Baharın özeti
Geç kaldı. Evet. Es geçti bizi biraz.
Ona da evet. Fakat geldi… Ateş almaya gelmiş gibi geldi. Sular seller
götürecekmiş gibi geldi.
Şu bahar! Tambir ifşa... Kalbe eğiliyor
ve "Sana bir şey söyliyim mi?" deyip duruyor. E de bakalım ne
diyeceksen demeye kalmıyor. Tekraren “Sana bi’şey daha söyliyim mi?” demeye devam
ediyor. Bir şey söyleyeceği de yok. Arzuları acil göreve çağırıyor. İradeye sen
bir dur hele diyerek. Herkesin birden ergen olduğu bir zamana bindirip bir iki
tur gezdiriyor mübarek. Yersiz bütün neşelerin itiş kakış izdihamı. Kedere
paydos anonsu…
Hep ayakta. Hep telaşta. Onunla şöyle
sakince bir köşede oturabilen olmuş mudur? Sanmam. Ne kendisi oturuyor. Ne
oturtuyor.“Zaman dar. Yaz gelecek sıcaktan öleceğiz. Şimdi yaşamak lazım!”ı
kazıyor unutkanlığımıza…
Defnedilmiş tohumlar mahşeri. Uyumuş her
şeyi uyandırıyor.Ölmüş her şeyi diriltip ayağa kaldırıyor. Herşey yeniden doğmak
zorunda kalıyor. İnsan da. Fakat kim bilir; belki kırkımız çıkacak olur bu
bahar. Hem kundak, hem beşik, hem kucak olan bu zamanda. Birden akmaya başlayan
bu yeşil ırmakta…
Dokunduğuna huzur olan bir huzur gibi.
Ya da huzursuzluğu iyice açığa çıkaran muzurun teki.
O kadarını bilemiyorum. Herkese göre
değişiyor.
Fakat baharı fark etmiyorsa bir toplum,
yuh olsun. Varlığını baştan silesi gelmiyorsa ve yepyeni olası, yuh olsun.
Baksanıza şuna: Zamanın cicim ayı. Bizlere yeni ömür, yeniden ömür.
Öte yandan kentsoysuzsak(!) eğer, bir
erik ya da en azından bir kalp çalamadığımız bahara bahar demek zor. Ne yalan
söyleyim, baharın kesinlikle hırsızlığa teşvik edici bir yanı var. Ne biri, bin
yanı var.
Fakat çok hızcı. Hazlara sürat
yaptırıyor. Açıkçası korkuyorum. Aniden penceremi tıklatacak. Bir açacağım
karşımda yaz! Güneşin bakışları yerde: "Baharın' dedi "Çok selamı
var. Size şöyle bir not bıraktı" Neymiş diye, açtım baktım:"Herşeyi
kendi sürecinde değil acele ecelinde, hop-pop sonucunda arzulayan ve yaşamı
tüketen bir toplum için beni es geçiniz.” Yazıyor. Tövbeler olsun…
Güneşi de özlemiştim. Ay sevici, gece
övücü olduğumdan bana biraz kem baksa da bankların üstüne güneşle beraber
oturduk. O bütün bankları kaptı. Bir yandan ara sokaklarda tur atmaya devam
ediyordu. İhtiyarların ve çocukların yanaklarını öptü. Saçlarını karıştırdı.
Eşarplarını ütüledi. Şöyle bir baktım. İnsanlar bu koca şefkatin kucağında
masum çocuklar gibiydi.
En azından akşama kadar bahardı
İstanbul. Yok yazdı. Baharı yazıyordu. Yazı baharlıyordu.
Çok sık yüz değiştiren, ifade çizen,
mimik gösteren, imalı bakan, hüzün yüzen, neşe yayan, memnun veya asık
suratlı,birbirlerinden yorulmuşlar ile, henüz birbirlerini merak edenler,
erkek, kadın, insan yüzlerinden bir albüm seyri gibiydi İstanbul'da olmak.
Özelikle bazı caddeleri, bütün insanlığı
aynı zamanda gördüğümüz hissini yaşatıyor. Fakat bir mahşer huyunda.Yürüyüş
yaparken sayfalarını adımlarımızla çeviririz.Adımlarımızın portrelerin
değişimine ayak uyduramayacak kadar ağır geldiği bir dünya albümü. Sadece, son
senelerde bu albümde dikkatimi çeken şey: biz yokuz bu albümde. Gittikçe yok
oluyoruz. Yurt dışına gitmişim de yabancı olarak bir ben kalmışım gibi
hissediyorum, İstanbul’da.
Neyse. Son günlerin tartışmalarına yer
yok yazımda. Bahar da izin vermiyor buna. Sadece ülkemin iyilik ve merhametli
tavrında maraza/ kendini yok saymacı bir ötekiciliğe varmamasını talep
ediyorum.
Albüm akıyor. Güneşin cilasından çıkan
her yüze bakıyorum. Sonrasında unutamadıklarım için muhtemel hayat öykülerini
düşünüp yazdığım ve daima karıştırdığım bir albüm...