Az Eğil, Yoksa Duymuyorsun
Hiç unutmadığım gibi biraz da gülümseyerek hatırlıyorum. Biz o günlerin çocuğuyuz. Yılbaşı geceleri zaten eve çok geç ve kerhen alınan televizyon hiç açılmaz ve özellikle evimizi bir sessizlik kaplardı. Şehrin tam tersi, kalabalık ve cümbüşlü bir çarşı pazardan sonra aniden girilen ve bütün dünyevi hengameyi dışarda bırakan bir cami avlusuna dönerdi evin salonu. Kalpler birer Kabe... Öyle kimseye laf edilmezdi. İsteyen kutlasındı onun için kutlu olanı. Fakat iş kendi tercihlerimize gelince; öteki kültüre öteki için saygı duyar, ortak bir payda varsa o kısmında birbirimize tevazu ile tebessüm eder ve geçer, özelde ise kendimiz olmaktan çıkmamak, asimile yağmasında kimliklerimizin kaybolmaması için hususen muhalefet ederdik. Kimliklerimiz kim vurduya gitmemeliydi. Rengimiz solmamalıydı. Buydu.
Bunun için abdestler alınır, Kuran-ı Kerim'ler açılırdı. O vakit meal okumak şimdi olduğu kadar yaygın değildi. Doğrusu henüz şiddetle anlama ihtiyacımızı hissedebileceğimiz kadar dini hayattan uzak ta değildik.
Ve o gece çerez-merez yenmez, bir eğlence emaresi taşıyacak görüntülerden uzak durulurdu. Başka bir kültürün, kadim geleneğimizin şiarlarına dokunan uçlarının sokağımıza gereğinden fazla sarkmasına izin verilmez, ancak bunu o kültürün ağacına zarar vermeden başarmak edebi öğretilirdi. Bir de çam ağaçları ve özellikle yapay ışıltılarla karartılmış o koyu yeşillik adına epeyce üzüldüğümüzü hatırlıyorum. Fakat ne yalan söyleyeyim yılbaşı kartpostalları, yaldızlarıyla hayatımıza teklifsiz dalardı. Parmaklarımıza, saçlarımıza yapışan parıltılı noktalar, bize sadelikle zıtlaşabilen başka bir dünyanın varlığı ve eğer izin verirsek bize neler yapabileceği hakkında gizli bildirimler yapardı.
Şimdi herkesin içi bir sokak kavgası. Herkesin dili ruhsatsız, sözü kurşun... Her şeyden bir hasret çıkarıyoruz. Önleyebileceğimizi bile bile nefrete körükle, yaklaşıyoruz. Israrla öfke dalgalarına yürek çekiyoruz. İnsanlık birbirinden bu kadar mı sıkıldı? Neyimiz var?
Üstümüze oyunlar oynanıyor, masum insanlarımız öldürülüyorken geri plandaki tartışmaları kınıyorum. Gördüğüm o ki yılbaşı kutlayanlarla, kutlamayanlar, kutlanmasını hoş karşılayanlarla, karşılamayanlara ayrıldık son günlerde. Ayrılık konumuz çok azdı. Bunları da ekledik. Ne güzel bir sürü, sayısız ortak olmayan payda(sızlık)larımız oldu. Birbirimizi abartıp önemsediğimiz ve buna mukabil ihmal edip zayıf düştüğümüz yerden vuran, yıkım söylemleri geliştirdik.
Yılbaşına karşıysan neden bunlardan daha önemli olanları ihmaldesin, diye taşa tuttu tutanlar.
Daha önemli konulara olan ihmallerini sürdürdüğü halde, dindarlığın serapa ispatını daha az önemli konularda yoğunlaştıran ve şimdi de sadece yılbaşı kutlamamaya indirgeyenler de diğerlerine tekfir kılıçlarını salladı, salladı. Eh aracılar, yancılar, dedi kodu, nifak getir götür işlerini yapanlar da malum.
Meseleleri pek sarhoş, pek dengesizce ele almayı bırakalım dostlar.
Olgunlaşmanın çağı ne vakit erecek ya hu...
Çözüm var. Ne ki sorun; çözümün olmayışı değildir. Sorun; çözüme niyetsizlik, gönülsüzlüktür. Sahteliklerimizden olma dermansızlıktır.
Dünyayı yalnızca kendi hayat görüşlerinin yaşam alanı saymaları ve kendilerini merkeze almaları dünyaya barış ve esenliği söyleyecek olanlara u2013h/er kimse artık onlar- hiç mi hiç yakışmıyor.
Hepimiz saygı mektebine kayıt etmeliyiz kalbimizi. Sevgi ürküyor, kaçıyor, saklanıyor bizden, saygı olmayınca. Hadi öğrenilebilir bir şey bu. Vallahi.