Dolar (USD)
32.58
Euro (EUR)
34.66
Gram Altın
2526.05
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Ekim 2019

Barış pınarı’ndan millet deresine giden yol

Vücuddaki kötü huylu bir tümörden ameliyatsız kurtulmayı bekleyen bir hastanın durumu gibi bizdekilerin savaşa hayır söylemleri...
Silah tüccarları dışında kimsenin canı gönülden arzu edeceği bir seçenek değil elbette savaş. Bununla birlikte, yeri geldiğinde mücadaleden kaçınmak, günü geldiğinde söz sahibi olamamak ve hatta var olamamak demektir. Velhasıl-ı kelam bu topraklarda barış ve huzur istiyorsak güçlü olmaktan başka şansımız yok.

İşte bu sebeplerdendir ki uzun süredir kamuoyunun hazırlandığı Barış Pınarı ismi verilen operasyon başladı. Operasyona verilen isim size bir şeyler çağrıştırdı mı bilmem ama benim âlemime çok şeyler getirdi. 52 vatandaşımızın can verdiği “Kobani” olaylarını hatırlarsınız. Bu bölgenin Osmanlı dönemindeki adı Arap Pınarı, Suriye kurulduktan sonraki adı ise Ayn’el Arab. Benzer şekilde Ra’sul Ayn (Pınarbaşı), Ayn İsa (İsa Pınar) ve hatta Türkiye sınırında bulunan Murşitpınar ve Ceylanpınar gibi sınırımızda bulunan birçok yerleşim merkezi adlarını çevrelerinde bulunan pınarlardan alıyorlar.
Yaklaşık bir asır önce çizilen sınırlar ile bir şehri ortadan ikiye ayırıp, bir tarafına Ceylanpınar bir tarafına Ra’sul Ayn (Pınarbaşı) diyenlerin, bu bölgede hiçbir zaman huzur istemedikleri aşikâr...
Şimdi yine aynı güçler PKK’nın Suriye kolu PYD’nin sırtını sıvazlıyor. Yüzyıldır başlarına gelen bütün belaları bir ulus devleti -yani bir Kürdistanları- olmamasına bağlayan Kürtlerin bir kısmı da yıllardır PKK/PYD/YPG’ye destek vermeye devam ediyor.
İsrail’in kendini güvende hissetmesi için Ortadoğu her sene biraz daha kanla sulanıyor. İşte tam da bu noktada daha fazla istikrarsızlık için küçük devletçikler kurma planlarının ortasına Türkiye balyoz gibi bir darbe indiriyor. Türkiye Cumhuriyeti, Afrin operasyonu ile bölgeye uzattığı Zeytin Dalı’ndan sonra şimdi bu pınarlara barış getirmeyi vaadediyor.
“Bu coğrafya son yüzyılda çok acılar çekti” söyleminin, altı boş bir klişe olduğunu sanmayın. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra cetvel ile sınırları çizilen devletler, bölgede istikrardan çok istikrarsızlığın sebebi oldular. Türkiye vatandaşı olan Kürtlerin 2000’li yılların başına kadar gördükleri sistematik baskı, Suriye’de bulunan Kürtlere kimlik bile verilmemesi, Irak’ta kalan Kürtlere ise kimyasal silah ile mukabele edilmesi gibi hadiseler ile Kürtler, bir el tarafından adım adım kendi ulus devletlerini kurma hayaline itiliyordu.
Türkiye’nin en büyük şansı, son 15 yıldır bu hakikatleri görmek için çaba sarf eden bir devlet refleksine sahip olmak oldu. Çözüm süreci her ne kadar akamete uğramış gibi görünse de büyük kazanımlar sağladığını vicdan sahibi her insan kabul eder. HDP’ye oy veren Kürtler kabul etmese de, Kürtlerin dağıldığı 4 devlet içinde en iyi şartların Türkiye’de yaşayanlarda olduğu hakikati göz ardı edilemez.
Bugün hangi etnik kökenden olursak olalım, bu ülkenin birer ferdi olarak karar verme aşamasındayız. Barış Pınarı ile beraber Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap el ele verip ortak değerlerimiz ile ya tek bir millet olacağız ya da herkes kendi ırkının peşinde bu bölgenin ateşini körüklemeye devam edecek.
Bir Kürt olarak ben Türkiye’yi isminde Türk geçse dahi bir ulus devlet olarak görmedim hiçbir zaman. Osmanlı’nın mirasçısı, Türkün, Kürdün, Arnavudun, Çerkezin, Lazın, Arabın hamisi, mazlumun destekçisi olarak gördüğüm ve öyle olmasını arzu ettiğim için ülkemi seviyorum. Hamiliğini yaptığı tüm unsurların haklarını gecikmiş olsa da zaman içinde - bir lütuf olarak değil- vereceğine ve eski ihtişamlı günlerine döneceğine inancım tam.
Yıllarca İslâm’a bayraktarlık yapmış, Avrupa’da Türk denince Müslümanlığı hatırlatan Türk kardeşlerimi Allah için her zaman sevdim ve seviyorum. İslâm dinine yaptıkları hizmetten dolayı haklı iftiharlarını her zaman takdir ettim. Farklı etnik kökene mensup insanların kendi kültürel değerlerini yaşama hakkı olduğunu hep savundum.
Buna karşın ulus devletin “Tanrı Türkü korusun”, “ Türk bayrağı”, “ Türk Ordusu”, “Türkler geliyor”, “Türkün Türkten başka dostu yok” gibi Türkiye’li olmayı değil, Türkçülüğü öne çıkaran söylemler yerine, bu ülkede yaşayan her unsurun kullanacağı “Peygamber ocağı, Osmanlı varisi, Büyük Türkiye Ordusu, dalgalandığı yere adaleti getirecek Türkiye Bayrağı” gibi değerlere vurgu yapılan söylemler ile yeniden ayağa kalkılmasının zamanı olduğunu düşünüyorum.
Velhasıl-ı kelam barış pınarını, millet deresine çevirecek yol bu birliktelikten geçmektedir. Bu ülkenin gerçek milliyetçileri ne Türklüğüyle, ne de Kürtlüğüyle ön plana çıkmaya çalışanlardır. Bu ülkenin gerçek milliyetçileri her şartta ülkesine ve dinine hizmet eden, haksızlık olursa devletine küsmeden sabır ile hakkını arayan, hakları verildiğinde şükreden ve kendisini kimseden üstün görmeden İslâm milliyeti çatısı altında tüm ırkları kardeş görenlerdir.