Bâbıâli'ye Hasret, Kitaplarla Sürüyor
Türkiye’de gazetecilerin ilk göz ağrısı olan Bâbıâli’ye hasretimiz, yayımlanan yeni kitapları gördükçe devam ediyor. Bu eserler, matbuat dünyasının emektarlarını, geçmişe doğru hoş yolculuklara çıkarıyor.
Gözünü Bâbıâli’de açmış olan eski gazeteciler, Cağaloğlu semtine sevgiyle bakar. Orası bizim için bir semt olmanın ötesinde bir muhit, yaşayış biçimi hatta bütünüyle hayatın ta kendisidir. Bâbıâli, Türkiye’mizin kafası, ruhu ve kalbidir. Sadece bir semt adı değil, düşüncelerin meşheri, ideolojilerin pazarıdır. Osmanlı’da yönetimin merkezidir ama Cumhuriyet devrinde de önemini muhafaza etmiştir. Attilâ İlhan, “Türkiye’nin kalbi İstanbul’da, İstanbul’un kalbi Bâbıâli’de atar.” diyordu. Doğrudur, gazete binaları taşınsa da, yine gazetecilerin buluşma yeri, muhabbet mekânıdır burası. Eski kâğıt, matbaa ve gazete kokusunu özleyenler semte uğramadan duramaz. Onları artık gazete binaları değil turistik mağazaların, lokantaların ve otellerin beklediğini bilseler de eski aşina sokak ve caddeleri yine huzurla arşınlamaktan geri durmazlar.
Bâbıâli yollarında Namık Kemal’in heyecanını duyarsınız, Ahmet Midhat Efendi’nin heybetli bedenine eşlik eden bastonunun tıkırtılarını işitirsiniz. Çatalçeşme Sokağı’nın başında Abdullah Cevdet’in İçtihat’ındaki tartışmalara kulak kesilirsiniz, etrafta Süleyman Nazif’in nükteleri eşliğinde atılan kahkahalar çınlar. Devir geçer ve Reşat Nuri, Çalıkuşu romanı koltuğunun altında gazete idarehanelerini arşınlamaktadır. Peyami Safa ve Kemal Tahir polisiye romanlarının tefrikalarını yetiştirmektedir. Sonra Tarık Buğra’nın ilk hikâyesinin serencamı sürükler sizi. Necip Fazıl’ın aksiyon yüklü Büyük Doğu idarehanesini, Vecdi Bürün’ün daktilo sesleri kaplar. Bâbıâli aslında büyük bir müzedir. Gazetelerin temeli orada atılmıştır, yayınevlerinin mekânları hâlâ semtin gözde yeridir. Bir ara semtten uzaklaşan yayıncılar bu hasrete fazla dayanamadan geri döndü. Hatta sadece idare binalarıyla değil, kitap satış mağazalarıyla arzı endam ettiler. Artık bazı yayınevinin Cağaloğlu’nda dükkânı bulunuyor. Bu işyerlerinin vitrinlerini ürünlerin en güzeli olan kitaplar süslüyor. Bâbıâli şenliktir, güzellemedir, hafızadır. Bu tarihî semt mutlaka koruma altına alınmalıdır. Eski gazetelerin mekânları restore edilmeli, meşhur gazetecilerin isimleri duvarlara çakılmalıdır. Kalıcı çalışmaların yapılabilmesi için bu mahalde yıllardır hizmet veren kültür sanat mahfillerinin yöneticileriyle istişare edilmeli ve mühim projeler birlikte geliştirilmelidir.
BÂBIÂLİ’DE HAYAT
Bâbıâli’de artık gazeteler yok, az miktarda yayınevi var. Dolayısıyla eski aşina simaları çok sık göremiyorsunuz. Olsun, semt yerinde duruyor ya! O da bizim için bir züğürt tesellisi ama buna da eyvallah. Hiç olmazsa oraya gidildiğinde, geçmişte yaşananlar hatırlanabilir. Bâbıâli için bugüne kadar çok yazdım. Belki kurtarılır, sahip çıkılır diye muhtelif makamlara müracaatlarda bulundum. Ama olmadı, olamadı. Semt, makûs talihini bir türlü yenemedi. Şimdi büyük ölçüde turistik bir bölge olarak hayatiyetini sürdürüyor. Aralarında Ahmet Kabaklı, Ergun Göze, Vecdi Bürün, İsmet Bozdağ, Altan Deliorman, Osman Akkuşak, Ziyad Ebuzziya, Vehip Sinan, Yalçın Toker ve Ünal Sakman gibi üstatların da bulunduğu birçok basın yayın emektarı ile röportajlar yaptım. Sonra onları Bâbıâli’de Hayat adıyla kitaplaştırdım. Kitap, belki de semte yakılan ağıt, kurtarılması için atılan çığlıktı. Pek etkisi olmadı. Bir noktadan sonra, artık Bâbıâli’yi de kaderiyle baş başa bırakmaktan başka çare olmadığını öğrendim. Öyle ya benim gibi bir eski muharririn feryadı nereye ulaşabilirdi ki?
BİZİM CADDEDEN PORTRELER
Hani bir atasözümüz var ya: “Çıkmamış canda ümit vardır.” deriz. Doğrusu buna can-u gönülden inanıyorum. Ve bir gün Bâbıâli’ye sahip çıkılacağını, en azından bazı sokaklarının ve caddelerinin koruma altına alınacağını, büyük gazete ve yayınevleri ile mecmuaların çıktığı binaların muhafaza edileceğini düşünüyor, bu ümidimi yitirmiyorum. Peki gerçekleşir mi? Allah bilir. Ama biz her hâlükârda umudumuzu korumak ve asla karamsarlığa düşmemek zorundayız. İşte bu duygular içindeyken çıkagelen üç kitap, benim umut çiçeğimi yeniden yeşertti. Eserlerin, âdeta semt için can suyu olacağına kanaatim kesinleşti. Evet nostaljik de olsa Bâbıâli semti yüreklerde, zihinlerde ve gönüllerde yaşıyor.
Bizim Caddeden Portreler, Oğuz Özdeş’in eseri. Gazetecilerle, gazetecilik mesleğine emek vermiş, alın teri dökmüş romancılar ve hikâyecilerle yapılmış röportajlardan meydana geliyor. Aralarında Peyami Safa, Ercüment Ekrem Talu, Necip Fazıl Kısakürek, Faruk Nafiz Çamlıbel, Nihal Atsız, Reşat Nuri Güntekin, İbnülemin Mahmud Kemal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Neyzen Tevfik de var. Ressamlar, karikatüristler, kültür ve sanat dünyasından pek çok isimle yapılmış konuşmalar, kitabın özünü teşkil ediyor. Bâbıâli Yokuşu’nda koşturmuş kalem erbabı, İbrahim Çallı gibi ressamlar, Fahrettin Kerim Gökay ve Münir Nureddin Selçuk gibi ünlüler de kitabın sayfalarını renk ve değer katıyor. Edebiyat, matbuat ve sanat dünyamızın yıldız isimleri ile yapılan hasbihalleri zevkle okuyoruz. Kitabı titizlikle hazırlayan Necati Tonga, bazı konuları açıklayarak, notlandırarak anlatılanların daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. Gazete arşivlerinin tozlu raflarından kurtarılan bu metinler edebiyat, basın ve kültür dünyamıza unutulmayacak hizmettir. Bu seçkin eser, Ötüken Neşriyat’tan çıktı.
ŞAİR PORTRELERİ
Şair Portreleri de Ötüken’den çıktı ve yine Necati Tonga’nın imzasını taşıyor. Bu sefer eserin müellifi, unutulmuş edebiyatçılarımızdan Ziya İlhan Zaimoğlu. Bu tür eserlerin en büyük faydası bizi nisyan iptilasından kurtarması, unutulmuş değerlerimize yeniden kavuşturmasıdır. Kitabın ilk sayfaları, Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya’nın şiiriyle açılıyor. “Yusuf Ziya İlhan Zaimoğlu” başlıklı şiirde biz Asya’nın bu sevgili dostunu yakından tanıma fırsatını elde ediyoruz. Şairin Kökler ve Dallar kitabında bulunan bu şiir, bir bakıma Zaimoğlu’nun özlü ve derinlikli, hoş bir portresi. Necati Tonga’nın “Edebiyat Tarihimizin Sönmüş Bir Yıldızı: Ziya İlhan Zaimoğlu ve Portre Yazıları Üzerine” başlıklı yazısı büyük önem arz ediyor. Bu yazıda yitik bir edebiyatçının keşfine dair yapılmış çalışmaların ipuçlarını buluyoruz. Ve portre yazıları… Bu yazılarda kimler var? Pek çok isim. Birkaçını analım: Arif Nihat Asya, Ceyhun Atuf Kansu, Cahit Sıtkı Tarancı, Hamit Macit Selekler, Baki Süha Ediboğlu, Haşim Nezihi Okay, Ömer Bedrettin Uşaklı, Ahmet Muhip Dıranas, Ziya Osman Saba ve diğerleri… Bu yazıları, şairlerin biyografik özelliklerini yansıtan bildik metinlere benzetmeyin sakın. Merhum yazar, âdeta kanaviçe işler gibi her şair üzerinde duruyor, hayatını, yaşadıklarını, sanatını, çilesini, ideallerini anlatıyor. Ve bunu bir hikâye üslûbu içinde dile getiriyor. Bir deneme tadı var her yazıda. Dolayısıyla adı geçen şairlerin bilmediğimiz hususiyetlerini öğreniyoruz. Hayata bakışlarını, mizaçlarını, nüktedan cephelerini ve daha birçok yönlerini okurken keşfediyoruz. Yakın tarih, edebiyat, basın ve kültür dünyasına ışık tutan iki kıymetli eser. Ötüken Neşriyat ve Necati Tonga, böylece irfanımıza hizmet etmişlerdir. Yürekten kutluyorum.
TÜRK ROMANINDA BASIN HAYATI
Edebiyat Fakültesi’nde okurken en büyük ideallerimden birisi Türk Basın Tarihi’ni yazmaktı. Bu mümkün olmadı. Zira bu o kadar geniş ve çetrefilli bir alandı ki, bir yüksek lisans teziyle, hatta doktora ile kotarılabilecek bir iş değildi. Elbette bir hizmetin tamamı yapılamasa bile bir bölümü üstlenilebilir. İşte Dr. Tayfun Haykır, böyle seçkin bir eseri basın ve edebiyat dünyamıza armağan etmiş bulunuyor. Türk Romanında Basın Hayatı. Gazeteciler Cemiyeti tarafından yayımlanan eser, 1872-1940 dönemini kapsıyor. Nazmi Bilgin ve Prof. Dr. Nâzım H. Polat’ın sunuş yazılarını kaleme aldığı eser, hakikaten devasa bir çalışma olarak gözümüzü de, gönlümüzü de şenlendiriyor. İşin aslını yazarın giriş yazısından öğrenmek mümkün. Uzun yıllara dayalı geniş bir araştırmanın ve ciddi bir tecessüsün ürünü olan eser, basın ve edebiyat kütüphanelerinin üst raflarına şimdiden rahatlıkla konulabilir. Zira her zaman bu esere göz atma ihtiyacımız olacak. Eserlerini matbuatta tefrika ettirmiş pek çok romancı ve bu romanlarda işlenen farklı konular. Çok geniş bir alana yayılan bu çalışma şüphesiz kolay olmamıştır ancak bir iş sevilerek yapılırsa bütün engeller rahatlıkla aşılır. Dr. Tayfur Haykır, ömür törpüsü diyebileceğim bu çalışma için sanıyorum pek çok kütüphanede emek harcamıştır, bugün yayın dünyasında bulunmayan romanların peşine düşmüştür. Ve sonuçta bu kıymetli hazine vücut bulmuştur. “Kalem Sahipleri”, “Basın/Basım Dünyası”, “Basın/Basım Hayatı ve Toplum”, “Süreli Yayın, Kitap ve Kalem Sahiplerinin Dünyası” bölüm başlıkları. Ama bu başlıklar eserin derinliğini ve emeğini asla yansıtmaz. Büyük boy 632 sayfa. İyisi mi, Tayfun Haykır’ın eline, kalemine, beynine, yüreğine ve gönlüne sağlık diyerek şimdilik arka kapak yazısının son paragrafıyla yetinelim:
“Türk Romanında Basın Hayatı’nın sayfaları arasında gezinirken matbaa mürekkebinin kokusundaki vazgeçilmezlikten, o kokunun sebep olduğu hastalığa; gazete patronundan, gazete müvezzii çocuğa; öğretmen maaşından artırdığı dergi çıkarma sevdasına kapılanlara, gazetenin matbaasında peynir ekmekle veya evden yüklenip getirdiği sefertasındakilerle günü geçiren patronlara varıncaya kadar; suya sabuna dokunmadan yazabilme becerisi gösterebilenlerden, sansüre takılmayı âdet edinmiş aydın kimliği taşıyanlara hatta bilim dili olarak Türkçe meselesinden matbuatın sosyal-siyasal çekişmelerine kadar birçok kişiyi, mekânı, kitabı ve süreli yayını kurgusal âlemde geçit resmi yaparken göreceksiniz…”