Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Eylül 2022

Barış, Özgürlük ve Ahlak

1 Eylül 1939 Tarihinde Nazi Faşizmi tarafından yönetilen Almanya, Polonya’yı işgal etmiştir. 1 Eylül 1939 tarihi savaş ve şiddetin en korkunç hali olan İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı tarihtir. Faşizmin ve emperyalizmin çıkardığı İkinci Dünya Savaşı, insanlığın büyük yıkımlar, soykırımlar ve facialar yaşamasına neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşı yüzünden yaşanan büyük yıkımı unutmamak ve barış konusunda farkındalık oluşturmak için 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kutlanmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımını en sarsıcı şekilde yaşayan Japonya, Birleşmiş Milletler merkezinin üstüne barış çanı yaptırmıştır. Çanın üstünde yazılı olan “Yaşasın Tam Dünya Barışı!” sloganı bir özlemi ifade etmektedir. Japonya’nın yaptırttığı bu çan, her yıl dünya barış gününde barış için çalmasına rağmen, dünyada barış değil, savaş, şiddet ve fanatizm egemen olmaya devam etmektedir.

Barış, ahlak ve özgürlük, birbirinden ayrılmaz değerlerdir. Birinin olmadığı yerde, diğer ikisinin olması mümkün değildir. Bütün savaşların ve şiddetlerin arkasında ahlaksızlık ve despotizm vardır. “Ebedi Barış Üstüne Felsefi Bir Deneme” isimli metni yazan Kant, barış çalışmalarının klasik kaynağıdır.Barışı korumanın ve gerçekleştirmenın insanın asli ahlaki görevi olduğunu insanlığa öğreten büyük özgürlük filozofu Kant, barış için yorulmadan çalışmak gerektiği mesajını bize vermektedir. Barış, emek ister. Yorulmadan ve ter dökmeden barışın gerçekleşmesi mümkün değildir.

Barıştan bahsettiğimiz zaman ondan, sanki gerçekleşmesi imkansız bir ütoptyadan söz ediyor gibi konuşuyoruz. Dünya üzerinde yaşadığımız kısa hayatımız boyunca gerçek anlamda barışı ve huzuru bulmadığımız kesindir. Doymak bilmeyen despotların, diktatörlerin, çetelerin, haydutların ve emperyalistlerin hakimiyet, şehvet ve servet ihtirasları yüzünden toplumlar savaştan savaşa sürüklenmekte, toplumlar korku ve zorbalık altında yaşamaya mahkum edilmektedir. Diktatörler, despotlar, mafyalar ve haydutlar, savaş ve şiddet yoluyla iktidarlarını sürekli kılmak için ölmeyi ve öldürmeyi kutsayan ve kutsallaştıran sahte kurguları kullanarak ErichFromm’un ifadesiyle bir ölüm kültürü (nekrofil kültür) inşa ederler. Dünyanın ve insanlığın savaştan ve şiddetten yıkıma uğradığını gören filozofların elinden, düşlerinde barış ütopyaları kurmaktan başka bir şey gelmemektedir. Kant, barışa yönelik bu iki tutumun ikisini de reddetmektedir. Barış, mezarda gerçekleşen bir durum olmadığı gibi, bir felsefi ütopya da değildir. Barış, hayatta iken yaşanması gereken sahici bir gerçeklik olmalıdır. İnsanın önünde hayatta iken barışı yaşama ve gerçekleştirme şeklinde çetin bir meydan okuma bulunmaktadır. Barışı tecrübe etmenin ve gerçekleştirmenin yolu, sahici anlamda bir yaşama kültürünün (biyofil kültür) inşa edilmesinden geçmektedir.

Yaşama kültürü, ancak özgürlük üstüne kurulabilir. Birey, hayatını nasıl yaşayacağı konusunda tamamen özgür olmalıdır. Özgür olan bireyler, ahlaklı olabilirler. Özgürlüğün olmadığı yerde hukuk ve ahlak yoktur.Özgürlük, barış ve ahlak, insana olan bakışımızı köklü olarak değiştiren değerlerdir. Savaş ve şiddeti doğuran ölüm kültürü, insanı yüceleştirilen kutsal kuruglar adına kullanılacak, harcanacak ve yok edilecek basit bir araç olarak görmektedir. Başka bir ifade ile ölüm kültürü, insanı cüce, otoriter, totaliter ve ataerkil amaçları ise yüce görmektedir. Kant, yaşama kültürünün insanın araç değil, amaç olduğu gerçeği üzerine kurulması gerektiğini söylemektedir. İnsanın amaç haline gelmesi, ırk, din, renk, sınıf, cinsiyet, dil, hakimiyet, milliyet, mezhep, ekonomi, kabile, kültür, onur, ideoloji kısacası bütün sahte kurgular adına üretilen düşmanlıkların sonlandırılması anlamına gelmektedir. İnsanın amaç haline gelmesi, insanın asla öldürmemesi ve öldürülmemesini esas alır. İnançlar, kimlikler, kültürler ve diğer bütün kurgular, günü geldiğinde işlevlerini tamamlayıp ölebilirler. İnanç, kimlik, kültür ve sınıf gibi kurgular uğruna insan, öldürülmemeli ve öldürmemelidir. Hiçbir savaş, şiddet ve cinayet, kutsal değildir. İnsanı hiçbir şekilde araçsallaştırmayan barış düşüncesi, insan dışındaki bütün nesnelerin, kurguların ve araçların gelip geçici işlevlerine vurgu yapmakta ve kısa süreli kullanım işlevlerinden dolayı bunların insanların onların uğruna feda edileceği yüce amaçlar haline getirilmemelerini savunmaktadır.

Kant’ın Ebedi barış ve Fromm’un Yaşama kültürü kavramlarından sonra barışı, Rıfat Ilgaz’ın Çocuklarınız İçin isimli şiiriyle anlayalım: “Savaş sonrası sayımlarda/Şu kadar ölü, şu kadar yaralı/Kadın, erkek sayısız kayıp…/Elden ayaktan düşmüş/Geride bir o kadar da sakat,/O kara günleri anımsayalım diye…/Zorumuz ne insan kardeşlerim,/Amacınız kökümüzü kurutmaksa,/Yetmiyor mu tayfunlar, taşkınlar,/Bunca aç, bunca sayrı, kırım, kıyım,/Sayısız işkence kurbanları…/En kötüsü,/Güngünden başımıza inen bu gökyüzü!/Bu toplanıp dağılmalar ne oluyor/Yüksek düzeylerde?/Neden alçakgönüllü değilsiniz,/Sözünüz mü geçmiyor birbirinize,/Hangi dilden konuşuyorsunuz?/Barışsa eğer istediğiniz/Uçaklardan başlayın işe/Önce çirkinleşen savaş uçaklarından…/Ya insanları bir yana bırakıp/Sivrisineklerin kökünü kurutun/Ya da bataklıkları!/Sonra geçin karasineklere!/Ne kadar da çoğaldılar son sıcaklarda/Yer gök tüm karasinek,/Yaşamımızı karartmak için./Bir güç denemesi yapsanız da,/Onların yaşamını siz karartsanız!/Yoksa siz de mi barıştan yanasınız,/Onların özgürlüğünden yana?/Kolay değil, barıştan yana olmak/Özveri gerek yüksek düzeylerde./Gene de bir nedeni olmalı, diyorum./Bu toplanıp toplanıp dağılmaların./Phantom'ların pazarlanması değilse/Denizaltıların sığınmasıdır/Dost limanlara/Ya sağcı gerillaların barındırılması…/Ah uzak görüşlü yetkililer,/Bıraksanız da büyük sorunları bir yana,/Biraz da ulusunuz için,/Halkınız için konuşsanız…/Çocuklarınız için…Kökleri kuruyup gitmeden!”