Bariz Kader (Manifest Destiny)
1840’larda Amerikalılar arasında popüler olan inançtı.
Kuzey
Amerika’nın işgalinin Tanrı tarafından buyurulduğu, yani;
Kızılderililer’in ormanların ve buffaloların imhasının, sulak arazilere el
konmasının, nehir yataklarının değiştirilmesinin, iş gücü ve doğal kaynakların
sömürülmesinin, insan iradesi değil, Tanrı
emri olduğuna inanılmaktaydı.
Manifest Destiny (Bariz
Kader) buydu.
Monroe
Doktrini ise, ilk kez 1823’te,
Başkan James Monroe tarafından dile getirildi.
Monroe
Doktrini, 1850-1860’larda Bariz Kader’i bir adım daha ileri götürüyor, ABD’nin
tüm dünya üzerindeki politikalarını ve ABD’yi desteklemeyi reddeden herhangi bir ülkeyi, istila etmek de dahil olmak
üzere, özel haklara sahip olunduğunu iddia ediyordu.
El’an yürürlükte olan Bariz
Kader ve Monroe Doktrini’ni
işittiğiniz zaman “Globalizm”i, ABD’yi,
“Yeni Dünya Düzeni”ni daha iyi
anlıyorsunuz.
Rudyard Kipling; “Halklar,
‘Beyaz Adam’ın yüküdür” demişti.
O zamanlar beyaz adam, “Avrupalılar,
daha aşağı ırklara karışmamak için yeterince önlem alırlarsa, ırkları yönetmeye
devam edebilirler” de diyordu.
Halen de aynı inanç ve düşüncede olduklarından emin olabilirsiniz.
Evangelizm bu nedenle hızla yayılmaktadır.
Sosyal Darwinizm, “Bariz
Kader”e doping olmuştu.
Sosyal Darwinizm’e göre güçlüler hayatta kalıyor, kalmalıydı,
zayıflar temizleniyor, temizlenmeliydi.
“Haçlılar”ın 1.000 yıl önceki hedeflerinde, niyetlerinde bir
değişiklik yoktu.
Batı
ile İslam arasındaki askeri etkileşimin zeval bulmasının
ihtimali de bulunmamaktadır.
Bariz
Kader ve Monroe Doktrini...
ABD’nin; Vietnam, Afganistan, Panama, Ekvador, Irak katliamlarını,
Guantanamo, Ebu Gureyb hapishanelerini,
PKK’yı neden kendine partner seçtiğini,
Filistin’in gözyaşlarını, çığlığını neden görmediğini, neden
duymadığını çok iyi açıklıyor.
“Zehri teneke kupada
sunmazlar” diye atasözümüz vardır.
ABD zehrini, bazen, “demokrasi-özgürlük-insan
hakları” kupalarıyla sunuyor.
Bazen de zehrini, Dünya
Bankası ve IMF kırbacıyla
içiriyor.
“Biden
bizi iktidar yapacak” diye ABD’nin kuyruğuna takılanlar, korsan gemisine asker yazılmış oluyorlar.
Afrika ormanlarına girip, erkekleri ve kadınları gemilere
sürükleyen, eski esir tüccarları, Afrikalıları kaçıran haydutlar, insan türüne
girmeyen bir türle muhatap olduklarını ve onlara “Hristiyanlaşma” fırsatı sunduklarını düşünürlerdi. Yaptıklarından
hiç vicdan azabı duymazlardı.
PKK’lıların aralarında gezen asker kılıklı misyonerler de, PKK
teröristlerine “Hristiyanlaşma”
fırsatı sunduklarını düşünüyorlar.
Batının muhteşem kaleleri, şehirleri, malikaneleri Hintli,
Afrikalı kölelerin kemikleri üzerine inşa edildiler.
Bu, “Bariz Kader”di.
Amerikan kıtasındaki dünyanın diğer yerlerindeki vakur kültürler, medeniyetler, “Bariz Kader” ve “Monroe Doktrini” istilacılarının kılıçları ve hastalıkları ile yok edildiler.
Huntington’dan 50 yıl önce, 1945’lerde, Arnold Toynbee, gelecek
asırda savaşın, komünistlerle kapitalistler arasında değil, gerçek medeniyetler
savaşının Müslümanlarla-Hristiyanlar
arasında geçeceği kehanetinde bulunmuştu.
Yani, “Medeniyetler Savaşı”nın
mucidi Huntington değildi.
“Medeniyetler
Savaşı” “Batı”nın genetiğiydi.
Toynbee ve Huntington, birilerinin kendilerine “Dur!” diyeceğini ve O’nun kim olduğunu da biliyorlardı.
Aslında, “Medeniyetler Savaşı”
“Habil ve Kabil” ile başlamıştı.