Barış Pınarı…Evet, Aynı Gemideyiz!..
Neler yaptıklarını gördünüz…
Terörü “bitirmek” için Barış Pınarı Harekâtı’na başlayan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni “işgalci güç” diyerek hedef aldılar.
Harekât’ın “IŞİD’i kurtarma operasyonu” olduğunu bağıra çağıra iddia ettiler ve “halkları” bu harekâta karşı çıkmaya çağırarak kışkırtıcılık yaptılar.
Kadın, çocuk, yaşlı, asker, polis, sivil ayırt etmeksizin 40.000 vatan evlâdını katleden Örgüt’ün propagandasını yapmaya “doz arttırarak” devam ettiler.
Onlar Meclis’te baştan aşağı “suç” niteliğinde olan bu eylemleri sergilerken memleketin dört bir yanından arayan vatan evlâtları, hiçbir “Devlet”in böyle bir tabloya müsaade edemeyeceğini haykırıyorlardı.
Kendilerine dilim döndüğünce “Bu zihniyetin kendi kendini tükettiğini” anlatmaya çalıştım.
“Bugüne kadar bunlara destek veren iç ve dış çevreler de taşımakta zorlanıyorlar artık. Özellikle içeride bunlarla birlikte ‘çalışanlar’ için tam mânâsıyla yol ayrımı!” dedim.
*********************
Bunlar, üzerlerine çektikleri nefreti arttırmaya ve batı kamuoyunda “mağduru” oynamaya devam etmeye çalışıyorlar.
“Kandil sözcüleri”nin neler yaptıklarını şimdilik bir kenara koyalım.
Ve şu mesajı verelim:
“Bunlarla açık veya örtülü olarak ‘işbirliği’ içine girenlerin” durup düşünmelerinin ve düşünüp durmalarının tam vaktidir!”
Bakın “örtülü” işbirliğine:
“HDP” ile “birlikte hareket” eden yapılardan birinin kanalında “Türk Silahlı Kuvvetleri”nin kasten zayıflatıldığı ve bir operasyonda ‘nöbet tutacak’ yeteri sayıda askerinin kalmadığı” öne sürüldü.
Programın başmisafiri “milliyetçi” görünümlü bir politikacıydı üstelik, bir miktar da ulusalcı vardı.
Hep birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerini zaaf içinde gösteriyorlardı; “Tam da bu dönemde erken terhislerle NATO’nun en büyük ikinci ordusunu zaafa uğrattılar!” dediler.
Emekli Korgeneral Sayın İsmail Hakkı Pekin’e bu programda söylenenleri aktardım.
Dedi ki;
“Ya cahillikten ya da kasıttan kaynaklanır böyle iddialar. Eskiden 20 yaşındaki gencimize bir şeyleri öğretmeye başladığımızda terhis vakti gelirdi. Bu sistemin ne kadar verimsiz olduğu iyice ortaya çıkınca, profesyonel askerliğe ağırlık verildi. Sınır ötesindeki operasyonlarımız tamamen profesyonel askerler tarafından yürütülüyor ve eskisine göre çok daha etkili bir şekilde yürütülüyor. Bugünün yüksek teknolojiye dayalı operasyon ortamında profesyonel olmayanlardan ne kadar istifade edebilirsiniz?”
Atatürkçülükte çok az kişinin boy ölçüşebileceği Sayın Korgeneral, “Böyle iddialar ya cahillikten kaynaklanır ya da kasıttan” diyor ya.
Hangisinden kaynaklandığını hepimiz çok iyi biliyoruz.
Ortada böyle bir durum olmadığı halde, terörle mücadele için bin türlü engeli aşarak “yüzyılın harekâtı”na girişen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “zaafa düşürüldüğünü” iddia edenlerin gayelerini hepimiz çok iyi biliyoruz.
Bir de…
“IŞİD” meselesi var.
Dışarıda ve içeride çok yoğun bir şekilde “Türkiye IŞİD’e destek veriyor, arka çıkıyor, kurtarmaya çalışıyor!” yollu kara propaganda yürütülmekte.
Aslında “Uyuyan hücre evleri şimdi uyanabilir mi?” sorularını tetikleyen de bu “kara propaganda” faaliyeti.
“Hangi ülkenin” imâlatı olduğu çok iyi bilinen DEAŞ’ın Türkiye tarafından desteklendiği, Devlet’in de “bunları takip ve imhada” pasif davrandığı yönünde iddialar, olmadı “ima”lar “merkez” denilen “kanallarda” bile ortaya atılabiliyor.
Oysa…
Gerçek ortada:
Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonları ile 360.000'den fazla Suriyelinin bu bölgedeki evlerine dönmelerine imkan sağlayan ve 4.000 kilometrekarenin üzerinde bir alanı DEAŞ/PYD/YPG teröründen temizleyen Türkiye’nin etkisiz hale getirdiği DEAŞ’lıların sayısı 3000’i aşmış durumda.
“Türkiye IŞİD terör örgütüne destek veriyor!” yalanını açıkça veya ima yoluyla ortaya atanlar, Türkiye’den başka hangi ülkenin ne kadar DEAŞ’lıyı etkisiz hale getirdiğini açıklasalar ya!..
Dünyayı 3200 DEAŞ esirini serbest bırakmakla tehdit edenlerin, DEAŞ’la “gizli ortak” oldukları bir kez daha ortaya çıkmadı mı?..
İşin aslını herkes biliyor aslında:
“İşgalci batı” bunları üretiyor, büyütüyor ve amaçları doğrultusunda kullanıyor.
Bu noktada önemli olan…
Böyle milli meselelerde politik görüş farklılıklarını bir kenara bırakarak “ortak tehditlere” hep birlikte karşı çıkabilmeyi başarabilmek.
Bu kolay değil zira işin içine politik hesaplar giriyor.
Bu noktarda;
Barış Pınarı Harekâtı’nın herhangi bir siyasi partinin “aklı” olmadığını, “Devlet Aklı”nın “ülke güvenliğini” sağlamak için böylesine büyük bir adımı atmak mecburiyetinde kaldığını…
Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayindeki “yerli ve milli” hamlelere ağırlık vermesinin “hayati” öneme sahip olduğunun bugün çok daha net bir şekilde görüldüğünü…
“Aynı gemide” olduğumuzu…
Türkiye’nin bölünmesinin “halkların tamamına” zarar vereceğini…
“Terör örgütleri ve uzantılarıyla şu veya bu kıvamda işbirliği yapan çevrelerin günün birinde bu örgütlerin hedefi haline geleceğini…”
Dört siyasi partinin “tezkere” konusunda ortak tavır takınmalarının ve “bir ölçüde” ortak mesajlar vermelerinin çok kıymetli olduğunu…
Bu meselelerde “ama”lara, “fakat”lara, “lâkin”lere yer olmadığını…
Tıpkı Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda olduğu gibi “birlik ve beraberlik havası” içinde hareket ettiğimiz takdirde zaferin ve zaferlerin birbiri ardına geleceğini…
“Fetih Suresi”nden rahatsız olanlara, Türk Silahlı Kuvvetlerini zaaf içindeymiş gibi göstermeye çalışanlara, “savaş karşıtlığı” maskesiyle “örgüt propagandası” yapanlara karşı son derece dikkatli olmak gerektiğini…
Bu ortamda hem iktidar hem de muhalefete destek veren “aydın”ların her dediklerine “dikkat” etmelerinin son derece önemli olduğunu…
“Askerimizin moralini” ve “birlikte hareket ruhunu” zarara uğratacak söylemlerden uzak durmak gerektiğini…
Hürmetlerimle arz ederim.
Cenâb-ı Hak Kahraman Mehmetçiklerimizin Yardımcısı Olsun.