Ayıptır söylemesi
Biraz tuhafız sohbetlerimizde bazen konuya girerken ‘ayıptır söylemesi’ diyerek anlatmaya başlar, anlatılmadık mevzu bırakmayız. Özellikle kendimizi öveceğimiz zaman veya bir konuda başarıya imza attığımızda insanların bizi kıskanmaması için mi söylenir bilemiyorum ama ‘söylemesi ayıp’ dedikten sonra ne kadar ayıplanacak hal ve hareket varsa hepsini zikrettikten sonra nedense ‘ayıptır söylemesi’ deyip ayıp ettiğimizi düşünmeyiz.
Hadi biz ayıptır söylenmesini düşünemedik ve söyledik
diyelim. Ya dinleyicilere ne demeli? İçlerinden hiç biri ‘Madem ayıp, niye söylüyorsun?’
diyerek uyarmadığı için ayıp etmiş olmuyorlar mı?
Çoğunlukla fıkra anlatacak olanların sığındığı aslında
anlatacağı konunun toplumda ayıp karşılanacağını bilerek kendisine bir nev’i
ahlâkî kalkan vazifesi olacağını düşündüğü ‘ayıptır söylemesi’ diyerek bu
limana sığınılmasının kendisi ayıptır dersek ayıp etmiş olmayız değil mi?
Fıkra anlatmanın zorluğunu bilenlerdeniz. Dost meclislerinde akaidi açıdan
değerlendirdiğimiz fıkralarla meclisin neşesini ve sıcaklığını artırma
gayesiyle anlattığımız esprileri yanlış değerlendirenler olabiliyor.
Mizahın zekâ
ürünü olduğunu düşündüğümden böylesi bir durumla karşılaştığımda tebessüm edip
geçtiğim çok olmuştur. Fıkra veya mizahî bir konunun nerede nasıl ifade
edileceğini tecrübe ile anladık. Ki her yerde, her zemin ve her şartta ironik
anlatımın yanlış değerlendirildiğini de bildiğimizden fıkra dinletmenin
zorluğunu da öğrendik.
Bir kere fıkranın
güldürebilmesi için zekâya ihtiyaç olduğunun altını çizmiştim. Yani anlatan da
zeki olacak. Adam zeki değilse fıkrayı berbat eder. Dinleyenin de zeki olması
gerekmektedir ki, espriyi kavraması lazım. Anlayışı
kıt biriyse Allah muhafaza etsin balataları sıyırır. Leb demeden leblebiyi
anlaması lazımı yeni nesil “Leb demeden Çorum” diyerek
değiştirmiş. Anlatılanlardan birisi eksik veya noksan ifade edildiğinde o fıkra
güldürmez. Zaman zaman başıma gelmiştir. Daha çok canlı performans ile
katıldığım eğitim seminerlerimde konuyla alakalı ya başımdan geçen bir olay
veya onunla ilgili fıkra anlatırken, karışık durum hâsıl olur ve sonunda
söyleyeceğinizi başta söylersiniz. Bir ilçemizin Milli Eğitim Müdürü’nün isteği
ile okul müdürlerine seminer veriyordum. Katılımcıların çoğu seminere zorunlu
katıldıkları ve kurucusu olduğum sendikanın da üyesi olmadıkları için
konuşmamıza tepki vermeksizin robot gibi dinleyip moralimi sıfıra düşürüp
sinerji oluşmasını engellemişlerdi. Seminerlerimde anlattığım aslan fıkrasını
anlatınca tebessüm edenler olmuş ben de bunun üzerine peş peşe iki aslan
fıkrasını da anlatınca salonda kahkaha tufanı olduğunda şaşırmıştım. Verilen
arada yanıma gelen bir görevli “Hocam,
anlattığınız fıkralar komik olmasa da ilçe milli eğitim müdürümüzün ismi Aslan
olduğu için güldüler” deyince ikinci seansta protokol kuralları konusunu
fıkrasız bitirmek durumunda kalmıştım.
Dedik ya.
Ayıptır söylemesi veya söylemesi ayıptır fark etmez. Anlatmazsak ayıp etmemiş
oluruz. Esasında anlatınca ayıp olacak bir konuya temas bile etmemek lazım.
Hele bu fıkra ise asla yaklaşmamak gerekir. Anlatacağımız konu her yerde herkes
tarafından kabul görecek ifadelerle anlatılırsa bir de yerinde olursa yemeğin
üzerine tatlı gibi olur. Fıkra anlatmanın sanat, dinlemenin ise keyif olduğunu
rahmetli Burhan Felek’in bir
yazısında okumuştum. O “İnsanları
güldürmek kolay değildir. Çünkü hepsi dünyaya ağlayarak gelirler!” derdi.
İnşallah
yazımızı ‘ayıp’ etmeden noktalamış
olalım ve’s-selam.