Aynı gemi
Ana Muhalefet yine bildiğini gibi. 4 dönem Vekil olanlar, 5
dönem vekil olanları yendi ve adına da “değişim” koydular gözlerimizin önünde.
Evet, yanlış duymadınız. Fazlası var, eksiği yok inanın. Öyle ki
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi liderlerini gazlayanların ve Başkan
Yardımcısı edasıyla meydan meydan dolaşanların, sonuç başarısız olunca “TAZE
KAN” hüviyetinde ortaya çıkması oldukça manidar. Hatta Yeni Genel Başkanın
seçilir seçilmez, eski Genel Başkan gibi “Hamas’a sallaması ve bazı hükümlülere
selam yollaması” da cabası. Anlayacağınız EYLEM ve SÖYLEM açısından, “muhalefette
hiçbir değişiklik olmadığını” iddia etmek pekte abartılı sayılmaz. Keza
kişilerin, fikirlerin, politikaların ve metotların, ŞİMDİYE DEK bunu açıkça ele
verdiği ayan beyan ortada. Belli ki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesini,
eski Genel Başkana yüklemişler çaresizce. Sonrada “değişim, yenilik” tarzı yaldızlı
cümlelerle, “O’ndan beri olduklarını” ima etme yolunu meşru görmüşler özetle. Ama
kafalarındaki soru işaretinin, bunu FERASET SAHİBİ TÜRK MİLLETİNİN nasıl
karşılayacağı üzerinde temellendiği açık.
Zira bugüne kadar muhalefetin her adımını kayıtsız/şartsız destekleyen
“değişimcilerin”, aslında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de orada olduklarını
nasıl unutabiliriz ki?
Ne diyelim! İnşallah yanılırız. Çünkü bu dem Türkiye’nin
Milli ve Yerli duruş sergileyecek, bir Ana Muhalefete ihtiyaç duyduğunu
çocuklar dahi biliyor. Siha’ları, uçakları, tankları… eleştirmek yerine, “bu
yetmez! Nükleer silah da lazım” biçiminde, olaya yaklaşan bir Ana Muhalefetten bahsediyorum
kısaca. “Ne işimiz var” edebiyatı yapmak yerine, “şuralara da gitmeliyiz” diye
iktidarı sıkıştıran bir Ana Muhalefet yani. Ülkesini Batıya şikâyet etmeyen,
sokağı göstermeyen, Millerin değerleri ile barışık, hizmette yarışan bir Ana Muhalefet…
Bilmiyorum, çok şey mi istiyoruz? Fakat dünya BÜYÜK BİR SAVAŞIN EŞİĞİNE
gelmişken, bunu arzulamak her vatandaşın hakkı olduğu muhakkak. Kaldı ki
Gazze’de bir soykırım uygularken, sırf aralarındaki SİYASİ FARKLILIKTAN ötürü
suskun kalan Batı Şeria yönetiminin, şu sıralar İsrail’in benzer saldırılarına
maruz kalması tam olarak bir ibret vesikası… Hâlbuki Gazze bombalanmaya
başladığı ilk günlerde, Batı Şeria da tepki verseydi ve top yekûn bir “3.
İntifada” başlatabilselerdi, bu günkü manzaranın çok farklı olacağı nasıl göz
ardı edilebilirdi ki?
Bu minvalde misalleri arttırmak mümkün elbette. Gerçi Türk
Devletleri Teşkilatının vücut bulmasıyla, Türk Cumhuriyetleri içerisinde
bütünlük adına önemli bir başlangıç sağlandı. Lakin İslam coğrafyasını
sorarsanız, orası tam bir fecaat. Aralarında kimi zaman MEZHEP, kimi zaman ETNİK,
kimi zaman da MENFAAT çatışmaları yaşayan İslam Coğrafyası kan ağlıyor
maalesef. Hem de yeryüzündeki hatırı sayılır insan gücüne, enerjiye, paraya ve
jeopolitik zenginliklere sahip olmalarına rağmen. Bu noktada “kukla rejimler veya
ferasetsiz liderlerden”, dert yanacağınızı gayet iyi biliyorum. Haklılık
payınız da yok değil. Ancak bu durumun, ümitsizliğe kapılmak için bizleri
aldatmaması lazım kesinlikle. Sonuçta söz konusu vaziyetin, değişmez bir kanun
yahut güç yetiremeyeceğimiz bir husus olmadığı şüphe kaldırmaz. O sebeple ayrılıkları
bir yana bırakarak, ASGARİ MÜŞTEREKLER de buluşmaya gayret göstermenin,
bizlerin sorumluluğunda olduğunu unutmamak elzem. Tabi bu uğurda kanat
önderlerinin, akademisyen, sanatçı, STK ve siyasilerin görevi ise tartışılmaz
konumda sahip. Sakın yanlış anlaşılmasın! Bahsettiğimiz şeyin İslam Coğrafyasında
olduğu kadar, ÜLKE İÇERİSİNDE de geçerliliğini kati surette yadsıyamayız. Zaten
bu girdaptan çıkışın da başka bir yolu yok. En basiti git gide yayılan boykot
meselesi nedeniyle, Siyonist katillerin deliye dönmesi fazla söze hacet
bırakmıyor. İri olmak, diri olmak, birlik olmak, kardeş olmak işte o kadar
önemli. Yoksa bizleri bölük pörçük yaparak, yutmayı deneyeceklerini kim inkâr
edebilir ki?