Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
27 Aralık 2022

BAŞKA MAHALLEYE KOVULDUM

Her sabah olmasa da erken kalkabildiğim zamanlarda, güneşi uyandıran bir toplumun nasıl olup da "güneş"e -mecazi anlamda da- uyanmadığı, uzun bir zamandır “ilim” adı altında nasıl olup da aydınlığın, bilimin, sanatın gerisinde bir karanlığa kaldığına hayretle üzülürüm. Akla seslenen, akla aklın üstünde bir akıl teklif eden, doğru anlar ve yorumlarsa onu kendi üstüne çıkarabilen bir kitabın/güneşin insana, iradeye saygısından olsa gerek. Birinin, birilerinin, bir toplumun, dünyanın onu doğru anlamayı gerçekten istemesi ve emek vermesini bekliyor muhakkak. Bir toplumun, bir bölgenin tekelinde de olmayan bu aydınlığın evrenselliğe açık, çağlar üstü bekleyişine üzülür dururum. Bekleyişin bu kadar uzun sürmesine…

Sonra gün başlar ve bilimsel veriler, sanatsal çabalarla ilerlerken yeniden kırılırım sabah kırıldığım konuya. Yeniden takılır kalırım.

Vahiy sezgiye ve kalbe olduğu kadar akla, mantığa, bilime de hitap eden, temel değerleriyle kuşatıcı bir yolken nasıl bu kadar akıldan, bilimden, sanattan uzak düşülebildiği gerçeği beni deli eder. Bir de Allah’ı, Kuran’ı buna bahane kılma cüretleri, bilim ve sanatı güya Allah, din adına yaşamlarına almamış olmaları ve onlar böyleyken berikilerin de bilimden, sanattan Yaratıcı'yı dışlama cüretleri... Eğer din söz konusu olursa ne bilime ne sanata yönelemeyecek olduklarına şartlanmaları…

Delirmemenin işten bile olmadığı konu bulmak güç değil. Diyebilirim ki en az zorlandığım şeydir bu…

Neyse ki geçmiş yüzyıllarda “kaldığı yer”den el almış olarak yeniden ayağa kalkıyor diyebilir miyiz, bilmiyorum. Bazı konularda ileri geçebilmiş topluluklardan doğru beslenebilmeyi, doğru etkilenmeyi öğrendi, öğreniyor diyebilir miyiz? Ve neyse ki kendi değerleriyle uyumlu bilim, sanat, teknoloji üretimi konusunda da yeterli ve yaygın olmasa da güçlü örnekleri var, üzüntümüzü bir parça güne dağıtan...

“Bilginin İslamileştirilmesi” bir yana, bilginin en başından doğru doğması, bu doğuma emek veren bir insan ve toplumun da biz olması, dahası bilginin yeni bilimsel disiplinler oluşturmasına, üretilen teknolojinin salt varlık yararına ve ilkeli olması gibi bir dizi sorumluluk konusuna dokunabiliyor olduğumuz günleri özleyerek geçiyor hayatımız. Hele sanatın tekrarlanan kısır tartışmalarla makaslanmaya devamı ve aşılamayışı sonucunda; ilkeli olursak sanatçı olamayız, sanatçı olmak istiyorsak bazı ilkeleri unutmalıyız, sanatçı dindar olamaz, dindar bir insan sanatçı olamaza indirgenen seviyelerde seyrediyor oluşu bizi içinde bulunduğumuz “dünya”dan iyice uzağa düşürüyor.

İçine doğduğunuz kesim bir yanıyla en üst seviyelerde hayatlar kurarken, bir yanıyla ısrarla böylesi düşük hizada, üstelik dindarlık adı altında cehalette, gelişmemişlikte kalıyor, kalmak istiyorsa, bakmayın yoksullar için cennet tekrarlarına dünya konforuna bencilce dalmışsa, hayatlarının konforunu artırdıkları oranda bilimlerini, teknolojilerini, sanatlarını geliştirmiyorsa biz-siz ne yapabilirsiniz?

Böyle böyle üzülürken, biraz önce veya sonra olduğu tartışmalı da olsa doğum ayı olduğu için Kıymetli İsa (s) hakkında bir şeyler karalamıştım ki, bu yukarıda bizi geri bırakanların kötü temsillerinden, Bursa’dan Ramazan Gülşen adlı biri şahsımı uyardı. Ne dese beğenirsiniz?

“Hristiyanlık propagandası yapmak için başka yere git, burası Müslüman ülkesi...” Kendisini bu densizliği yüzünden savcılığa bildireceğimi söylediğimde de saygısızlığından hiçbir geri adım atmadan “Ben de sizin yazdıklarınızı savcılığa göstereceğim.” Diye karşılık verdi. Sol düşünceye sahip bir kişi “Cehalet acınası bir şey. Hristiyanlığın İsa'dan 200 yıl sonra ortaya çıktığını bilmiyorlar ki. İsa'nın mazluma sahip çıkması yüzünden çarmıha gerildiğinden bi’haberler.” Diyebiliyorken, yüksek ihtimal öğretmen olduğunu düşündüğüm cehalet timsali gerekli bilgiden, hatta “ilim”den habersizdi.

Uğraşmaya değmediği için açıklamaya üşendim. Kitaplar yazdığım konu... Sevgili İsa (s) gibi gülümsemeyi seçtim. Bu yazdıklarımın ilhamını Kuran’dan aldığımı bilecek düzeye sahip değildi. Şayet tahmin ettiğim gibi öğretmen ise kim bilir neler öğretmiş ve neler öğretememiş, hatta öğrenmemiş olduğunu düşündüm.

Ali İmran suresinden ilham alarak yazdığım kitap sayfaları, karalamalar her şey zihnimde kanat çırptılar. Ne yazmıştım ki bir cahil beni saygısızca ülkesinden kovma cüretini gösteriyordu?

“Çarmıh; onu kuranların gerginliği. Sevgili İsa (s) ise hep aramızda ve bize göğe çekilmeyi/hayatımızı yükseltmeyi/ duruluğu öğretmeye devam ediyor. Kızımın adı Meryem, hatta Hanne Meryem. Hanne Sevgili İsa 'nın anneannesi. Biz de onun gibi dünyaya getirdiklerimizi "muharraran"/özgürce adıyoruz, doğruya, iyiye, güzele...”