BAŞKA MAHALLEYE KOVULDUM
Her sabah olmasa da erken kalkabildiğim zamanlarda, güneşi uyandıran bir toplumun nasıl olup da "güneş"e -mecazi anlamda da- uyanmadığı, uzun bir zamandır “ilim” adı altında nasıl olup da aydınlığın, bilimin, sanatın gerisinde bir karanlığa kaldığına hayretle üzülürüm. Akla seslenen, akla aklın üstünde bir akıl teklif eden, doğru anlar ve yorumlarsa onu kendi üstüne çıkarabilen bir kitabın/güneşin insana, iradeye saygısından olsa gerek. Birinin, birilerinin, bir toplumun, dünyanın onu doğru anlamayı gerçekten istemesi ve emek vermesini bekliyor muhakkak. Bir toplumun, bir bölgenin tekelinde de olmayan bu aydınlığın evrenselliğe açık, çağlar üstü bekleyişine üzülür dururum. Bekleyişin bu kadar uzun sürmesine…
Sonra gün başlar ve bilimsel veriler,
sanatsal çabalarla ilerlerken yeniden kırılırım sabah kırıldığım konuya.
Yeniden takılır kalırım.
Vahiy sezgiye ve kalbe olduğu kadar
akla, mantığa, bilime de hitap eden, temel değerleriyle kuşatıcı bir yolken
nasıl bu kadar akıldan, bilimden, sanattan uzak düşülebildiği gerçeği beni deli
eder. Bir de Allah’ı, Kuran’ı buna bahane kılma cüretleri, bilim ve sanatı güya
Allah, din adına yaşamlarına almamış olmaları ve onlar böyleyken berikilerin de
bilimden, sanattan Yaratıcı'yı dışlama cüretleri... Eğer din söz konusu olursa
ne bilime ne sanata yönelemeyecek olduklarına şartlanmaları…
Delirmemenin işten bile olmadığı konu
bulmak güç değil. Diyebilirim ki en az zorlandığım şeydir bu…
Neyse ki geçmiş yüzyıllarda “kaldığı yer”den
el almış olarak yeniden ayağa kalkıyor diyebilir miyiz, bilmiyorum. Bazı
konularda ileri geçebilmiş topluluklardan doğru beslenebilmeyi, doğru
etkilenmeyi öğrendi, öğreniyor diyebilir miyiz? Ve neyse ki kendi değerleriyle
uyumlu bilim, sanat, teknoloji üretimi konusunda da yeterli ve yaygın olmasa da
güçlü örnekleri var, üzüntümüzü bir parça güne dağıtan...
“Bilginin İslamileştirilmesi” bir yana, bilginin en başından doğru doğması,
bu doğuma emek veren bir insan ve toplumun da biz olması, dahası bilginin yeni
bilimsel disiplinler oluşturmasına, üretilen teknolojinin salt varlık yararına
ve ilkeli olması gibi bir dizi sorumluluk konusuna dokunabiliyor olduğumuz
günleri özleyerek geçiyor hayatımız. Hele sanatın tekrarlanan kısır
tartışmalarla makaslanmaya devamı ve aşılamayışı sonucunda; ilkeli olursak
sanatçı olamayız, sanatçı olmak istiyorsak bazı ilkeleri unutmalıyız, sanatçı
dindar olamaz, dindar bir insan sanatçı olamaza indirgenen seviyelerde
seyrediyor oluşu bizi içinde bulunduğumuz “dünya”dan iyice uzağa düşürüyor.
İçine doğduğunuz kesim bir yanıyla en
üst seviyelerde hayatlar kurarken, bir yanıyla ısrarla böylesi düşük hizada,
üstelik dindarlık adı altında cehalette, gelişmemişlikte kalıyor, kalmak
istiyorsa, bakmayın yoksullar için cennet tekrarlarına dünya konforuna bencilce
dalmışsa, hayatlarının konforunu artırdıkları oranda bilimlerini,
teknolojilerini, sanatlarını geliştirmiyorsa biz-siz ne yapabilirsiniz?
Böyle böyle üzülürken, biraz önce veya sonra olduğu tartışmalı da olsa
doğum ayı olduğu için Kıymetli İsa (s) hakkında bir şeyler karalamıştım ki, bu
yukarıda bizi geri bırakanların kötü temsillerinden, Bursa’dan Ramazan Gülşen
adlı biri şahsımı uyardı. Ne dese beğenirsiniz?
“Hristiyanlık propagandası yapmak için başka yere git, burası Müslüman ülkesi...”
Kendisini bu densizliği yüzünden savcılığa bildireceğimi söylediğimde de
saygısızlığından hiçbir geri adım atmadan “Ben de sizin yazdıklarınızı
savcılığa göstereceğim.” Diye karşılık verdi. Sol düşünceye sahip bir kişi “Cehalet
acınası bir şey. Hristiyanlığın İsa'dan 200 yıl sonra ortaya çıktığını
bilmiyorlar ki. İsa'nın mazluma sahip çıkması yüzünden çarmıha gerildiğinden bi’haberler.”
Diyebiliyorken, yüksek ihtimal öğretmen olduğunu düşündüğüm cehalet timsali gerekli bilgiden, hatta “ilim”den habersizdi.
Uğraşmaya
değmediği için açıklamaya üşendim. Kitaplar yazdığım konu... Sevgili İsa (s)
gibi gülümsemeyi seçtim. Bu yazdıklarımın ilhamını Kuran’dan aldığımı bilecek düzeye
sahip değildi. Şayet tahmin ettiğim gibi öğretmen ise kim bilir neler öğretmiş
ve neler öğretememiş, hatta öğrenmemiş olduğunu düşündüm.
Ali
İmran suresinden ilham alarak yazdığım kitap sayfaları, karalamalar her şey
zihnimde kanat çırptılar. Ne yazmıştım ki bir cahil beni saygısızca ülkesinden
kovma cüretini gösteriyordu?
“Çarmıh; onu kuranların gerginliği. Sevgili
İsa (s) ise hep aramızda ve bize göğe çekilmeyi/hayatımızı yükseltmeyi/
duruluğu öğretmeye devam ediyor. Kızımın adı Meryem, hatta Hanne Meryem. Hanne
Sevgili İsa 'nın anneannesi. Biz de onun gibi dünyaya getirdiklerimizi
"muharraran"/özgürce adıyoruz, doğruya, iyiye, güzele...”