Aynı kafa
Geçen hafta dış basında çıkan, Türkiye hakkındaki haberlere biraz göz gezdirdim. Belki çoğumuz günlük düşüyor, büyük resme bak/a/mıyor ve dünyayı bulunduğumuz 100 metrekarelik bir alandan ibaret sayıyorduk ama gerçeklerin aslında hiçte öyle olmadığını bir kes daha anladım. Nasıl mı? Mesela Rusların “NATO’yla gerginliğin azaltılması için, Türkiye’ye ihtiyaç duyulduğunu” vurgulaması, küresel siyasette geldiğimiz stratejik önemi ispatlar nitelikteydi. Çin medyasında; “Dünya jeopolitiğinin kalbinde yeni bir güç yükseliyor. Türk Devletleri Teşkilatı, Çin’in kapısında aşırı belirsizliğe katkıda bulunuyor” şeklindeki haberler de, bizlerin çok da ehemmiyet vermediği bu oluşumun, oysa ne denli KRİTİK BİR ADIM olduğunu ortaya koyuyordu. Yunan Kathimerini gazetesinin “Atina drone diplomasisine çare arıyor” başlığıyla yayınlanan haberde; "Türkiye çok sayıda ülkeye sızıyor, Hristiyan Etiyopya'ya bile" ifadesi ise biz bilmesek te, SİHA’larımızın verdiği ENDİŞEYİ gözler önüne seriyordu. Tıpkı İsrailli The Jerusalem Post’da; “Türkiye, Pakistan ve İran 4000 millik tren güzergâhı üzerinden, bölgesel ticareti ve bağları güçlendiriyor” biçiminde çıkan yazılar gibi…
Anlayacağınız tüm bunlar Türkiye’nin stratejik hamlelerinden
dolayı, duydukları rahatsızlığın DIŞA VURUMUNDAN öte bir şey değildi. O yüzden adamların
dış gündeminde; “Türkiye’nin hamleleri devamlı mercek altında tutuluyor”
demekte de, hiç beis bulunmuyor malumunuz üzere. Ancak gelin görün ki dışarda bunlar
konuşulurken, ülkenin yönetimine talip olanların gündemine, Din Eğitimi oturmuş
vaziyette şu sıralar. Bu manada Grup Başkanvekili unvanındaki bir kişinin
vizyondan, hedeften, projeden söz etmesi beklenirken, Okul öncesi eğitimde Din
Dersi verilmesini diline dolaması, birçok sözü hak ediyor şüphesiz. Fakat bunu
Ortaçağ diyerek, “GERİCİLİK “imasıyla itham etmesi oldukça trajik…
Tabi “Bir iki kadeh içkiyi, günah saymayan Anadolu
Müslümanlığı” şeklinde bir de içtihatı var ki, Müslüman mahallesinde salyangoz
satmaya benzer bir durumu ihtiva ettiği aşikâr. Hâlbuki peşlerinden koştukları sözüm
ona “ilerici Batıda”, işlerin hiçte öyle yürümediği tartışılmaz konumda. Kaldı
ki Belçika’da 2,5-6 yaş arası çocuklara, öğretmenler koordinesinde papaz ve
rahibelerin ders verdiği; Almanya’da 3-6 yaş grubunun, %70’ i oranında kiliselerde
din eğitimi aldığı ve İngiltere’de okul öncesi din eğitimi müfredatının, kiliselerce
belirlendiğinden hareketle, fazla söze hacet kalmadığı ortada.
Hülasa "Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda
hayırlı olabilir, buna karşılık hoşunuza giden bir şey de hakkınızda kötü
olabilir. Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz" hakikatini, iliklerimize
kadar hissettiğimiz bir dönemdeyiz özetle. Çünkü belli çevrelerin toplumsal
olaylara verdikleri uç tepkilerle, içlerinden akıttıkları ZEHRE şahitlik etmek hiçte
az şey değil. Belki bu tarz hareketler, bizleri bir miktar üzüyor. Lakin GÖRME
YETİSİNİ KAYBETMEMİŞ OLANLAR İÇİN, ileride muhtemel büyük sıkıntılara karşı, UYARI
niteliği de taşımıyor sayılmaz. Zira insan her ne kadar maske takarsa taksın,
her ne kadar kendini gizlerse gizlesin, her ne kadar köprüyü geçinceye dek dayı
demeye devam etsin, derinlerdeki mantalitesinin bir şekilde KENDİNİ ELE VERDİĞİ
bir gerçek.
Yanlış anlaşılmasın sakın! Muhalefetin “Helalleşmeyle”
başladıkları serüvende, bu sözleri sarf edecek hale gelmesi, “bir 28 Şubat
zihniyetini çağrıştırır mı” bilmiyoruz elbette. Bunun takdirini, sizlerin büyük
ferasetine bırakıyoruz. Ama Dini eğitim verdiği için, Ortaçağ diye ÖTEKİLEŞTİRMEYE
çalıştıkları medreselerde; CEZERİ gibi fizikçiler, BİRUNİ gibi tıpçılar, ALİ
KUŞÇU gibi matematikçiler, BAKİ gibi şairler, EVLİYA ÇELEBİ gibi sosyologlar ve
PİRİ REİS gibi coğrafyacıların yetiştiğini, birileri bu kafalara anlatmalı. Bizim
ki de laf…! Milletin değerlerini hiçe sayarak, ancak bu kadar oluyor maalesef…