Aynileştirme
Sistem, kapsamlı bir şekilde işgaline devam ederken, hayatın her cephesinden saldırmaktadır. Bu savaşın kodlarını da yapay zekâ denilen en etkili silahıyla üretiyor. Yapay zekâ, bugün nükleer silahtan daha tehlikeli bir hal aldı. Bombalarla toplumu öldürebilirsiniz, ancak yok edemezsiniz. Ancak yapay zekâ ile bir toplumu tamamen ortadan kaldırmanın kodlarını üretebilirsiniz. Zaten sistem, öldürmekten ziyade kendine benzetmek üzerine kuruludur.
2. Dünya savaşında
Japonya'ya atılan atom bombaları şehirleri yok etmiş olabilir lakin Japon
toplumunun içindeki cevheri ortaya çıkarmıştır. Bununla başarıya
ulaşamayacağını anlayan sistem, onları öldürmek yerine aynîlestirme aşamasına
geçmiştir. Aynîleşme, sistemin daha da canileşmesine yol açmıştır. Soykırımın
psikolojik ve sosyolojik halidir.
Sistem bu soykırım
için çıkış noktası olarak kültürü almaz; kültürün de kaynağı ve besleyeni olan
kutsalı alır. Kültürü besleyen dini normlardır. Bu yüzden sistemin asıl savaşı
kutsala karşıdır. Soyut ve metafizik olanladır. Hep orada olan, ancak gözüyle
görmediğiyledir. Daha açık söylemek gerekirse sistem, Tanrı ile savaşır. Bu
savaşın sonunda tüm dünyayı yok etmeyi göze alabilecek kadar da canidir. Bilinçaltında
eğer Tanrı’yı yenerse ölüm döngüsünü kıracağına ve ölümsüzlüğe ulaşarak
tanrılığını ilan edeceğine inanır.
Bu öyle bir
savaştır ki, herkese anladığı dilden konuşarak farklılıkları törpüleyerek aynîlestirme
gayreti güder. Herkesi birbirine benzeterek de aradaki mesafeleri kaldırır.
Mesafe vardır ama herkes birbirine benzediği için zamanla insanlar aralarına
karbon kâğıdı konulmuş gibi yaşamaya başlar. Biri ötekinin diğeri... Birbirine
benzetilen insanın yaşam felsefesi de birbirine benzemeye başlar. Dünün tekrarı
bir bugün, bugünün aynısı bir yarın. İşte tam da burada bundan on dört asır
önce bugünleri görerek “İki günü eşit olan zarardadır.”
sözünün sahibinin ne demek istediğini anlıyoruz.
Chul Han “Ötekiliğin
kaybolması yaşamı anlamsız ve cansız kılmaktadır.” diyerek sistemin
aynîleştirme eleştirisini ortaya koyuyor. Ötekine saygıyı ortadan kaldırınca
hepimiz robotlaştırıldık, farkında değiliz.
Çözüm hiçbir zaman
sistemin kendisinde değildir. Zaten sistem çözümü de sevmez. Bu duruma örnek
olarak kullandığımız ilaçları gösterebiliriz. İlaçlar bir rahatsızlığı tedavi
için kullanılmaz. Sorunu ötelemek için kullanılır. Tedavi edilen hastalık,
ortadan kaldırılan sorun, sistemin en büyük rahatsızlığıdır. Devamlı kendisine
muhtaç olunmasını ister.
Farklılıklarımızı
tüketerek tek tipleştik. Evlerin dahi tek tipleştiği, bir tren dizilimi
şeklinde dizilmiş şehir görüntüleri farklılıkların ortadan kaldırılışının
örneğidir. Bu şehir örneğinde mahalle kültüründen soyutlanarak apartmanerkil
bir hayatı kabullendik. Toplumsallıktan bireyciliğe dönüştüğümüzden beri herkes
birbirinin kopyası olarak dolaşıyor sokaklarda.
İletişim
karşılıklı etkileşim halinde birbirinin farklılıklarını keşfederek yeni bir
şeyler bulmak için kullanılması gerekirdi. Ancak günümüz iletişimi ve bunun
için üretilen kitle iletişim araçları farklılıkları törpüleyerek insanların aynîleşmesine
neden olmaktadır. Aynı olaylara aynı tepkiler verdirme gayretindedir. Tek
kaynaktan beslenen insanların tek tipleşmesi kaçınılmazdır.
Her ne kadar
sanayinin gelişmişliği arkasına sığınarak üretim toplumu olduğumuzu iddia
etmeye kalkışsak da ürettiğimizden daha fazlasını tükettiğimiz gerçeğini
gizleyemiyoruz. Üretim belli bir zümre tarafından icra edilirken tüketim
toplumun tamamına yayılmış durumdadır. Dahası, üretim zaman alırken tüketim bir
anda olup bitmektedir.
Chul Han’ın
Ötekini Kovmak kitabındaki şu sözü durumumuzu özetliyor: “Birbirinin neredeyse aynısı
olarak yaşayan insanların var olduğu bu dünya başkalıktan, farklılıktan,
anlatıdan, kurgudan, aşktan, arzudan, gizemden ve sırdan mahrum kalmak
kaçınılmazdır.”
Farklılıklarımızı
sorun olarak görmeyi bırakarak onun güzelliklerinden beslenmeye başlarsak
toplumun renkliliğine katkıda bulunuruz. Tribündeki seyircilerin görsel şöleni
herkesin kendi rengini temsil etmesiyle mümkündür. Herkesin birbirinin aynısı
olduğu bir tribünde yaşam belirtisi olup olmadığı fark edilemeyecektir. Hala
yaşıyor olduğumuzu iddia ediyorsak herkes gibi olmak yerine herkesin kendisi
olmasına fırsat vermeliyiz.