Basıncı düşürmek şart!..
“At ve it izlerinin birbirine karışmasından” hep birlikte şikayetçi olduğumuz bir süreçten geçiyoruz.
“Kimsenin kimseye güveni
kalmadı!” civarında
bir yerlerdeyiz.
Bugün “Babalar Günü” ve “Bu
devirde babana bile güvenmeyeceksin arkadaş!” lâfı tedavülde.
Basıncın
gittikçe arttığı bu ortamda, provokatif saldırılar birbiri ardına geliyor ve
milyonlarca vatan evlâdını “Daha neler
neler olacak!” endişesi kaplıyor!
Parti
binalarına birbiri ardına saldırılar, böyle bir ortamda meydana gelince, endişe
katlanıyor.
*
Bir
yanda, “ilk bakışta” görünenler var,
öbür yanda da “medyada” büyük ölçüde
hâkim oldukları anlaşılan güçlerin “sinsi”
tezgâhları.
Cumhurbaşkanlığı
Yüksek İstişare Kurulu toplantılarından birinin ardından yapılan resmi açıklamada,
bazı medya yapılanmalarının toplumun değerlerini hedef alan büyük bir “oyun”u sahneye koydukları tespiti dikkat çekmişti.
Biz de, “Tespitte bulunmak faydalıdır ama yetmez. Cumhurbaşkanlığı, bir
‘organize tezgâhın kurulduğunu’ tespit etmişse, elindeki büyük imkânlarla bu
‘tezgâhı’ dağıtmalıdır!” muhtevalı değerlendirmelerimizi sizlerle
paylaşmıştık.
Dikkatinizi
çekiyordur mutlaka, son vakitlerde birbiri ardına “psikolojik travma” dizileri yayına veriliyor.
Birçok
programda “toplum psikolojisi”nin hedef
alındığını görüyoruz.
“Güzelim
Türkiyemiz” adeta “manyaklar ülkesi”
olarak resmediliyor, her memlekette meydana gelebilecek “istisnai” görüntüler genelleştirilerek!..
Bilhassa gündüz programlarında, öyle tipler ve öyle çarpık ilişkiler sergileniyor ki, bir saat izleyen kafayı sıyırmanın eşiğine gelir!..
Diğer
yandan, sosyal medyadaki “kriz üretim
merkezlerinin” var güçleriyle çalıştıklarını, hemen her olayı, her
görüntüyü toplumu “delirtmeyi”
hedefleyen birer “psikolojik terör”
vasıtası olarak kullandıklarını görüyoruz.
“Profesyonel odaklar” tarafından üretilen “asap bozucu” malzemeler, “öfke, nefret, kızgınlık” gibi negatif
duygularla hareket eden psikolojileri iyice bozulmuş tipler tarafından hızla “kopyalanıyor” ve dağıtılıyor.
Bu
berbat ortamda neyin doğru, neyin yanlış olduğu hiç önemli değil.
“Kin ve nefret iklimi”nde çatışan taraflar,
gözleri dönmüş halleriyle ortamı kirletiyor, geriyor, karartıyor...
Adalet,
hakkaniyet, sağduyu gibi duygular rafa kaldırılmış durumda.
Eline
klavyeyi alan, ortamı terörize ediyor!
Bulundukları
her ortamda gerilimi arttıran, sürekli olarak hakaretler savuran bazı
siyasilerin sahneyi iyice alevlendirdiklerini görüyoruz.
“Gündemde yer bulma”, “tribünlerden alkış alma” gayretindeki bazı “kanaat önderi”,
“akademisyen” “gazeteci” (!) etiketli
zatlar da bu süreçte son derece “tehlikeli”
işlere imza atıyor.
“Karşı tarafın” hassasiyetlerini kaşıyan bu
zatların yaptıklarının sözde savundukları değerlere ve kişilere sahip çıkmakla…
O değerlerin
ve kişilerin mücadelesini vermekle filan alâkası yok!
Ortamdan
“rating” kapmaya çalışırken, ateşe benzin
döküyorlar.
Bu
tipler için memleket batmış, çıkmış…
Birileri
için “kirli eylem” alanları açılmış
açılmamış, hiç önemi yok!..
Onların
hitap ettikleri tribünler var ve o tribünlerde “gladyatörleri ölümcül ihtirasla” seyreden kitleler!..
Bu
“kamplaşma” oyununun dışında da milyonlarca vatan evlâdı var, onlar da, “seslerini duyuramamaktan” dolayı
şiştikçe şişiyor, çaresizlik duygusundan kaynaklanan basınçla etraflarına
patlıyorlar!..
Devletin
derinliklerinde de çok şeylerin olduğunu görüyoruz…
Farklı
“klikler” özellikle “derin sol yapının” belirgin medya
organlarına malzemeler taşıyor, oralar üzerinden kavga ediyorlar…
Böyle
bir ortamda…
Ak
Parti ve HDP binalarına “nefret”
motivasyonlu saldırılar vuku buluyor.
Bugüne
kadar her biri bir başka memleketi “alt üst” edecek darbelerle, darbe
girişimleriyle, büyük terör olaylarıyla karşı karşıya kalan Türkiye, bunca
badireden “ayakta kalarak” çıkmayı başarmışsa da…
Bütün
sarsıcı olayların, bünyede ağır hasarlara yol açtığı da muhakkak.
Bir
misal:
Geçtiğimiz
günlerde, durumuna müdahale edilen bir “ağır hasta”nın doktoruna “bilgi almak”
üzere gittim.
Dedi
ki,
“Hastada bir sıkıntı oluyor,
hemen müdahale edip bastırıyoruz…
Bu sefer de başka sıkıntı
oluyor, onu da bastırıyoruz…
Her müdahalede ağır ilaçlar
vermek mecburiyetinde kalıyoruz…
Bir başka, bir başka…
Derken…
Her müdahalede tespihten bir
tane eksiliyor…
Yakında, korkarım ki, tespihsiz kalacağız!”
Allah
muhafaza!..
*
Memlekette
tespit taneleri teker teker dağılıyor mu?
Son
vakitlerde artan gerilimi yumuşatmasını umduğumuz bir takım “reform”
adımları atılıyorsa da…
Bunlar
yeterli olmayacak gibi…
Türkiye’yi
yöneten kadronun, olanın bitenin farkına varmaması elbette mümkün değil.
Hem
dış, hem de iç politikada durumu toparlamaya matuf adımların atılmaya
çalışıldığını görüyoruz.
Özellikle
“ekonomi üzerindeki” basıncı düşürmek
ve “yoksul, yarı yoksul” hane
halkına biraz olsun nefes aldırmak çok önemli.
Bunun
için de ülkeye yeterli “kaynak girişi”nin
sağlanması gerekiyor.
Bu
konuda çok büyük çabaların sarf edildiğini, “ihracat” imkânlarının çok daha
detaylı bir şekilde ele alındığını görüyoruz.
Çalışmalar
“yarayı kapatmaya” yetmese de,
olumlu sonuçlar veriyor.
Buraları
yakından izliyoruz.
Turizmde
hiç olmazsa yazın ikinci yarısını kurtarabilmek ve yılı “fena olmayan bir neticeyle kapatabilmek” için, Rus Heyeti’nin “ukâla” denetimine tahammül etmek dâhil
her şey yapılıyor.
İnşaat,
önümüzdeki süreçte de “mecburen”
ağırlık verilecek sektör.
“Dış politikadaki” gelişmelerin, bu sektörün biraz
olsun hareketlenmesine katkı sağlaması beklenebilir.
İnşaat
ve turizm gibi, istihdam yükünün büyük kısmını taşıyan iki sektörün canlanması
ile basınç biraz olsun düşürülebilir…
Bunlar,
bizim “doğrudan” katkıda bulanabileceğimiz işler değil.
Bu
ülkenin “eli kalem tutan” vatan evlâtları olarak, “kızgın demiri” soğutmaya ne
kadar katkımız olabilir?
Biz, her kelimemizi itinayla seçmeye ve bütün
vatandaşlarımızla “iletişim kanallarımızı” açık tutmaya gayret ediyoruz.
Ailemizin
vefatlar ve hastalıklarla sarsıldığı bu süreçte, her gün, farklı görüşlerden en az 10 vatandaşımızla sohbet etmeye
çalışıyoruz.
Daha
önce, bana “kızgınlıkla” bakan bazı vatandaşlarımızın tavırlarının değiştiğini,
hatta bazılarının çayımızı içmek ya da çay ikram etmek için “söz aldıklarını”
memnuniyetle görüyoruz.
Bütün siyasiler,
gazeteciler, akademisyenler, bürokratlar, sokaktaki vatandaşla “birebir” iletişim halinde olsalar…
İyi
olmaz mı?..
Hiçbir şey yapamıyorsak, bunu yapalım bari!..