Barış, Özgürlük ve Ahlak
1 Eylül 1939 Tarihinde Nazi Faşizmi tarafından yönetilen Almanya, Polonya’yı işgal etmiştir. 1 Eylül 1939 tarihi savaş ve şiddetin en korkunç hali olan İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı tarihtir. Faşizmin ve emperyalizmin çıkardığı İkinci Dünya Savaşı, insanlığın büyük yıkımlar, soykırımlar ve facialar yaşamasına neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşı yüzünden yaşanan büyük yıkımı unutmamak ve barış konusunda farkındalık oluşturmak için 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kutlanmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımını en sarsıcı şekilde yaşayan Japonya, Birleşmiş Milletler merkezinin üstüne barış çanı yaptırmıştır. Çanın üstünde yazılı olan “Yaşasın Tam Dünya Barışı!” sloganı bir özlemi ifade etmektedir. Japonya’nın yaptırttığı bu çan, her yıl dünya barış gününde barış için çalmasına rağmen, dünyada barış değil, savaş, şiddet ve fanatizm egemen olmaya devam etmektedir.
Barış, ahlak ve özgürlük, birbirinden ayrılmaz değerlerdir. Birinin
olmadığı yerde, diğer ikisinin olması
mümkün değildir. Bütün savaşların ve şiddetlerin arkasında ahlaksızlık ve despotizm vardır. “Ebedi Barış Üstüne Felsefi Bir Deneme” isimli
metni yazan Kant, barış çalışmalarının
klasik kaynağıdır.Barışı
korumanın ve gerçekleştirmenın insanın
asli ahlaki görevi olduğunu insanlığa öğreten büyük özgürlük filozofu Kant, barış için yorulmadan çalışmak gerektiği mesajını bize vermektedir. Barış, emek ister.
Yorulmadan ve ter dökmeden barışın gerçekleşmesi
mümkün değildir.
Barıştan bahsettiğimiz zaman
ondan, sanki gerçekleşmesi imkansız bir ütoptyadan söz
ediyor gibi konuşuyoruz. Dünya üzerinde
yaşadığımız kısa hayatımız boyunca
gerçek anlamda barışı ve huzuru bulmadığımız kesindir. Doymak bilmeyen despotların, diktatörlerin, çetelerin,
haydutların ve emperyalistlerin hakimiyet,
şehvet ve servet ihtirasları yüzünden toplumlar savaştan savaşa
sürüklenmekte, toplumlar korku ve zorbalık altında yaşamaya mahkum
edilmektedir. Diktatörler, despotlar, mafyalar ve haydutlar, savaş ve şiddet
yoluyla iktidarlarını sürekli kılmak için ölmeyi ve öldürmeyi kutsayan ve
kutsallaştıran sahte kurguları kullanarak
ErichFromm’un ifadesiyle bir ölüm kültürü (nekrofil kültür) inşa
ederler. Dünyanın ve insanlığın savaştan
ve şiddetten yıkıma uğradığını gören
filozofların elinden, düşlerinde barış ütopyaları kurmaktan başka bir şey
gelmemektedir. Kant, barışa yönelik bu iki tutumun ikisini de reddetmektedir. Barış, mezarda
gerçekleşen bir durum olmadığı gibi,
bir felsefi ütopya da değildir. Barış, hayatta iken yaşanması gereken sahici bir gerçeklik olmalıdır. İnsanın önünde
hayatta iken barışı yaşama ve gerçekleştirme şeklinde çetin bir meydan okuma
bulunmaktadır. Barışı tecrübe etmenin
ve gerçekleştirmenin yolu, sahici
anlamda bir yaşama kültürünün (biyofil kültür)
inşa edilmesinden geçmektedir.
Yaşama kültürü, ancak özgürlük üstüne kurulabilir. Birey, hayatını nasıl yaşayacağı konusunda tamamen
özgür olmalıdır. Özgür olan bireyler, ahlaklı olabilirler. Özgürlüğün
olmadığı yerde hukuk ve ahlak yoktur.Özgürlük, barış ve ahlak, insana olan
bakışımızı köklü olarak değiştiren
değerlerdir. Savaş ve şiddeti doğuran ölüm kültürü, insanı
yüceleştirilen kutsal kuruglar adına kullanılacak, harcanacak ve yok
edilecek basit bir araç olarak
görmektedir. Başka bir ifade ile ölüm kültürü, insanı cüce, otoriter,
totaliter ve ataerkil amaçları ise yüce görmektedir. Kant, yaşama kültürünün insanın araç değil, amaç olduğu gerçeği üzerine kurulması gerektiğini söylemektedir. İnsanın amaç
haline gelmesi, ırk, din, renk, sınıf, cinsiyet, dil, hakimiyet,
milliyet, mezhep, ekonomi, kabile,
kültür, onur, ideoloji kısacası bütün sahte kurgular adına üretilen
düşmanlıkların sonlandırılması anlamına gelmektedir. İnsanın amaç haline gelmesi, insanın asla öldürmemesi ve
öldürülmemesini esas alır. İnançlar,
kimlikler, kültürler ve diğer bütün kurgular, günü geldiğinde işlevlerini tamamlayıp ölebilirler. İnanç,
kimlik, kültür ve sınıf gibi kurgular
uğruna insan, öldürülmemeli ve öldürmemelidir. Hiçbir savaş, şiddet ve cinayet,
kutsal değildir. İnsanı hiçbir şekilde araçsallaştırmayan barış düşüncesi, insan
dışındaki bütün nesnelerin, kurguların
ve araçların gelip geçici işlevlerine
vurgu yapmakta ve kısa süreli kullanım
işlevlerinden dolayı bunların
insanların onların uğruna feda edileceği
yüce amaçlar haline getirilmemelerini
savunmaktadır.
Kant’ın Ebedi barış ve Fromm’un Yaşama kültürü kavramlarından sonra
barışı, Rıfat Ilgaz’ın Çocuklarınız İçin isimli şiiriyle anlayalım: “Savaş
sonrası sayımlarda/Şu kadar ölü, şu kadar yaralı/Kadın, erkek sayısız kayıp…/Elden
ayaktan düşmüş/Geride bir o kadar da sakat,/O kara günleri anımsayalım
diye…/Zorumuz ne insan kardeşlerim,/Amacınız kökümüzü kurutmaksa,/Yetmiyor mu tayfunlar,
taşkınlar,/Bunca aç, bunca sayrı, kırım, kıyım,/Sayısız işkence kurbanları…/En
kötüsü,/Güngünden başımıza inen bu gökyüzü!/Bu toplanıp dağılmalar ne
oluyor/Yüksek düzeylerde?/Neden alçakgönüllü değilsiniz,/Sözünüz mü geçmiyor
birbirinize,/Hangi dilden konuşuyorsunuz?/Barışsa eğer istediğiniz/Uçaklardan
başlayın işe/Önce çirkinleşen savaş uçaklarından…/Ya insanları bir yana
bırakıp/Sivrisineklerin kökünü kurutun/Ya da bataklıkları!/Sonra geçin
karasineklere!/Ne kadar da çoğaldılar son sıcaklarda/Yer gök tüm
karasinek,/Yaşamımızı karartmak için./Bir güç denemesi yapsanız da,/Onların
yaşamını siz karartsanız!/Yoksa siz de mi barıştan yanasınız,/Onların
özgürlüğünden yana?/Kolay değil, barıştan yana olmak/Özveri gerek yüksek
düzeylerde./Gene de bir nedeni olmalı, diyorum./Bu toplanıp toplanıp
dağılmaların./Phantom'ların pazarlanması değilse/Denizaltıların sığınmasıdır/Dost
limanlara/Ya sağcı gerillaların barındırılması…/Ah uzak görüşlü yetkililer,/Bıraksanız
da büyük sorunları bir yana,/Biraz da ulusunuz için,/Halkınız için
konuşsanız…/Çocuklarınız için…Kökleri kuruyup gitmeden!”