Bahar da olsa son, son da olsa bahar
Yazın bittiğini haber veren k/ulakların en şık giyimli olanı çınar yapraklarıdır. “Her şey yalan!” deyiveren, tam inanmak üzereyken. “Bitti!” yazan alnınızın ortasına, yolunuzu kesip te…
Onlar zamanın adeta ” ben de pir i faninin tekiyim” demesinden başka bir şey değildir. Bahar da olsa son. Son da olsa bahardır ya. Şükürler olsun.
Yaz sonu; cennetten düşme zamanıdır. Zamanın erişemediği yüksek düzeyli, haklı, doğal bir hayat düşünün. O hayalin içinden kesilip yeryüzüne atılmış keyifli bir dilimdir yaz. Tabii “cehennem kapılarının açık mı kaldığı” nı düşündüren o alevli günleri dışında… Rüzgârı kendinden, suyu pınarlı, şelale seyirli, hatırası telveli, muhabbeti demli bir zamandır yaz. Yelpazesi deniz dalgası, bestesi kanat, yemişi, sofrası, dutu, kirazıyla… Cennetten az ala bir an’dır. Göz açıp kapayandır.
Yaz bitti. Düştük cennetten. Kış koptu kopacak. Fakat ondan evvel bu sarı benizli yapraklarda tecelli ediyor bütün bir hayat. İnsanın ömründen düşüşü toprağa. Hayat ağacından kopup ayrılışını resmediyor.
Şu önümüze düşene bakın: Birazdan kırışacak bir yüz indi sanki ağaçtan. Alın çizgileri. Kaz ayakları…Varlığın nedeni indi. “Sonumuz ne olacak?” kaygımız düştü sokaklara, caddelere. Mezarlar, sorgular, dünyada yapıp ettiklerimiz, ömrü nerde nasıl ne ile hangi amaç ve anlamda geçirdiklerimiz, hepsi hepsi serpildi sokaklara. Şehrin yüzü sapsarı kesildi. Beti benzi attı faniliğimizin.
Bu yaprak bana ağacın fani olduğunu fısıldıyor. Köklülüğün, yerleşmenin, çakılıp kalmanın, boylanıp poslanmanın, dikelip durmanın, beklemenin, nöbet tutmanın, dal budak sarmanın, gölgenin ve meyvenin ve her ne yaparsak yapmanın muhakkak bir amacı, bir anlamı olması gerektiğini, yoksa öylesine geçip gideceğimi anlatmak istiyor.
Fani olmak böyle bir şey olmalı. Yerinde duramamak. Yerli olmamak. Yerini nihai anlamda beğenememek. Öte’ye tutkun. Beri’ye gelişi güzel. Hep geçmeye, gitmeye, yol almaya, önceliyor gibi olduğunu bir bakmışsın geride bırakmaya, kendisi hiç arkada kalmamaya, hep öne geçmeye uyarlanmışlık. Biteviye değişim. Aklı kendinde olmayış. Kalbi çarpımlı…
Öyleyken böyle olmak. Nereden nereyelik. Neydi o günler’in tam günü. Eyvah, tüh, ah keşke lerin şimdiki zamanı. Kalmaya gelmemişlik. Geçmeye kalmışlık. Bunların hepsinin epi topu üç gün olduğu da düşünüldüğünde, faniliğin öyle ele avuca sığmaz, zaptı zor fakat bir o kadar da aciz bir durum olduğu ortada. Konumsuzluk. Yersiz yurtsuzluk. Nereye gitsen asıl yurdunun orası olmaması. Erzurum’un çok soğuk, Antalya’nın pek sıcak, suyun acı, ekmeğin kof, armudun saplı, üzümün çöplü oluşu işte. O hikâye. Herkesin bildiği ne ki; yaşadığı…
Öykücü bir tecelli bu. Keyifli bir komedi. Ki en çok şu durumuna gülesi geliyor insanın.
İki kundak arası bir güç gösterisi olarak görünce koca ömrünü bakilik aynasında. K ah k ah alarla gülesi geliyor.
Bekanın her tebessümünde fenalığını okumak delirtiyor insanı.
Aklı evvel bir delirme değil bu.
Sahih bir delilik.