"Başıboş köpek terörü" niçin başıboş?-1
Onlarca insanın öldüğü, çocuklarımızın, engellilerimizin,
yaşlılarımızın ve diğer insanlarımızın saldırıya uğradığı, öldüğü, sakat
kaldığı, kalıcı yara izleri aldığı, maddi ve psikolojik travmaya maruz kaldığı,
sokağa çıkmaya korkar hale geldiği, toplumu bu derece rahatsız eden konu artık “Köpek
Terörü” halini almış durumdadır. Bu terörü yapanlar, terör destekçileri ve
terörden beslenen rantçılar oluşmuştur. Diğer tarafta da terör mağdurları
vardır (bu gruba doğrudan terör mağdurları ve hayvanseverler dahildir). Yani
ülkemizin dört ayaklı sorunu vardır. Taraflardan bir diğeri de “izleyiciler”
grubunu oluşturan karar vericiler, uygulamacılar, siyasetçiler, yöneticiler
grubudur. Marjinal bir kitlenin “örgütlü saldırganlığı” toplumdaki
duyarlı kişileri sindirmeye yöneliktir. Bu saldırganlar suç işlemekten
çekinmedikleri gibi, kızını kaybetmiş yüreği yanan bir anneye bile insanlıkla
bağdaşırlığı bulunmayan cümleler kurabilecek seviyeye kadar düşmüştür. Bu
yanlışlar nedeniyle, gerçekten hayvansever olanlar da yanlış anlaşılmakta,
manipüle edilmekte, hatta bu saldırganlıktan masum hayvanlar da zarar görmekte,
toplumsal huzur da bozulmaktadır. Bunların
bazılarının bölücü terör örgütleri ile irtibatlı olduğunu da görüyoruz. Bu
anlamda, sorunun çözümünde sosyal barış/ikna
yöntemleri çok önemli haldedir. Dünyada ve ülkemizde yayınlanmış BCG Dallas
Raporu ve Köpek Sorunu Raporu gibi ciddi raporlar ve AB üyesi vs medeni
ülkelerde sokaklarda başıboş köpek bulunmasının önlendiği örnekler
bulunmaktadır, bunlardan da yararlanılabilir olmasına rağmen konunun başıboş
kalması ülkemizin bir ayıbıdır. Cumhurbaşkanlığı koordinasyonunda Sağlık
Bakanının her gün covid verileri açıkladığı gibi, Çevre ve Şehircilik Bakanı ve
İçişleri Bakanı da köpek terörü vakıalarının mağdurlarına ilişkin sayısal
verileri günlük açıklamalıdır. Bu terör bu seviyeye geldi arttık...
Ülkemizde hemen hemen her konuda olduğu gibi toplumu aklı
selim zemininden uzaklaştırıp gerginlik ve ihtilaf unsuru olma ihtimali olan
istisnasız her konu sonuna kadar kaşınmakta ve toplumsal kutuplaşma/çatışma
teşvik edilmektedir. (Sosyal) medya etki ajanlarından bu amaca hizmet edenler
de çok sıkı çalıştırılmaktadır. Meselelerimizi “iletişim” ve “yönetişim”
esasları ile seviyeli, saygılı, medeni ve sağlıklı bir iletişim dili kullanarak
çözemiyoruz, sadece “iletim” yapıp geçiyoruz. Aynı şekilde, bütün paydaşların
katılımı ile karşılıklı hassasiyetlere saygı duyulan “yönetişim” esasları ile
sorun çözme kültüründen de her geçen gün daha uzaklaştırılarak “yönetme” ve
kişisel isteklere odaklı bir toplumsal davranış modeli topluma hakim
kılınmaktadır. “İletişim” ve “yönetişim” teknikleri ile “çatışma yönetimi” konusunda
sosyal farkındalık oluşturularak toplumsal kültür seviyesinin yükseltilmesi
huzurlu bir toplum olabilmemiz için elzemdir.
Başıboş köpek konusundaki durum da
diğer konulardan hiç farklı değil. Halkımızın çok ciddi şekilde rahatsız
olduğu, başıboş köpek sorunu da tamamen başıboş bırakılmış durumda. Çözümsüzlüğün çözüm olarak sunulmasından
dolayı konunun her iki tarafı da fevkalade rahatsız. Meselenin detaylarında çok
boyutlu bir problem var ancak aslında işin özü “Önce köpek mi insan mı?” sorusuna odaklanıyor. Köpeklere göre mi
insanlar sosyal hayatı düzenleyecek, insanlara göre mi köpeklerin yaşamı
düzenlenecek, bu konuda bir karar verilmesi lazım. Başıboş köpek terörü
konusunda yazı yazacağımı duyurduğumdan beri yağmur gibi görüş ve öneri
yağıyor. Bu da halkın bu sorundan ne kadar rahatsız olduğunu gösteriyor. Köşe
yazısı değil de başucu kitabı yazılacak kadar çok detay ve sorun var aslında.
Görüşlerin bu kadar çok olduğu bir konunun tek bir köşe yazısında bitirilmesi
mümkün olamayacağı için bu konuyu yazmaya devam edeceğiz…
Öncelikle, farklı görüşler bulunmakla birlikte, hiçbir
canlının yaratılış amacına aykırı muameleye tabi tutulmaması gereklidir. Bu
yönü ile köpeklerin katledilmesi, öldürülmesi, itlaf edilmesi, uyutulması vs
söylemleri zulümdür. Fiili veya potansiyel bir salgın hastalık
bulunmadığı sürece her canlının yaratılış amacının sınırları doğrultusunda
yaşama hakkı vardır. Bunun ihlal edilmesi de sınırın aşılması da zulümdür.
Ancak, Allah bütün kainatı insan için yaratmış, insanın hizmetine sunmuştur.
Güneşi insanın gözüne göre, havayı nefesine göre, canlı cansız bütün varlıkları
da insana hizmet etmesi için yaratmıştır. Köpek ile insanın münasebetinin “eşitlik” değil “hiyerarşi” olduğu gerçeğini unutmamak lazımdır. Bu bağlamda, dünya ülkeleri başıboş hayvan konusunu
çözerken “Hayvan refahını” esas alır.
Zaten “Hayvan hakkı” denen şey
dünyada sadece radikal hayvan örgütleri ve radikal vegan örgütleri tarafından
savunulur, bu hayvanın insanla eşit olduğu yaklaşımını taşır. İnsan=Hayvan
denilmesi doğru değildir. Hukukumuzda
hayvan bir mal/eşya hükmündedir. Hak sahibi değil, insanların üzerinde hak
sahibi olduğu canlı varlıktır. Ayrıca, gelen bir bilgiye göre “Türkiye’deki
hayvan örgütleri yıllardır meclisi, milletvekillerini ve bakanları “EVRENSEL
HAYVAN HAKLARI BEYANNAMESİ” isimli uyduruk metinle bilerek/bilmeyerek
baskıladılar. Ama o metin Prof. George Heuses tarafından hazırlanan BM ve
UNESCO ile ilgisi olmayan bir metin. “UNESCO
Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesi” isimli belge aslında yok. Unesco salonunda
bir sivil toplum kuruluşunun program yapıp kendince okuduğu beyannameyi
yıllarca UNESCO beyannamesi olarak sundular. 2019’daki hayvan hakları komisyon
raporunda dahi 11 yerde buna atıf yapılmış. Böyle bir belge yok uydurma.”
Halkımız kısırlaştırmayı da sorunu çözücü görmüyor. Zira, köpekler insanlara cinsel saldırıda bulunmuyor ki kısırlaştırma çözüm olsun. Maliyeti bir yana, kısırlaştırmanın saldırganlığı önlemediğine “Sürü Halinde Yaşayan Başıboş Köpeklerin Sosyal ve Reprodüktif Davranışları Üzerine Kısırlaştırmanın Etkisi” başlıklı bilimsel çalışmada “agresyon davranışlarında değişiklik olmadığı belirlenmiştir”. Fiziksel saldırı var bu nedenle, medeni ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de “ACİLEN” sokakların köpeklerden arındırılması lazımdır. Bütün batı medeniyetini yok sayıp da Hindistan ve Pakistan’ı mı örnek alalım? İnsanlar sokakta köpek tehdidinden bıktı. Devletin bunu çözmesini istiyor. Köpeklere hayvanseverler ile “yönetişim” içinde kurulacak yaşam alanları oluşturulması lazım. Mevcut barınakların çoğu ölüm kampı gibi olduğu için şikayet var. Mama konusunun bir ranta dönüşüp dönüşmediğinin de denetimi yapılmıyor zira, 2021 yılı küresel kedi-köpek maması pazarı 130 milyar $. Bu bağışların da devlet denetimine açılması, devletin kontrolünde bağış usulü geliştirilmesi lazımdır. Her önüne gelenin sokaklara mama dökmesi, hatta çiğ et vererek hayvanı saldıganlaştırması, dilediği yere kulübeler koyması vs yasaklanıp bunları yapanlara para ve hapis cezası verilmesi gerekir. Kuduz riski, kist hidatik, parazit gibi sağlık problemlerine neden oldukları gibi Monkeypox'un, yani maynun çiçek hastalığının ABD'de köpeklerden yayıldığı da belirtilmektedir. Bu risklerin de sokaklarda serbest yayılması halk sağlığını tehdit ediyor.
En önemlisi de 5199 Sayılı Kanun büyük ölçüde
değiştirilmelidir. Son olarak, idareler (belediye ve valilik) ortaya çıkan her
türlü mağduriyetten “sosyal risk” esasına dayalı olarak hukuki sorumluluk
altındadır. Bu hukuki sorumluluk yolu, ihmal suretiyle kusurlu yöneticilere
rücu edilmek üzere kurumlara yönelik işletilmelidir.