Başbakan Erdoğan'ın Gözyaşları
İnsani bütün özellik ve güzellikler insanlaşmış olanlarda, yani beşer olmaktan erdemiyle, faziletleriyle insanlığa terfi etmişlerde görülür. Yoksa insani kimi özellikleri taşıyan, mesela görüntüsü, yeme içmesi, kavga etmesi, çoluk çocuğuna bakması, kendisini uçurumlardan aşağı atmamamsı kişiyi 'insan' kılmaz.
Biraz daha açayım:
Kimi hikmet ehli, her insan kılıklı ve insan kılıflı kişiyi 'insan' olarak değerlendirmiyor. Bu ehli hikmet, 'insan' olmanın bir terfi olduğunu, bunun için de şahsi kesbin (çalışarak elde ettiğinin) olmazsa olmaz olduğunu öne sürer.
Doğrusu benim de katıldığım bu düşünceye göre beşer olmakla 'insan' olmak farklıdır. Bu fark hak-hukukta, yasalar önündeki eşitlikte, kişiler arası ilişkide değil; insani erdemle ilgili beklentidedir. İnsanlar, kimin 'insani' süreci tamamladığını, kimin ise henüz tamamla(ya)madığını bilerek on(lar)a dair ümit ve beklenti içinde olur.
Biliyorum, örneklerle biraz daha açmam gerekiyor, yoksa Kılıçdaroğlu bunu yeterince kavrayamayınca yazmamızın da bir anlamı kalmıyor.
Evet,
İnsan/lık kendisine, çoluk çocuğuna, yakınlarına iyi davranmakla ölçülmez. Çünkü pek çok hayvanın bırakın kendi yavrusunu diğer hayvanların yavrularına da annelik ettiği görülür. Mesela koyunun kedi yavrusunu emzirmesi, mesela pek çok kere bir anne köpeğin koyun ya da aslan yavrusunu emzirmesi, beslemesi ve onu büyütmesi gibi 'şefkatli' davranışları görmeyenimiz yoktur. Bu durum beşerde biraz daha gelişkin olmakla beraber, insan olmak için başka başka özellikler de gerekli.
Tabi ki,
İnsan olmak başkasının çoluk çocuğuna da kol kanat germektir. Bu yeter mi?
Hayır, başkasının çocuklarının hakları için mücadele etmektir insanlık. Çünkü insan olmanın çok önemli bir hasleti de kendisiyle beraber başkalarının hak ve hukukuna sahip çıkmak için mücadele etmektir.
İnsan olmak, haksız güçlülere karşı duruş sergilemektir. İnsan olmak, aç insanlara yardımda bulunamıyorsa bile onun için yanmaktır, üzülmektir.
Tabi ki insan olmak 'ötekiler'in derdiyle dertlenmektir. İnsan olmak, başkaları için sevinmektir, üzülmektir. Başkalarının acısını acısı bilmek, bu şiddetli bir acıysa ve deva bulunmuyorsa ona ve onunla ağlamaktır insanlık. Ağlayınca 'çaresiz-aciz-zavallı' olmuyorsunuz, 'her şeyin sahibine' halinizi arz ediyorsunuz gözyaşlarınızı yoğurarak dualarınızla.
İnsan başkaları için ağlıyorsa bu onun ufkunu da yansıtır.
Mesela, Kılıçdaroğlu, Suriye'de kimyasal silahlarla balık gibi çırpınarak can veren bebekleri görmezse en soft ifadeyle vicdansız, Mısırlı Esma'ya ağlamazsa en hafif deyimiyle beşer olur.
Ama insan olan herkes gibi Tayyip Erdoğan Filistinli, Suriyeli, Mısırlı yarın da Bolivyalı çocuklara ağlıyorsa bu, "bi eyyi zenbin kutilet/hangi suçtan dolayı katledildi/ler" fermanının verdiği merhameti kuşanmaktır.
Keza ağlamayan Kılıçdaroğlu için "bize ne" anlayışı, ilerisi için de bu zulümlerle ilgili bir şey düşünmemek anlamına gelir. Ama Tayyip Erdoğan'ın edindiği "hangi suçtan dolayı katledildiler" anlayışı, 'bir şeyler yapılmalı ki bu zalimlerin zulmü sona ersin' ufkunun genişliğini gösterir. Bu yüzden Kılıçdaroğlu'nu kınamıyorum, çünkü ondaki beşer-insan arası kumaştan bu (kadar) 'insanlık' çıkıyor.
Konuyu "edimsel ve t/özsel" kategoriden çıkarmak için çok çırpındığımı fark etmişsinizdir, ama ne yapsam da konu felsefi alana kayıyor. Bu yüzden şimdi Kılıçdaroğlu'nun başbakan Tayyip Erdoğan için söylediği "ağlamak çaresizliktir" ifadesine geçebiliriz.
Çaresizlik her insanın uğrayacağı bir durumdur, dünyada yalnız yaşamıyorsunuz. Dünyada beraber yaşadığınız diğer güç sahibi kişiler, henüz'insan' olma serüvenini tamamlamamış olabilirler. Dünya hali, 'serüvenini tamamlamamış güç sahibi bu kişiler' yeryüzünde zulüm ve katliamlarda bulunabiliyor ve siz -şimdilik gücünüz dahilinde olmadığı için- bu katliamları engelleyemiyorsanız o zaman hem 'çaresizlik'inizi Allah'a arz için ağlarsınız ve hem de yapılan katliamlara karşı kalbiniz daralır, gönlünüz kaynar, vicdanınızın harareti gözyaşlarınıza dönüşür.
İşte, bu minvalde, akan gözyaşlarını hiçbir set, hiçbir baraj, hiçbir kaygı durduramaz; hıçkırık gibi, tik gibi iradenizi aşarak kendiliğinden boşalıverir. Bu 'insani' hasletlere sahip olamayanlar; vicdansızlıklarını, sorumsuzluklarını düşüneceklerine taşan gönüllere sahip olanları eleştirilerse insan/lık için mevkilerini de belirlemiş olurlar;
Daha çoooooook var.
Bir de gözyaşlarının essah olup olmadığı meselesi var, bunu bilmek zor değil:
Eğer bir olay karşısında toplumun kayda değer kesimi gözyaşı döküyorsa ve siz de bu acı için ağlıyorsanız bu ağlamanıza hiçbir Allah'ın kulu 'yalandır' deme hakkına sahip değil. Sizin ağlamanızı sorgulayan kendi ağlayışını da sorgulatmış olur ki, kimin gözyaşlarının hakiki, kimin sahte/yalan olduğuna Allah ve görenler karar verir.
Bu sebeple, dediğim gibi gözyaşlarının essah olup olmadığını bilmek için çok önemli bir kriter var:
Toplumun önemli bir kısmı Esma'ya ağlıyor ve siz de ağlıyorsanız buna yalan diyenin dürüstlüğü tartışılır.
"Oy kaygısı" mı dediniz?
Tayyip Erdoğan'ın oy kaygısı yoktur, her 2 kişiden 1 kişiden fazlasının oyunu alanın oy kaygısı mı olur Allah aşkına? Bunu söyleyenler biraz insanların arasına karışsınlar, dünyayı seyretsinler, sosyoloji, tarih okusunlar ve Kur'an-ı Mubin'iu2026
Son olarak,
Kılıçdaroğlu'nun; günahına-sevabına, kalitesine-güvenirliğine, dürüstlüğüne ve diğer güzel ve özel hasletlerine inandığı Mustafa Kemal'in döktüğü gözyaşlarına bakalım:
"Osırada, saz heyeti Selahattin Pınar'ın "Gel Gitme Kadın" şarkısını çalıp söylemeye başlar... Birden Atatürk durgunlaşır ve susup şarkıyı dinler... Paşanın ani hüzününü farkeden masadaki konuklar, kadehlerini, çatallarını usulca bırakıp, susar. Atatürk başını tabağa eğer, gözlerinden yaşlar süzülür ve göğsüne doğru akarak, gömleğini ıslatır." Yani, Mustafa Kemal bir şarkı dinlerken gözyaşlarına boğulur ve bence çok doğaldır, da...
Kılıçdaroğlu'nun buna ne diyeceğini vallahi merak etmiyorum, Kılıçdaroğlu belengazın teki, ne diyeyim?
Twitter: @ahmetay_