Barolar ve Diğer Meslek Örgütleri
Öncelikle şunu belirteyim…
Meclis’e sunulması beklenen “baro düzenlemesi”ne karşı çıkmak için yürüyüş yapan baro başkanlarının Ankara’ya girişlerine “müdahale” son derece anlamsız bir uygulamaydı.
Bırakınız yürüsünler, niçin müdahale ediyorsunuz ve ne oldu sonuçta, “onca tantana”dan sonra girişlerine “izin” verildi işte.
Müdahaleye uğrayanlar da çıktılar ve “Bu bizim gösterdiğimiz üstün irade sayesinde gerçekleşmiştir. Kapıları açmaya mecbur kaldılar” yollu lâflarla havalarını attılar.
Hiç müdahale edilmeseydi, o görüntüler ortaya çıkmayacaktı.
İşin bir tarafı böyle, memleketin bunları aşması gerekiyor.
Esasa gelecek olursak:
Bu memleketin, “Anayasal teminata alınmış” meslek örgütleri “tahakkümünü” mutlaka aşması gerekiyor.
Bu örgütlerin çoğunda, meslek mensuplarına destek vermek, onların her bakımdan gelişip güçlenmelerine katkı sağlamak, sıkışık durumda olan “üyelere” el uzatmak gibi “asli” işlere değil de…
“İdeolojik yandaşlık” faaliyetlerine ağırlık veriliyor.
“İdeolojik arka bahçe” olarak bu yapıların denetimleri de kağıt üzerinde.
Zira öyle bir “seçim sistemleri” var ki, meslek mensuplarının yüzde 20’sinin oyunu alabilen yönetimin tamamına sahip oluyor.
Diyelim ki yaklaşık 50 bin meslek mensubunun bulunduğu bir şehirde, oyların 8 binini yani yüzde 20’sini alan yönetimin yüzde 100’üne sahip oluyor.
Siz, seçimde ikinciliği elde eden “diğer grup” olarak 7 bin 999 oy alsanız bile, yönetimde ve komisyonlarda en ufak bir karşılığınız olmuyor.
Bu, oyların yüzde 20’sini alan bir partinin Meclis’teki 600 “sandalye”ye sahip olması gibi bir durumdur.
Halkın yüzde 80’inin Meclis’te temsil edilmediği bir tabloyu düşünebiliyor musunuz?..
Meslek mensuplarının üye olmak ve kalem kalem ödemeler yapmak mecburiyetinde oldukları bu meslek örgütleri muazzam kaynaklara hükmederler.
Bu kaynakların denetimi sadece kâğıt üzerindedir.
Herhangi bir meslek mensubunun ya da meslek mensuplarının oluşturduğu bir grubun “Şu, şu, şu dinlenme tesislerini niçin aldınız, bunları nasıl işletiyorsunuz, hesap verin bakalım” deme imkânları “fiiliyatta” yoktur.
Buralarda çalışanların hangi kriterler gözönünde bulundurularak işe alındıklarını meslek mensupları bilmemektedir.
Meslek mensuplarının evlerine ekmek götürüp götürmedikleri önemli değildir, ödemeler zorunludur.
Ödenmeyen aidatlar için “haciz” mekanizması devreye sokulur!..
Hiçbir meslek mensubu “Ya arkadaş, bana ne faydanız var? Niçin durmadan size ödeme yapmak için çalışmak mecburiyetindeymişim?”diye sorma imkânına sahip değildir.
Çünkü bahse konu meslek örgütleri, güçlerini mevzuattan almaktadır.
Çünkü bunlar, “Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Örgütleri”dir.
Bu “unvana” 27 Mayıs Darbesi’nin ardından uygulamaya geçirilen 61 Anayasası ile kavuşmuşlardır, 12 Eylül Darbesi’nin ürünü olan 82 Anayasası da bunların ayrıcalıklarına dokunmamıştır.
Bugüne kadar bu işe el atmayı düşünen siyasi iktidarlar, karşılaştıkları tepkilerden dolayı geri adım atmak mecburiyetinde kalmışlardır.
Bu Ak Parti İktidarı’nda geçen 18 yıl boyunca da böyle olmuştur.
Bugünkü siyasi iktidarın yapmak istediği, meslek mensuplarını alanlarında “tekel” durumunda olan meslek örgütlerine mahkûm ve mecbur olmaktan kurtarmak…
Bu alanı “rekabete” açmak…
Her meslek mensubuna “beğendiği meslek örgütüne” üye olma, “beğenmediği meslek örgütüne” ise üye olmama imkânını sağlamaktır.
Meslek mensuplarının kahir ekseriyeti bu yaklaşıma destek vermektedir, ancak sesi çıkan “azınlığın tahakkümü” modeliyle yönetimleri ellerinde tutan zihniyet olmaktadır.
Çoğunluk sesini duyuramamaktadır.
Siyasi iktidarın kültürel iktidarı yoktur ve bundan dolayı da “etkinliği” sınırlıdır.
Türkiye, Irak ve Suriye’den sonra Libya’da da “mecbur kaldığı” büyük mücadelelerin içine girmiş durumdadır, “büyük güçlerden” sürekli olarak tehdit almaktadır ve dışarının bu rahatsızlığının içerideki yansımaları dikkat çekmektedir.
Önümüzdeki sürecin Türkiye açısından çok zorlu geçeceği âşikârdır.
Bu ortamda gerçekleştirilmeye çalışılacak “baro düzenlemesi” çok hassas bir meseledir.
Yargı’dan çıkan bazı kararlar, içinde bulunulan durumu iyice “hassas” hale getirmektedir!..
Bu noktada, yapılması gereken, her kesimde mutlaka var olan “makûl ve etkili” insanlarla “arka kapı diplomasisi”ni sağlıklı bir şekilde yürütmek…
“Sokağa inme” çağrılarının gerisindeki “niyeti” sağlıklı bir şekilde tespit edebilmek…
Anlamlı müdahaleleri ihmal etmemek ve bununla birlikte “mağduriyet algısı” oluşturacak “anlamsız” müdahalelerden uzak durmak…
Her kesimde var olan “provokatif” yönelimlere prim ve izin vermemektir…
Bu arada…
Diğer meslek örgütleri için son derece uygun gördüğüm “Çoklu Örgüt” modelinin “Barolarda” uygulanmasının önümüzdeki süreçte yol açabileceği “yan etkiler” konusunda da dikkatli olmak gerekmektedir.
Yani…
“Çoklu Baro” değil de…
Baro yönetimlerinde “Nispi Temsil” uygulaması çok daha uygunmuş gibi duruyor.
Bir numaralı baro, iki numaralı baro, üç numaraları baro…
İşleri bambaşka yerlere taşır mı, taşımaz mı?..
Yüzde 20 oy alanın yönetimde yüzde 100’e sahip olmasının engellenmesi çok önemli.
Bir de…
“Avukatlık” mesleğinin özelliklerinin gözönünde bulundurulması.