Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Başka Bir Dünya Mümkün (mü?)

Başka bir dünyanın imkanının konuşulabilmesini anlamlı kılan iki önemli öncüle özellikle dikkat çekmeliyiz. Bunlardan ilki, içinde yaşadığımız hayat ve dünya insan için uygun koşullar taşımamaktadır. Aslında oldukça hijyenik olan bu cümleyi, içinde yaşadığımız dünya insan(lığ)ı her bakımdan boşa çıkarmakta ve hasta etmektedir şeklinde açımlayabiliriz. İkincisi, Adalet, bölüşüm, sağlık vb. açısından insani koşulların yaratılması mümkündür.

Cari hayatta en azından zihni düzeyde insanlar “kötü” olan şeylere ciddi bir alışkanlık kesbettikleri için başka bir dünyanın imkanını düşünememektedir. Bu durum uygun koşulların oluşabilmesinin önündeki en yegane zihni direnç noktasıdır. Çünkü bir şeyin daha iyi olabileceğine dair insanlarda inanç kalmamış görünmektedir. Dolayısıyla bugün için temel ihtiyaç, insanların bu ümitsizlikten kurtularak başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmalarıdır. Zira ümit olmadan ve “iyi”ye dair hayal kurmadan içinde bulunduğumuz koşullardan kurtulmamız pek mümkün görünmemektedir.

İnsanların yaşarken elbette dünya ile ilgili çok farklı arzuları bulunmaktadır. Bu arzular kişisel hırs ve taleplerden üretilen sonsuz sayıda maddeyi içerebilir. Fakat “ihtiyaç” bağlamında söyleyecek olursak, adalet, bölüşüm, ahlak, sağlık vb. kavramları etrafında bir literatür ile karşılaşırız. Bu kavramlar insanların dünya hayatındaki asgari beklentileridir. “Asgari” diyoruz ancak gerçekleştirilmesi insanların yoğun çabasıyla ilintilidir.

Çok farklı ideoloji ve dinlerin dünyaya dair yaklaşımları ve tabiri caizse dünya tasarımları vardır. Sol, sağ ve İslam gibi meta anlatılara sahip yani dünyaya dair daha genel teorileri olan yaklaşımlar bugün bunların başında gelmektedir. Türkiye söz konusu olduğunda ve bugün gelinen noktada bunların ortaya koydukları pratikler bir başarıya ulaşabilmiş değillerdir. Belki bunlar arasında neo-liberal yaklaşımların dünya ölçeğinde bir hakimiyetinden bahsedilebilir. Fakat dünyayı bugünkü olumsuz koşullara taşıyan şey; zaten kapitalizm ve onun bugün teorik arkaplanını destekleyen ve güncelleyen neo-liberalizm olduğundan bir başarıdan söz etmek mümkün olmamaktadır.

Benim ise daha çok sözünü etmek istediğim müslümanların meseleye nasıl yaklaştıklarıdır. 1960’lardan itibaren sol ve sağın dünyada ve Türkiye’deki başarısızlıkları aslında otomatik olarak müslümanları daha iddialı hale getirmişti. Bu durum 1980’lerden itibaren tedrici olarak onların periferiden merkeze doğru yürüyüşünü sonuçlamıştı. Bilhassa 1980’lerden itibaren başka bir dünyanın imkanına dair müslümanların hem iddia hem de inançlarının kuvvetli olduğu söylenebilir. Fakat zaman ilerledikçe dünya ile reel temasın getirdiği sonuçlar başka bir dünyanın iddia ve inançlarında zayıflamaları meydana getirmiştir.

Batılılaşma/modernleşme tecrübemizin üzerinden iki yüzyıldan daha fazla bir zaman geçmiştir. Bu zaman geçtikte yaşanan tecrübeler çerçevesinde toplumun kendisine olan inancının artması beklenebilirdi. Fakat bugün gelinen noktada, toplumda Batı’nın inşa ettiği dünyaya her bakımdan ve her kesimden inançların daha da arttığı gözlemlenmektedir. Bu durum açıkçası tarih, birikim, değerlere referansları zayıflattığı gibi geleceğe doğru projeksiyonda da özelde “islam”ın bir gelecek vaat ettiğine dair ümidi içinde barındırmamaktadır.

Toplumsal zeminin kaydığı böyle bir konjonktürde, aynı olumsuz döngülerin sürekli yaşandığı bir ruh haline ulaşılmıştır. Fakat bir ümit vadinin gerçekleşebilmesi, insanların dışarıya fatura kesmeden önce değişim cehdini göstermesiyle yakından ilintilidir. Kendisine inanmayan ve iddialarını referanslarından üretmeyen bir toplumun başka bir dünya yaratması beklenemez. Ancak başkalarının hikayelerine eklemlenmiş bir “hayat”ı yaşarlar. Ona şayet “hayat” denebilirse…