‘Basın ve İfade Özgürlüğü’nün bu kadarı da!
AK Parti’nin iktidara gelmesinden önce, basın ve ifade hürriyeti alanında öyle kısıtlamalar vardı ki…
O günlerde görev yaptığımız Anadolu’da Vakit adlı gazetemizde, bu durumun mizahı olarak “Kuru Fasulye Tarifi” manşetini atmıştık.
Oraya kadar gelmişti işler, ne desek, ne yazsak, bir yerinden tutup dâvâ açıyorlardı.
Gazete binaları basılıyor, karınca incitmemek için seke seke yürüyen tecrübeli gazeteciler adeta birer “örgüt mensubu” muamelesine tabi tutuluyordu.
DGM’ler ikinci adresimiz haline gelmişti.
Bunların yanı sıra, “derin örgütlerin” hedefindeydik;
Fizikî ve psikolojik şiddetin pek çok yöntemini deniyorlardı.
Gazete ekonomisinin çökertilmesi için de yapmadıklarını bırakmadılar.
O günler “yiğidin harman olduğu değil az bulunduğu” günlerdi;
Bendeniz de kanı “çok hızlı” akan bir genç olarak, o dönemde topa girmeyen, hatta “28 Şubatçılara göz kırpan” meslektaşların, etraf temizlendikten sonra “parsayı toplayacakları” ortamın yollarını açmakla meşguldüm!
İstiyordum ki, Türkiye düze çıksın, Anadolu insanın yüzü artık gülsün, kısır çekişmeler bitsin, basın ve ifade özgürlüğünün alanı genişlesin.
Bunlar oldu, basın ve ifade özgürlüğünün alanı “fena halde” genişledi.
O kadar genişledi ki, bir vakitler “Cumhurbaşkanı’na ima yoluyla hakarete teşebbüs” davalarına muhatap olan bizler, Cumhurbaşkanı’na, Devlet’e, Devlet’in kurumlarına hakaretlerin adeta “karşılıksız kaldığı” bir memleket tablosuyla karşı karşıya kaldık.
Savcı katledenlerle, hem de “olay anında”, yani Şehit Savcı’nın kafasına silah dayalıyken “röportaj” yapanın bile, hem de “yerli ve milli” denilen medyada “çakılı konuk” oluşuna şâhitlik ettik!
Yâni…
Bugün basın ve ifade özgürlüğünün sınırları, başka hiçbir Devlet’te olamayacak kadar geniş!..
Cumhurbaşkanı’nın, hükümetin, yapılanların, yapılmayanların tenkit edilmesinde, “yanlışlara ve eksikliklere” dikkat çekilmesinde büyük faydalar gören bendeniz, “Bu kadarı da fazla ama!” deme noktasındayım.
Batı’nın basın ve ifade özgürlüğü alanının genişliği bakımından en fazla örnek gösterilen devletlerinden herhangi birinde, devletin ve devlet yöneticilerinin hakaretlere, iftiralara uğramasına, anayasal düzenin hedef alınmasına, halkı katledenlere destek verilmesine asla ve kat’a müsaade edilmez.
Bugün içinde bulunduğumuz ortam, tam bir “küresel kriz” ortamıdır.
Bir “olağan olmayan hâl”i yaşıyoruz, bu sıkıntıdan selâmetle çıkabilmemiz için herkese görevler düşmektedir.
“Geniş toplum kesimlerine” seslenebilme imkânı olanların sorumlulukları elbette çok daha fazladır.
“Ağzımın önünde mikrofon, elimin altında kalem var!” diyerek her istediğinizi söyleyemez ve yazamazsınız!..
Küresel salgının yıkıcı etkileriyle mücadele etmeye çalışan ülkemin “savunma mekanizmalarını” çökertmeye matuf yayınlara, yazılara imza atamazsınız!
Bazı “gerçeklere” vurgu yaptığınızı iddia ediyorsanız, o gerçeklerin belgelerini açıkça ortaya koymak mecburiyetindesiniz!..
Tarihten gelen “hınçların” etkisiyle, Türkiye’nin batmasını isteyen dış güçlerin arzuları doğrultusunda, işleyişin dibine “dinamit” yerleştirmeye kalkmanın elbette “hukuki” karşılığı olmalıdır.
Amma velâkin bugüne kadarki uygulamaların çoğu, “Atış serbest, bir şey olmaz!” diyenlere cesaret vermektedir.
O kara dönemlerde, “basın ve ifade hürriyeti sınırlarının genişletilmesi için” hayatını ortaya koymuş bendeniz bile…
“Bu kadarı da fazla arkadaş!” noktasına gelmişsem, ortadaki arıza çok büyük demektir.
Vatandaşlara virüsü etrafa bulaştırmak suretiyle sağlık sisteminin çökmesine yol açmamaları için sıkı karantina tedbirlerinin uygulandığı şu dönemde…
Sistemin tamamını çökertmeye matuf sözde haberleri, paylaşımları ibretle izliyoruz…
Bir yanda, “rayting olsun diye” virüs ile mücadeleyi olumsuz etkileyecek “sağlık” (!) tavsiyelerinde bulunanlar…
Diğer yanda da…
“Devlet’in, ülke ekonomisinin dibine dinamit koymak” niteliğindeki paylaşımlarıyla dikkat çekenler…
Bunlar çok tehlikeli işler ve “yaptırımları” güçlendirmek suretiyle mutlaka engellenmesi gereken işler.
Bu türden paylaşımların ve sözde haberlerin “getirisi” yüksek olur.
Türkiye’nin virüs ile mücadelede birçok noktadan avantajlı olduğunu, -eksiklikler olmakla birlikte- bugüne kadar iyi gelindiğini yazdığınızda söylediğinizde, “ilgi çekici” olmazsınız.
Toplumu panik ve endişeye sürükleyecek sözde haberlere “imza” attığınız takdirde büyük ratinglere ulaşırsınız…
Ülkeyi “yalan, yanlış haberlerle”, daha doğrusu “dedikodularla” çökertmeye çalışanları “caydıracak” hukuki tedbirler alınmazsa…
Var olan tedbirler bile “sağlıklı şekilde” uygulanmazsa…
“Yapan” mükâfatlandırılmış olur!
Esas olan basın ve ifade hürriyeti alanının mümkün olduğunca geniş tutulmasıdır.
Amma velâkin, bu alanın içinde, hem de küresel salgınla amansız mücadele döneminde, “Millet’in ve Devlet’in temeline dinamit koymak” yoktur!
Bunları, 17 Ağustos Depremi’nin ardından oluşan güç şartlarda, o günün “ara dönem koalisyonu” yıkımın altında kaldığı halde, “Yönetimi eleştirirken, Devlet’in deprem zararlarıyla mücadele çabalarına zarar vermemenin” önemine dikkat çekmiş bir vatan evlâdı olarak yazıyorum.
Bir de, Ak Parti iktidarına, ne kadar isabetli oldukları ilerleyen süreçte ortaya çıkan “sert eleştirilerde” bulunmuş bir vatan evlâdı olarak!