AYM'ye bireysel başvuru
ÜLKEMİZ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile ilk tanıştığında bu mahkemelerin tüm adaletsizlikleri çözeceğini, hakkını almak isteyenlerin artık güvenebileceği bir kapı olduğu yazıldı, çizildi. Bu mahkemelerin birçok davada bireysel anlamda hak kazanılmasında, yerel mahkemelerin kararlarının şekillenmesinde etkili olduğunu gördük. Ancak en hayati davalarda aldığı içtihatları ile örtüşmeyen kararlarla (başörtüsü ve parti kapatma davaları) özellikle mütedeyyin kesimde AİHM güvenilirliğini ve çekiciliğini kaybetti.
Ülkemize ve yargı sistemimize bu mahkemenin ciddi etkisi ve faydası oldu. Bu yadsınamaz gerçek ancak bu mahkemelerce verilen kararlarla ülkeler açısından sağlanmaya çalışılan asgari şartlar ülkemizde beklentileri tam anlamı ile karşılamadı, uygulamada istenen iyileşme görülemedi. Bu nedenle AİHM'ne ülkemizden müracaat hala çok yüksek seviyede devam etmektedir. Zira AİHM hala son ama en önemli hak arama kapısıdır.
12 Eylül Referandumu ile kabul edilen Anayasa değişikliği sonucunda çıkartılan kanun ile Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru yolu açıldı. Akabinde Adalet Bakanlığı devreye girerek AİHM'ne müracaatların önünü kesmek sorunları içeride halletmek için Anayasa Mahkemesine müracaat edilebileceğini AİHM yetkilileri ile karara bağlandı. 2 yıllık bir deneme süresi öngörüldü. Bu süre içerisinde Anayasa Mahkemesinin vereceği kararlar neticesine göre Anayasa Mahkemesinin kararları AİHM nezdinde güven oluşturur ise AİHM yolu Türkiye için kapanacak.
Buraya kadar her şey çok güzel. Referandumda bu düzenlemenin yer alması, Bakanlığın müracaatından sonuç alması takdire şayan. Ancak son yıllarda çıkarılan kanunlar, yargıyı hızlandırma adına yapılan ve iyi niyetinden şüphe duymadığımız çalışmalar ne yazık ki adaleti sağlama noktasından çok uzak. Cumhuriyet tarihinin en köklü kanun değişikliği faaliyetini hayata geçiren bir iktidar bulunmakta. Ancak bu kanunlar değişirken ne yazık ki bu değişikliğin bir felsefesi bir gayesi bulunmamakta. Güncel sorunların çözümü noktasında değişen şartlara uygun değişiklikler olarak lanse edilen yeni kanunlar ne mevcut sorunları çözmüştür, ne de muhatapları bu düzenlemeden hoşnuttur. Netice olarak Türk Ceza Kanunu Haziran 2005 yılında yürürlüğe girdikten sonra 1/7 si oranında değişikliğe uğramıştır. Temmuz 2012 de yürürlüğe giren Ticaret Kanunu daha yürürlüğe girmeden değişmiştir. Sporda şiddet yasası olarak bilinen kanun ilk uygulama esnasında gece yarısı operasyonu ile değiştirilmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu ne yazık ki yargıyı hızlandırmamış davaların düşmesini sağlayan mekanizması ile "hak" ve bu hakkın kazanılması için oluşturulan devlet mekanizmasının yeni bir zafiyeti olarak ortaya çıkmıştır.
Kanun yapma faaliyetleri gibi doğru bir tespit ile adliye binalarının yenileme çalışmaları başlatılmıştır. Ancak bu binaların çok ta fazla düşünülmeden ve sadece mevcut görüntüyü değiştirdiğini işleyişe, adaletin sağlanmasına hizmet ettiğini söylemek biraz zorlama bir yorum olacaktır. Adil bir yargının olmazsa olmazı olarak gösterilen adli kolluk, savcıların adliye binaları dışında çalışma alanları ihdası, savunmanın mahkemelerde iddia ile eşit silahlara sahip olması ne yazık ki sağlanamamıştır. Davaların Yargıtay'dan dönüşü hızlanmış ancak daha adil kararlar çıktığını söylemekte mümkün olmamıştır.
Tüm bu olumsuzlukları sıraladıktan sonra Anayasa Mahkemesinin AİHM yerine geçip geçemeyeceği, biriken sorunları çözüp çözemeyeceği, yerel mahkemelerde özgürlükler ve adil yargının oluşabilmesi için emsal teşkil edebilecek uygulamaları ortaya koyup koyamayacağı hususunda 2 yılı bulunmaktadır. Bizler de bu uygulamaların neticesini merakla bekleyeceğiz. Ancak şahsi kanaatim Anayasa Mahkemesinin yapısı, şu ana kadar verdiği kararlar, Anayasa Mahkemesinin AİHM'nin yerini tutamayacağı yönündedir.
Adalet sistemimiz de diğer alanlar gibi "miş, mış" üzere kurulu bulunmaktadır. Reform adı ile iddialı ama içi boş değişiklikler, düzenlemeler ne yazık ki bizim ilacımız değildir. Bu sistemin kökten değişmesi adalet sistemi içindeki her kurumun eğitim alanından başlayarak yeniden dizaynı gerekmektedir. Ancak bu değişiklikleri Adalet Bakanlığını dolduran bürokrat hakim ve savcılardan oluşan kurulların gerçekleştirebileceğini düşünmek daha uzun bir süre bekleyeceğimiz anlamını taşımaktadır.