Bagram ve Mamak bağlamında
Bagram
Cezaevi’nde binlerce Afganlı işkenceden geçirildi.
11
Eylül 2001’de ADB’deki İkiz Kulelere
yapılan saldırılar bahane edilerek Yeni Dünya Düzeni planı devreye alındı.
Afganistan
işgal edildi.
Irak,
bölündü.
Ebu
Gureyp’te işkenceciler yeni yöntemler geliştirdiler.
Guantanamo modeli dünyanın
çeşitli bölgelerine yaygınlaştırıldı.
1979’da
Sovyetler’i Afganistan’ı işgale
çağıran Babrak Karmal’la 2001’de
ABD’nin emrine girenlerin yok aslında birbirlerinden farkları…
12 Eylül 1980’de
demokrasiye el koyanlar da bunların
yoldaşları…
Kırk
bir yıl önce bugün…
12
Eylül 1980…
Türkiye’de
darbe yapıldığında tiyatroda “sanatsal etkinlikteki ABD Başkanı’na “ Bizim çocuklar idareye el koydular.”
diyerek ‘müjdeyi’ verdiler.
Darbecilerden
havacı general, ABD’den yeni dönmüştü.
Bagram’da, Ebu Gurep’te uyguladıkları
işkenceleri, başta Mamak ve Diyarbakır
Cezaevleri olmak üzere her yerde
uyguladılar.
27
Mayıs 1960 cuntasının Yassıada’da
yaptıkları da buna dahildir…
‘Yüksek Adalet Divanı’ da “bizim çocuklar”dan oluşuyordu.
“
Bir ülke ki gökler boru içinde / Akıl olmazların zoru içinde” idi.
İşkenceler, sürgünler, idamlar ve
yasaklar…
İnançlara,
düşüncelere, hayat tarzlarına vurulan zincirleri demokrasi ve insan hakları
kisvesi altında onur nişanesi gören gafiller bugün de fırsat kolluyorlar.
Mamak Cezaevinde İstiklal Marşı’nı defalarca
okutturarak onu bir işkence aracına dönüştürenler, Diyarbakır’da oğlunu
ziyarete gelen anneyi Türkçe konuşmadığı
için cezalandırıyorlardı.
Aynı
zamanda bu bir fitne tohumu idi.
Bunun
terörü meşrulaştırma girişiminden başka bir şey olmadığı 1984’ten sonra daha
iyi anlaşıldı.
Kılıkkıyafet / başörtüsü yasakları
ülkeyi nefessiz hale getirmişti. TCK’nin, 141,142 ve 163. maddeleri yağlı bir
urgan gibi milletin başında sallandırıldı.
Partiler,
dernekler, vakıflar kapatıldı.
Yakın tarihin hafızası arşivler ve
demokratik
tecrübe yok edildi. Böylece toplum lidersizleştirilmek istendi.
Her yer Bagram’dı…
Başörtüsü
yasağı, işkencelerin en dayanılmazlarındandı.
YÖK’ün Disiplin Yönetmeliği’ndeki 17. madde değiştirilerek başörtüsüne
özgürlük getirilmek istendi ama değişikliğin iptali için laikçi jakobenler dava açtılar. Değişiklik iptal edildi.
Hem
de : “Bu değişiklik başörtüsüne serbestlik getirmemeli ”diyerek…
Niyet okuyorlardı.
Böylesine güçlü, güvenilir bir
adaletleri vardı(!)
1993’te
Turgut Özal’ın vefatı sonrasında gemi azıya aldılar.
28 Şubat sürecinin “bizim çocuklar”ı gazete manşetlerini
dahi belirleme yetkisine sahip olduklarını vehmetmeye başladılar. “Gerekirse silahla” başlığıyla hükümet
ve milleti tehdit ettiler.
Milletvekiline
başörtüsünden dolayı milletvekili yemini ettirmediler, Meclis’ten attıkları
yetmezmiş gibi vatandaşlıktan da çıkardılar.
Sınavlarda
soruların tamamına doğru cevap verilse bile yanlış sayıldı. Çünkü katsayı, zulmün katsayısıydı.
Lakin zulümle abat olunmazdı.
2009’da
askerî personelin askeri olmayan suçlardan dolayı sivil mahkemelerde yargılanma
yolu açıldı.
12 Eylül 2010’da ise anayasa
değişikliğini halkın onaylaması, darbeciler için sonun başlangıcıydı.
12
Eylül 1980 darbesini yapanlar hakkında suç duyuruları yapıldı.
7
Nisan 2011’de başlayan soruşturmalar, 4 Nisan 2012’de yargılamalara dönüştü.
“Yargılanamazlar” diyenlerin
bir kez daha maskeleri düştü.
Yerel
mahkeme müebbet hapse mahkum etti, rütbeleri söküldü.
Ancak
Yargıtay’da temyiz safhasında zanlılar öldüklerinden dava düştü, karar
kesinleşmedi.
Fakat 28 Şubatçı cuntacılar,
müebbetle şu anda hapishanedeler.
Cuntaseverler üzgün…
Artık
ihtişamlı(!) günlerin gelmesi hiç mümkün değil.
Nasıl
ki Hamit Karzai Havalimanı’nda
yapayalnız kalakaldılarsa, ABD bir kez daha burada da “çocuklarını” yüzükoyun
bıraktı.
Her
ne kadar Pensilvanya’daki alçağını
korumaya devam etse de “işe yaramaz” olduğuna karar verdiğinde ona da Bin Ladin’e yaptığının aynısını
yapacaktır.
Türkiye’deki
Karzailer de ABD’den ‘demokrasi’ bekleşiyorlar.
Kadını, örtüsünden soyarak özgürlüğüne(!)
kavuşturacaklar.
Dua
yasağıyla da “laikliği” koruyacaklar.
“Bizim çocuklar” ya…