Basının pişmanlığı darbeyi önledi
Son elli yılda sekiz darbe girişimi ile yüz yüze gelen Türkiye’nin darbelere karşı en büyük silahının basın gücü olduğu 15 Temmuz Hain Darbe girişiminde açıkça görüldü.
Daha önceki darbelerde devlet tarafından sunulan hizmetle halkın işitsel ve görsel haber alma hakkının sağlanması “darbelerin işini kolaylaştıran bir durum” oluşturuyordu.
Darbeler yapılıyor.
TRT’nin radyo ve televizyon hizmeti ele geçiriliyor. Darbe sonuca ulaşmadığı halde “başarılı olunduğu propagandası” yapılıyordu.
1990’lı yıllardan itibaren özel radyolar ve televizyonların sahaya çıkması ile beraber halkın haber alma hakkının çeşitlenmesi işlerin bambaşka bir yöne evrilmesine neden oldu.
Sisteme yeni giren bu özel basın kuruluşları tüm denklemleri değiştirdiği gibi ilk önemli sınavını da 28 Şubat sürecinde verdi.
54. Refahyol Hükûmeti’ni devirmek isteyen “dışarıdan destekli yapılar” çeşitlenerek büyüyen basın gücü nedeniyle bu isteklerini ilk anda yerine getiremediler.
“Dış sermaye bağlı bazı basın kuruluşlarının” bu yabancı ortaklarının “başka amaçları” nedeniyle haberler üretilerek kriz çıkartan birçok yayına imza atıldı.
Ama gerçekleri ortaya koymaya çalışan “bir avuç gazetecinin, televizyoncunun çabaları” da bu halk gördü.
Yerli ve Milli denilebilecek bir hükümetin devrilmesinde “önemli bir rolü” olan özel basının hatası tekrar tekrar yüzüne vuruldu.
Ekranlarda her gördüğünü doğru kabul eden insanlarımız da yıllar boyunca bunun pişmanlığını yaşadı.
Bu pişmanlığı giderme arzusu her daim AK Parti’nin önünü açtı.
Erbakan’a destek vermemenin acısını çeken kesimler hatalarını anlayarak Erdoğan’a aynı oyunun oynanmasına müsaade etmediler.
2000’lerde yaşanan kapatma davası, kaosa kalkan eller, Cumhuriyet mitinglerinde basın önemli dönemeçlerden geçti.
2010’lu yıllarda ise bambaşka bir hikâye ortaya çıktı.
Artık kumdan başını kaldıran Türkiye, dost görünen ama fırsat buldukça yaramıza parmak basan ülkelerin oyuncağı olan PKK’nın lağvedilmesi için çok büyük bir adım attı.
Bu adımı kabul edemeyen “dost bilinen yabancı devletler” başladılar 40 yıldır besledikleri “maşalarını” kullanmaya.
İşte Türk toplumu o zaman Türkiye üzerine ne büyük oyunlar oynandığını gördü.
Emniyet ve Yargı’daki yapılanmalar ile 17-25 sivil darbe girişimi ve MİT Başkanı Hakan Fidan’ın sorgulanması olayları bu hain örgütün kirli yüzünü gösterdiği büyük olaylardı.
Bu adımlarıyla başarılı olamayan FETÖ’nün ne kadar ileri gidebileceği 15 Temmuz’da ortaya çıktı.
15 Temmuza kadar basında “ama, lakin, fakat” itirazları ile başlayan cümleleri kuran basın temsilcileri de gerçeği ayan beyan gördü.
Peki basın bu olaylar yaşanırken nerede duruyordu?
28 Şubat’taki pişmanlıklar basının daha tarafsız olması gerektiğini tüm kamuoyuna gösterdi.
Basın, 2010’a kadar Türkiye’nin kalkınması ve demokratikleşmesi için atılan tüm adımlara olumlu destek verdi.
Hatalarından bir miktar ders çıkarmıştı basın kuruluşları.
Artık birilerinin maşası olmak istemiyordu.
Ama 2010’lu yıllar maalesef durum yine eskiye döndü.
O sihirli sözleri kullandı ülkeyi bölmek isteyen hainler:
“Basın özgürlüğü nerede?”
Tüm darbelere ve istikrarsızlıklara rağmen basına sansür uygulanmadı.
Çünkü halk gerçekleri görüyordu.
15 Temmuz, basın kuruluşlarının güven sınavı verdiği bir gün oldu.
En uzun gece…
En uzun gündüz…
Basın emekçileri canlarını hiçe sayarak hain darbe girişiminin vatandaşa yöneltilen namlularını an be an ekranlara yansıttı.
Basın 20 yıl önceki hatasına düşmedi.
Sınavını çok iyi verdi.
Öyle bir emek verildi ki, bu emek sayesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan vatandaşa sesini duyurabildi. Vatandaş ekranlarda yaşananların gerçekliğine olanca çıplaklığı şahit oldu.
Yaşananlara sarih bir bakış ile bakıldığı zaman aslında 15 Temmuz’un darbecilere karşı bir “Basın Darbesi” olduğunu ayan beyan ortada.