Dolar (USD)
32.54
Euro (EUR)
34.92
Gram Altın
2454.50
BIST 100
9883.94
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Baba Bana Bir Masal Anlatsana

— İnşallah yavrum. Şu işimi bitireyim. Birazdan anlatırım.

— Ya babaaaaa... Hep şu işim bitsin bu işim bitsin diyorsun. Ama hiç bitmiyor. Ben de uyuya kalıyorum. Artık anlat bana bu masalı. Hep anlatmak isteyip de anlatamadığın. Bak yatakta bekliyorum.

— Tamam yavruşum az kaldı. Geliyorum.

— Ama Baba ya...

— Tamam tamam geldim, geldim. Ama bir şartım var. Önce yanaklarından öpeyim. Enerji lazım.

— Peki baba.

— Ohhhh. Dünyanın en tatlı şeyi varmış bu yanaklarda.

— Baba beni oyalamıyorsun değil mi.

— Tamam başlıyorum. Başlıyorum. Bir varmış. Daima Bir varmış. Hep Bir varmış. Görünen ve görünmeyen her şey o BİR’in malıymış. Gücü, bilgisi ve sevgisi herkese ve her şeye yetermiş. Onu tanıyanlar çok mutlu oluverirmiş.

— Baba sen tanıdın mı onu? Ben de tanıyacak mıyım?..

— İnşallah yavrum. Ama böyle sözümü kesersen nasıl anlatırım sana masal?

— Tamam baba. Ama ne yapayım merak ettim.

— O zaman sözümü kesmeden dinle olur mu bitanem.

— Olur baba...

— Bir zamanlar Süphan dağının eteğinde Ağrı Dağının gölgesinde Sütey yaylasının ortasında yeşil bayırların bağrında, derelerden şırıl şırıl akan suların şakırtıları arasında, cıvıl cıvıl öten kuşların rakrakasında, meleyen ve möleyen aynı zamanda aiii aiiiiiler ve hıhıhıııhılarla kişneyen hayvanların çok sevimli seslerinin eşliğinde bir de havlayan köpeklerin güvenliğinde güzel mi güzel bir o kadar da özel şirin bir köy varmış.

Herkes bu köye gitmeyi çok istermiş. Çünkü bu köyde her şey çok özelmiş. İnsanı bir farklı özelmiş hayvanı bir farklı. Çocukları bir ayrı güzelmiş yaşlıları bir ayrı özel. Kadınları bir başka güzelmiş erkekleri bir başka. Doğası ise her birisine sertaç olurmuş. Havası ise sağlık ve huzur. Her şey bereketliymiş o yerde. Her canlı huzurlu. Uzun bir müddet yaşamışlar böylece mutlu.

Her şey doğal yollarla elde edilirmiş orada.

Tandırda pişen ekmeğin unu kendi tarlalarından gelirmiş.

Tencereden pişen et kendi hayvanlarındanmış.

Kahvaltıdaki peynir ve yumurta köyün ürünüymüş.

Yağları en sade haliyle kendi hayvanlarındanmış.

Ayaklara giyilen çorap ve üste giyilen kazak kendi koyunlarının yünüymüş.

Yatak ve yorganlarını kendileri yaparmış koyun ve kuzularının yünlerinden.

Kilim ve keçelerini kendileri dokurmuş bu yünlerden oluşan iplerden.

Yakacaklarını kendi hayvanlarından elde ederlermiş.

Suları en soğuk haliyle yer altından gelen kaynaklardanmış. Aklına gelecek ne varsa hep doğalmış.

— Çikolataları da mı baba? Yani köyde çikolata fabrikası mı varmış?

— O zamanlar kuzum çikolata bu kadar bilinmezmiş. Çocuklar genelde şeker yerlermiş. O şekerler de çok özelmiş. Çerçiler köyleri gezermiş. İncir üzüm ve şeker satarlarmış köylerde genelde.

— Yani çikolata yokmuş mu o zaman baba?

— Varmış. Varmış ama çikolata hemen erir kuzum değil mi sıcakta. O çerçiler de eşek ya da atlarla köyleri gezerlermiş. Yollar saatler veya günlerce sürermiş.

— Anladım şimdi babacım. O zaman bütün çikolatalar da erir yani.

— Evet. Ama sen yine müdahale ettin.

— Ama ne yapayım. Merak ettim.

— Anlatmaya devam edeyim mi?

— Evet. Ama baba bu anlattığın masaldaki şeyler bana çok hoş geliyor. Bir de sanki oraları hatırlıyorum gibi.

— Belki de. Oradaki çocuklar çok mutluymuşlar. Oyuncakları hep doğalmış. Çamurdan ve taştanmış. Topları yündenmiş topaçları tahtadan.

Gece geç vakte kadar yıldızların altında saklambaç oynarlarmış.

En sevdikleri hayvanlarla dağ bayır demeden koşturup dururlarmış.

Sonra eve gelirlermiş. Bu yorgunluk içinde karşılarına konulan her yemeği dünyanın en lezzetli şeyleri olarak yerlermiş.

Ailelerine de çok yardım ederlermiş o köydeki çocuklar. Hem evin işlerinde hem de köyün diğer işlerinde sürekli koşturup dururlarmış. Arada bir ödül diye şehre götürülürlermiş. Önce denizde yüzerlermiş. Ardından lokantada güzel bir yemek yer sonra alınan ufak tefek hediyelerle çok mutlu bir şekilde köylerine dönerlermiş.

Bu çocukların en büyük hayali babalarının giydiği o cizlavet ayakkabılardan onların da olmasıymış. Çünkü sürekli kara lastik denen trabzan ayakkabı giyerlermiş. Bu hayalin gerçekleşmesi için o çocuklar neler vermezmiş.

Benim de hayalim öyleydi. Yıllar sonra babam bana bu tarz bir ayakkabı alıverdi.

Şehirden dönmüştü evimize. Atın üzerinden indirmişti abilerim eşyaları. Ama en itinalı duran da özel kilim desenli heybenin iki cebinde duranlardı. Toplandık annemle beraber babamın başına. Oturdu sabanın yanındaki minderin üzerine. Önce annem öptü babamın elini sonra sırasıyla kardeşlerim. Hep beraber hoş geldin dedik. Kurulduk sofranın başına. Ama lokmalar gitmiyordu boğazımızdan aşağıya. Çünkü heyecanla bekliyorduk eşyaların açılmasını. Yemek bitti. Sofralarımız hiç bu kadar hızlıca kaldırılmamıştı. Babam da anlamıştı sabırsızlığımı. Annemi alarak yanına...

— Getirin çocuklar o eşyaları. Bakalım neler almışım sizlere. Haydi bayram edelim bu sene de.

Öncelikle biliyorsunuz her şeyi istediğiniz gibi alamıyorsunuz şehirde. Çünkü üretimler sınırlıdır ülkemizde. Çok paranız olsa da yoktur çok eşya dükkanlarda. Bu halimize de şükredelim. Babalarımız ve dedelerimiz nice kıtlık ve yoksullukları yaşadıklarını anlatırlardı bu topraklarda her daim. Onun için şikayet etmeyelim şükredelim olur mu. Unutmayalım bunları bulamayanların çok olduğunu. Artık açabilirsin hanım eşyaları.

Hanım, metre işi bezlerle don tuman biçersin bizlere ve çocuklara. Şunlarla da yorgan ve yastık kılıfları dikersin. Döşeklerin eskiyen yüzlerini değiştirirsin. Şunlarla da el işi yapar kızlar.

Şu çoraplar her birinizin.

Şu fistanlık kumaşlar da senin ve kızların.

Bu işliklerin her biri çocukların.

Pantolonları daha eskimemiş diye almadım. Atletleri de varmış galiba.

Oğlanların ayakkabıları parçalanmıştı. Numaralarına göre birer çift trabzan aldım. Paylaşsınlar. Dikkatli giysinler hemen yırtmasınlar. Bu öteberiyi de ev için aldım.

Herkes almıştı alacaklarını ve çekilmişti evin bir kenarına. Mutluydular şehirden getirilen bu eşyalarla. Ama ben merakla bekliyordum hâlâ orada. Verilen o yemiş ve sair eşyalar mutlu etmiyordu beni. Babam da fark etmişti bu halimi.

— Bunu da oğlum sana aldım. Bak beğenecek misin.

Siyah bir poşetin içinde kağıtlara sarılmıştı. Sert gibi görünüyordu ama yumuşacıktı. Hemen açtım heyecanla herkesin önünde. Birden fırladım havaya bu o mu diye. Hayalimdeki cizlavet ayakkabıydı bu. Bütün dünyalar benim oldu. Sarıldım babamın ellerine çok kez öptüm.

Ayakkabımı kimsenin dokunmasına bile müsaadem yoktu. Hayalim gerçekleşmişti. Ama kıyamıyordum bu hayalime dokunmaya.

Hatırlıyorum günlerce giymeye kıyamadığımı. Başına bir iş gelir diye hep evde köşe bucak sakladım. Hatta babam giy oğlum sana yine alırım yenisini derdi. Ama bir hayalin gerçekleşmesi yılları almıştı. Bir daha sahip olamam kaygısıyla giymeye kıyamam ben seni ayakkabım diye konuşurdum defalarca onunla. Bütün ısrarlara dayanamayıp giymeye başlamıştım o ayakkabımı. Sonra yırtılmaya başlayınca çok ağlamıştım.

— Baba ya bana masal anlatacağına hayatını anlatıyorsun. Sana demiştim ben biliyorum sanki bu anlattıklarını.

— Ya öyle mi oldu yavrum. Kusura bakma bir an dalmışım. Uykun geldiyse burada bırakalım. Sonra kaldığımız yerden devam ederiz. Bizde bitmez böyle masallar. Hayatımıza anlam verir onlar.

— Hayır baba. Merak ediyorum. O köyde başka neler oluyor. Lütfen devam edelim babacım.

— Peki yavrum. Çocukların okulu da ilçedeymiş. Okula gitmemek için çok direnirlermiş. Çünkü köyleri cennetten bir köşeymiş.

Gidecekleri okulda yatılı kalacaklarmış. Okulun öğretmenleri çok gaddarmış. İlkokuldan itibaren yatılı olarak okulda okurlarmış. Sadece şubat ve yaz tatilinde evlerine gelebilirlermiş. Onlar ailelerini aileleri de onları çok özlermiş. Çektikleri çileleri babalarına söyleyemezlermiş. Çünkü okula verilince çocuklar denilirmiş öğretmenlere eti sizin kemiği bizim. Bir ayet gibi ezberlermiş öğretmenler bu sözü çocuklar üzerinde her türlü tasarrufu etmek için. Bir tarafı eğitim imiş bu yatılıların diğer tarafı zulüm. Eve geldiğinde çocuklar bir daha dönmek istemezmiş o okullara her mevsim. Sanki bir açık hapishane gibiymiş o okullar. Aileler de dönem başında getirir çocukları dönem sonunda alırmış o zamanlar.

Çocuklar eve geldikleri zaman elleri ve yüzleri temiz gibi gürbüz görünürlerdi. Ama ne hürriyet kalırdı ne de karakter. Birer sünepe bireyler oluverirlerdi. On beş tatil yetmezdi bu yıkımı tamire. Ancak yaz tatilinde gelirlerdi köyde kendilerine. Bu nedenle köydeki en zahmetli iş bir sahil tatili gibi gelirdi bu köyün çocuklarına. Üç ayları işle geçse de hiç şikayet etmezlerdi ana babalarına. Mutluluğun en zirvesine çıkarlardı köylerine döndüklerinde. Bütün işleri de oyun oluverirdi bu köyde.

Tatilin bitişinde beyaz tenleri simsiyah olurdu güneşte dolaşmaktan ve çalışmaktan. Ama hür olurlardı ve içleri bembeyaz oluverirdi kendi köylerinde dolaşmaktan. Yine çileli dönemlerinin okulla başlayacağını bilirlerdi. Kemiklerine gelen etlerin öğretmenler tarafından tekrar derileceğine çok üzülürlerdi. Ne yapsınlar köylerinde okul yapılamamıştı. Ülkenin o zamanki hali galiba çok perişandı.

Hem o köyde insanlar pek yaşlanmazmış. Dedem 115 yıl yaşamış. Hatırlıyorum ben onu. Sürekli soğuk suda yıkanırdı. Binerdi atına köy köy dolaşırdı. Hep misafir gelirdi onun odasına. En güzel yemekler yapılırdı misafirlerle beraber daima ona. Sofrası ayrı yiyeceği ayrıydı. Sigarasının tütünü ve tabakasının deseni herkesin merakıydı.

Yoktu o zamanlar pek meyve. Olsaydı elma. Yerdi dedem elmanın özünü. Verirdi bize kabuklarını. Sıraya girerdik yemek için biz torunlar bu kabukları.

Dedem, torunları dünyaya gelince keserdi en güzel koçu. Yedirin gelinlerime bunların etlerini bulsunlar sağlıklarını derdi. Biz de bayram ederdik yeni bir kardeş gelince yuvaya. Onun hatırına ulaşırdık bir çok yenilecek şeye.

Hele bir de bayram olunca şenlenirdi o köy hep birden. Bayramların vazgeçilmezi olurdu o güzel yemekler ve şekerler her evden. Giyinip süslenirdik bayramlıklarımızı hepimiz. Köyde bir kaç kez evleri dolaşırdık biz çocuklar hepimiz. Çünkü bir kaç ev vardı o köyde. Çok şeker toplamalıyız bu bayramda. Akşam olurdu başlardık topladığımız şekerleri saymaya. Kıyamazdık onları doyasıya yemeye. Hemen bitmesin diye saklayıp dururduk. Diğer bayrama hemen gelmesi için çok dua ederdik.

Uyudun mu yavruşum. O zaman sonra devam ederiz.

— Baba sen dedemleri ve kendini anlatıyorsun. Bana masal diye yutturuyorsun. Ama doğrusunu söyleyeyim mi. Bana bu anlattıkların sadece masal değil bir ninni gibi geliyor. Bunlar gerçek ise bizlere neler oluyor. Bizler miyiz şanslı babacım sizler mi bilemedim. Galiba kalabalıklar ve zenginlikler içinde bizler yalnız ve mutsuzuz. Bu anlattıklarını herkese duyurmalıyız.

İstersen sen anlat bu yaşadığın masalın tamamını. Görsün yeni nesil nasıl nankör olduğunu. Ben şu anda çok utanıyorum. Bunca varlığın içinde neden hâlâ kıvranıyorum. Anlat babacım anlat masalını. Kınasalar da bu nesil seni. Görsünler sizin neslin asaletini

— Hem yavruşum burada yaşayanlar hep akrabalarmış. Bütün sıkıntılarını ve sevinçlerini paylaşırlarmış. Aralarında bir ayrım yapmadan yaşar giderlermiş. Suç nedir ceza nedir bilmezlermiş. Hele mahkeme kapısını ömür boyu görmezlermiş. Kardeşçe yaşamışlar uzun müddet. Aralarına bir kaç yabancı aile de gelmiş elbet. Sonra köy kalabalık olmuş böylece. Ama herkes köyün o asil haline tabi olmuş ailece.

Yıllar yılları kovaladı. Her yerin ve herkesin kaderi burada da başladı gerçekleşmeye. Köyden inmek istedi herkes şehre. Bir heyecanla şehirden gelenler konuşur oldu oranın faaliyetlerini. Küçümsedi köyü ve köydekilerini aşikar ve besbelli. Artık konuşulmaz oldu köylünün ne ürettikleri ne kendi. Tamamen şehir efsaneleri aldı her yerin doğal güzelliklerinin yerini. Üretimin yerine de geçmeye başladı devlet kapısında iş bulmak. Kimse mutlu olmaz oldu ürettiklerinden yola çıkarak. Olmalıydı şehirdeki güzelliklerin köyde ikamesi belki. Ama köyün doğallığı da gidermeliydi şehrin çirkinliklerini. Şehir şehir gibi kalmalıydı köyde köy gibi. Ne yazık ki şehirler oldu büyük köy köyler kalamadı kendisi gibi. Aileler dağıldı kalmadı o eskisi gibi.

Artık bu masal burada bitmeli. Yoksa acılar sürekli tazelenir. Yeni masallar yazmak için nesiller umarım geçmişini bilir. Zamanı taşımalıdır kendi zamanına bu çocuklar. Yeni masallar yazmalıdır kendinden sonra gelecek olanlara. Masallarının girişi bizim yaşantımız olabilir. Gidişi kendi yaşantıları. Sonucu da gelecek neslin yaşayacakları.

Bu masal burada biter. Benim hüznüm ve sevincim de içimde kor ateş olarak daima sönmeden devam eder.