Başarıyı boşver!
“İki B” tavsiyesini bilir misiniz?
Başarıyı Boşver!..
Kendimizi bildik bileli, bize mutlaka “başarılı” olmamız gerektiği telkin ve tavsiye ediliyor.
Başarı nedir, kriterleri nelerdir, bunları kimler
belirlemiştir?
“Başarı” denilen, meselâ “öğrencilikte başarı” denilen, en yüksek notları almak mıdır?
Hep “takdir”
getirmek midir?
Okul birincisi olmak mıdır?
Böyle çocuklar bilirim, “çok
başarılı” denilenlerden.
“Başarıya” şartlandırılmış, sürekli olarak ders
çalışan, habire soru çözen.
Öğretmenlerin parmakla gösterdiği…
Sınavlarda çok yüksek not almaları, anne-babalarının, hocalarının
yüzlerini ağartmaları beklenen.
Bunlar içinde okul, mahalle arkadaşlarım da oldu.
Bu çok başarılı
çocuklardan bazılarıyla yıllar sonra karşılaştım.
Sohbetler ettim.
Ne yazık ki, gördüğüm bütün misallerde “mutsuz aile” tablosu çıktı karşıma.
Çoğu boşanmış, oğullarıyla kızlarıyla aşılması güç problemler
yaşıyor.
Çok mutsuz!
Ah, bu çocuklara “sınav
başarısı” kadar, “saygı ve sevgide başarı”
da telkin edilmiş olsaydı!
Başarı nedir, mesela “şöhrete”
erişmek midir?
Bir
vakitler, yani tam olarak 28 Şubat sürecinde her akşam ekranlarda, tartışma
programlarında olan bir tanıdığımız, o devir geçince davet edilmez olmuş…
Etrafın
ilgisine, pohpohlamasına, şöhrete
alışmış durumdaki tanıdığımıza, etrafındakiler, bir süre “Sizi ekranlarda göremiyoruz!” yollu iğneleyici sorular yöneltmiş.
Sonra sonra,
program davetleri gibi, o sorular da kesilmiş.
Şimdilerde
ismini bilen çok azdır.
Caddede, sokakta yürürken ancak “eski dostları” yolunu kesip sohbet
ediyormuş.
Arkadaşımız
bunalımda haliyle, alışırsan fena!..
Başarı nedir, hep bahsedilen olmak mıdır?
Çok “mühim” koltuklarda oturmak mıdır?
Çok para
kazanmak mıdır?
“Başarılı olmak ister misin?” diye sorduklarınızın tamamına yakını
“elbette, kim istemez, evet, kesinlikle”
yollu karşılıklar verecektir.
Bu
arkadaşlara,
“Başarı nedir?” diye sorun bakalım, neler
diyecekler?
“Başarı” tarifinin içinde “İyi
bir kul olmak” pek yer almayacaktır,
ben tecrübe ettim gördüm..
Bunları
yazarken, aklıma “ölmüşlerimiz”
geldi birden.
Yaşımız 60’a
yaklaştı, bunca yılda birçok yakınını toprağa vermiş oluyor insan.
Eski
arkadaşlardan bazılarının “yıllar evvel”
öldüklerini de öğrenebiliyorsunuz.
Cuma
geceleri, konu döner dolaşır ölmüşlerimize gelir.
Gözümün
önünden geçiririm simâlarını.
Her biriyle
iyi-kötü hatıralarımız vardır.
Kimileri “Kubbede hoş sadâ”dır, kimilerini ise “Neyse, ölmüşün arkasından kötü konuşulmaz!”
diyerek yâd ederiz.
Biz nasıl
bir sadâ bırakacağız acaba gittiğimizde?
Böyle,
düşünürken…
Mevkileri,
makamları, zenginlikleri pek gelmez aklımıza ölmüşlerin.
Dünyalık “başarı”lar çok gerilerde kalmıştır.
Önemini
çoktan yitirmiştir.
Ölen
ölmüştür, biz hayattayızdır.
Biz
ölmeyecek gibiyizdir.
Giden gider;
koltuklarını bırakır gider, unvanlarını bırakır gider, paralarını bırakır
gider.
Bir kısmı
da, arkalarında mal için kavga etmiş ve birbirlerinden bu yüzden kopmuş
mirasçılar bırakır da gider.
***
Geçtiğimiz
günlerde bu dünyadaki ömrü 30 seneden ibaret olan bir Merhum’un yüreği yanık
Hanımefendisi, mutlu günlerini
anlatırken,
“Evliliğimiz sürecince bir kez olsun
kalbimi kırmadı. Hep olumluydu, hep
güzelliklerden bahsederdi.” dedi ve şöyle devam etti:
“Zengin değildik. Çalıştığı yerin
yöneticilerinden biri değildi. Maaşı ancak yetebiliyordu ailemize. Erkenden
işine gider, aldığı her kuruşu sonuna kadar hak etmeye çalışırdı. İş
arkadaşları darda kaldıklarında yardımlarına koşardı. İnsana, hayvana, toprağa,
ağaca sevgiyle merhametle bakardı.
Aileden ya da arkadaşlardan biri hastaneye düştüğünde koşa koşa gider,
yüklerini hafifletmek için uğraşırdı. Annesi, babası, ben, diğer yakınları çok
severdi onu. Birbirleriyle kavgalı
olanlar, onda buluşurdu.”
O Merhum, “B”aşarılı sayılmaz bize telkin edilen
ölçülere göre.
Kaç puan
almış…
Hangi
koltuklarda oturmuş…
Kaç para
kazanmış…
Ne kadar
meşhur olmuş?
Mezarlıkta
çalışan insanın bile ölümü unuttuğu bu dünyada…
“Başarının” peşinde koşanlara “başarılar” dilerim!