Bâbıâli'de hayat nasıl gidiyor?
Cağaloğlu
semtine adını veren Bâbıâli, iki kanatlı bir kuş gibiydi. Bir kanadında basın
âlemini, diğerinde yayın dünyasını taşıyordu.
Hani meşhur bir
sözümüz var ya: “Terzi kendi söküğünü dikemez.” diye. Hakikaten doğrudur bu.
Bizim farklı isimlerle anılan matbuat, basın veya medyada da durum bundan
ibaret. Henüz doğru dürüst, dertli toplu bir basın tarihimiz bile yok! Hâlbuki
geçmişten günümüze basınımız, fikir hayatını da, sanat dünyasını, siyaset
âlemini de köklü biçimde etkilemiştir.
1980’li
yılların ortalarında fakültedeki mezuniyet tezim için kıymetli hocam Prof. Dr.
Zeynep Kerman ile konu düşünüyorduk. Ben bir gazetede de çalıştığım için o
zamanki heyecanla, “Tez olarak Türk Basın Tarihi’ni hazırlamak istiyorum.” deyivermiştim.
Hocam tebessüm etmiş ve “Bu çok zor bir mesele, şimdilik daha rahat bir konu
verelim.” demişti. Sonra da Varlık
dergisinin bir bölümünü seçmişti. Bir edebiyat dergisinin sadece beş on yılını
toparlamak bile kolay olmamıştı. Ama o çalışmadan daha sonra iki kitap
çıkacaktı. Hep “efradını cami, ağyarını mani” özlü bir basın tarihi bekledim
durdum. Gerçi bazı usta gazetecilerin hatıratı yayımlanıyordu ama bu kitaplar
farklıydı. Sonra gazeteler hakkında kitaplar neşredilmeye başlandı. Bu da beni
sevindirdi lakin arkası gelmedi. Bir gün kendi kendime telkinde bulundum ve
“Galiba bu işe ucundan da olsa girmelisin.” deyip bir çalışmaya koyuldum. Basın
hayatımızda mühim hizmetleri olmuş, tanınan, bilinen bazı meslek büyüklerimizle
röportajlar yaptım. Bunlar gazete ve dergilerde yayımlandı. Sonra da hepsini
bir araya getirip kitaplaştırdım. Adını da Bâbıâli’de
Hayat koydum. Peki, kimler vardı bu sayfalarda? Hemen birkaçını sıralayayım:
Ahmet Kabaklı, Abdurrahim Balcıoğlu, Altan Deliorman, Ergun Göze, Ferit Ragıp
Tuncor, Hüseyin Movit, Nezih İzmiroğluları, Osman Akkuşak, Olcay Yazıcı, Recep
Ekicigil, Vecdi Bürün, Vehip Sinan, Yağmur Atsız, Ziyad Ebuzziya ve yaşayan bazı
usta gazeteciler… Kapakta da şimdi Valilik olarak kullanılan tarihî binaya
doğru inen Bâbıâli’den bir eski fotoğrafı kullanmıştık. Sandım ki, kitap basınımızda
tanıtılacak, yeni baskıları hemen yapılacak. Ne yazık ki hayal kırıklığı
yaşadım. On yıl önce basılan kitap hâlâ tükenebilmiş değil. Niçin böyle?
Yukarıda belirttiğim gibi terzi meselesi… Sadece kitap değil, mutfaklarında ömürlerini
tüketen eski gazetecilerin, doğru dürüst bir hatıra fotoğraflarını bile bulmak
güç. Dünyanın gündemini takip eden gazeteciler, bazen en yakın dostlarıyla bir
hatıra fotoğrafı çektirmeye bile zaman bulamıyor. Bu da heyecan yüklü
mesleğimizin cilvesi.
OSMANLI’DA
DİNÎ MATBUAT
Bazı
yayıncılarımız bu boşluğu fark etmiş olacak ki arada bir basın hayatımızla veya
yayın dünyamızla ilgili önemli eserleri kültürümüze kazandırıyorlar. Filiz
Dığıroğlu’nun Dergâh Yayınları’ndan çıkan Osmanlı’da
Dinî Matbuat. Eserde Sultan İkinci Abdülhamid ve İkinci Meşrutiyet
devirleri ele alınıyor. Son derece kuşatıcı bir bakış açısıyla hazırlanan eser,
dünden bugüne matbaacılık, kitap ve umumiyetle matbuat hayatımızı esaslı
biçimde masaya yatırıyor. “Giriş”teki ilk satırlar bile, bu çalışmanın
muhtevasının genişliğini apaçık bir şekilde gösteriyor. Yazı şöyle başlıyor:
“Osmanlı kitap dünyasında matbu kitapların hâkimiyeti Müslümanlara yönelik dinî
kitapların matbaada basılmasıyla başlamış kalabalık kitlelerin tabu kitapla
ülfeti artmıştır. Osmanlılar 1803’te Birgivî
Risalesi’ni matbaada bastıkları andan itibaren matbu dinî kitap/risalelerin
yolu açılmış, böylece Osmanlı matbuat âleminin dinî veçhesi ortaya çıkmıştır.”
Sayfalar
boyunca okuyucuyu meraklandıran şu başlıklar meselenin derinliğini
hatırlatıyor: “Osmanlı Devleti’nde Matbu Kur’an”, “II. Abdülhamid Dönemi Dinî
Neşriyat”, “Kitap İncelemelerinde Kütüphanelerin Yeri”, “Müellif Ulema”, “Ulema
Bürokrat”, “Dersiam”, “Kadı ve Naibler”, “Askerî İmamlar”, “Müftü ve Hatipler”,
“Ulema Dışındaki Müellifler”, “Mektep Müdürleri ve Muallimleri”, “Sûfi Müellifler
ve Tasavvufa Dair Eserler”, “Kadın Müelliflerin Telif Performansı”, “Matbu Dinî
Eser Sahasında Sahaflar”, “Sahaf Şirketleri”, “Denetime Takılan Matbaacılar”,
“Yayıncılıkta Çatışma Alanları, Telif Hakkı”, “Kitap Kapaklarına ‘Tasdik’
Etiketi”. Son iki asırda, bizdeki yayın dünyamızı ve basın âlemini yakından
öğrenmek isteyenlerler ve iletişimciler için önemli bir kaynak eser.
İSTANBUL
GAZETECİLİĞİ
Cem
Sökmen titiz, gayretli ve başarılı bir akademisyen. Daha önce hazırladığı Aydınların İletişim Ortamı Olarak Eski
İstanbul Kahvehaneleri çok beğenilmişti. Sökmen daha sonra Marmara Kıraathanesi Beyazıt’ta Bir Hayat
Sahnesi isimli kitabı kaleme aldı. Şimdi de İstanbul Gazeteciliği Bâbıâli’den Medya Plazalara adını taşıyan
eserle okuyucuların önüne çıkıyor. Önce doktora tezi olarak kabul edilen bu
çalışma, şimdi Ötüken Neşriyatı arasına eklenmiş bulunuyor. İstanbul’da Türkçe
gazeteciliğin 1830’larda başlayıp 1990’lı yılların başlarına kadar Bâbıâli
semti ve çevresinde faaliyet gösterdiği vurgulanan eserde,160 sayfalık bu köklü
gazetecilik geçmişinin 1990’lı yallardan sonra büyük bir değişim ve dönüşüm
yaşadığı vurgulanıyor. Bu hızlı dönüşümün, sektörü çok ciddi bir şekilde
sarstığı belirtilirken ‘medya plaza’ dönemi’ ile birlikte farklı bir oluşumun
meydana geldiği hatırlatılıyor.
Eserin
Birinci Bölümü’nde “İletişim ve Mekân İlişkisi İçinde İstanbul Gazeteciliği”, bütün
boyutlarıyla ele alınıyor. ‘Bâbıâli Gazeteciliği’nin kuruluş yılları, gelişim
süreci, haber kaynağı olan kurumları, mesleki çevresi e sosyalleşme çevresi
detaylarıyla okuyucuya yansıtılıyor. Eski gazeteciler arasında sosyalleşmeyi
sağlayan mekânları üzerinde sıkı bir şekilde durulurken bu lokanta ve
kahvelerin gazetecilerin mesleki dayanışma içine girdikleri de hatırlatılıyor.
Gazetecilerin ve yazarların hatıra kitaplarında ve günlüklerinde ayrıntılı
biçimde anlatılan bu hoş mekânları isimleriyle men görelim: Sucu Kosti
Kahvehanesi, Meserret Kıraathanesi, İhsan Kıraathanesi, İkbal Kıraathanesi,
Talat’ın Kahvesi, Konyalı Lokantası, Sofra lokantası, İstanbul Lokantası
Sirkeci Gar Lokantası. Gazeteciler yemeklerini yerken veya çaylarını içerken
zihin dünyaları yine meslekleriyle, hadiselerin gelişmeleriyle dopdoludur.
Dolayısıyla bir bakıma kendisini mesleğine adamış olan gazeteciler bu sosyal
mekânlarda da işinin devamını getirmiş, haberlerle ilgili olarak
arkadaşlarından yardım ve destek almışlardır. Yani bu mekânlar gazeteciliğin
‘yazıişleri’nden sonra yapıldığı yerler olarak da hafızalara kazınmış
bulunuyor.
SÖZLÜ
TARİH ARAŞTIRMASI
Cem Sökmen Türk basınının dünya medyasıyla olan ilişiklerini, benzerliklerini anlatmakla yetinmiyor. Mesleğin değişen ve yenilenen yüzü üzerinde de duruyor. İş adamlarının gazetelere sahip olmaya başladıktan sonra gazetecilik anlayışında da belli bir evrilme yaşandığı ifade ediliyor. Mesleği icra eden veya emekli olmuş gazeteci dostlarımızın kanaatleri, intibaları, hatıraları, tespitleri esere bir derinlik katıyor. Bugün aramızda olmayan kalem erbabının hatıratındaki zarif duygu ve düşünceler, basınımızın nerden nereye geldiğini göstermesi bakımından ilginç özellikler taşıyor. Cem Sökmen bir roman tadında okunabilin eserde İstanbul gazeteciliğinin dününü ve bugününü mukayeseli biçimde gözler önüne seriyor. Mesleğin yarını ile ilgili düşünceler de dikkat çekici. Bu arada basın dünyamızda emek vermiş olan gazetecilerin meslek hatıralarını kaleme almalarının önemi bir defa daha ortaya çıkıyor. Gazetelerin farklı bölümlerinde (Yazıişleri, Haber Merkezi, Dış Haberler, İç Haberler, Kültür Sanat, Ekonomi, Spor vd.) emek vermiş usta gazetecilerin hatıraları muhakkak ki mesleği seven ve icra etmek isteyenlere hem ufuk açacak hem de kendilerine yol gösterecektir.
YENİ
MEDYANIN DİLİ
Lev
Manovich’in Yeni Medyanın Dili isimli
kitabı Türkçeye tercüme edildi. AA Kitap’tan çıkan kitabı çeviren, Akın Emre
Pilgir. Aktaracağımız şu başlıklar kitabın muhtevasını anlatmaya ve yansıtmaya
faydalı olur zannediyorum. İşte “İçindekiler” bölümünde seçilmiş bazı
başlıklar: “Bugünün Teorisi”, “Değişkenlik”, “Yeni Medya Olarak Sinema”,
“Dijitallik Miti”, “Kültürel Arayüzler”, “Ekran ve Beden”, “Görüntü
Akışlarından Modüler Medyaya”, “Sinemada Teknoloji ve Tarz”, “Bilgisayar
Alanı”, “dijital Sinema ve Hareketli Görüntülerin Tarihi”, “Bir Kod Olarak
Sinema”.
Matbuat, Neşriyat, Medya, Basın… Ne dersek diyelim. Dün bu mecra, toplumda çok etkiliydi. Bugün de bu iletişim araçları şüphesiz son derece önemlidir. Mevcut seviyeyi korumak, hatta yükseltmek zorundayız. Bunun için sorgulayıcı yeni kitapların yayımlanması gerekli gibi görülüyor. Bu hakikatlere toplumumuzun ihtiyacı var.