmünkeri” bırakınca kötülüğün içimizden yükseldiğini. Bildik, iyilik de içimizde, kötülük de, bildik inşa da bizden başlıyor, ifşa da… Bildik, biraz da biz varız yıkılan her binada… Bildik, karakter gidince geriye bir şey kalmıyormuş insandan. Bildik, karakteri çekilince çöküyormuş dünyada her ne var ise insandan.
Ve bulduk, bütün bunlardan sonra, evet, başlayacağımız yeri. Kaybettiğimiz yerden başlayacağız artık bu yıkılmış binanın yenisini yapmak için, tam da düştüğü yerden kaldıracağız insanı. “Karakter” sevgili arkadaşlar haftaya, dersimizin adı…