Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
16 Aralık 2014

Aydınlar ne diyor?

Osmanlı Türkçesi hakkında çeşitli görüşler ileri sürülüp yazılar yazılıyor. Bu konuda geçmişte bir çok aydınımız, yazarımız, sanatkarımız da görüşlerini yazdı. O tespitleri hatırlamak, bugünkü tartışmaların daha sağlam zeminde seyretmesini sağlar. Bu konuda en çok kafa yoranlardan biri Peyami Safa'dır. Düşüncelerini her zaman cesaretle seslediren büyük romancımız şöyle diyor:

"Devrimbaz gazete, yazar, doçent, profesör ve öğretmenlere göre Arap harflerini öğrenmek irticadır. Millu00ee tarihini ve edebiyatını ana kaynaklarından okumak irticadır. Utanmasalar 'İlim irticadır' diyecekler. Çünkü onlara göre gerçek devrimci, eski harflerimizi bilmeyen, millu00ee kütüphanelerimize girmeyen, girerse bir turist gibi, raflara, duvarlara ve tavana bakıp giden kişidir. Turist gibi de değil. Çünkü, hangi memleketten olursa olsun, her turist genç, kendi memleketindeki bütün millu00ee kütüphanelerde istediği eseri okumak imkanına sahiptir."

Yazarın Osmanlıca Türkçe Uydurmaca isimli kitabında değerli yazılar dikkatimizi çekiyor. Osmanlı Türkçesi ve dilimiz hakkında pek çok yazı kaleme alan Safa, bu alfabenin zor olduğunu iddia edenlere şu cevabı veriyor: "Gençler not tutarken veya çok acele bir şey yazarken, Arap harflerinin mucize denecek kadar rahat, çabuk, işlek yazma ve okuma kolaylığından mahrum etmemek ve onlara tarihimizin, edebiyatımızın şaheserlerini ve kaynaklarını hakiku00ee metinlerinden okuma imkanını vermek için, bugün Edebiyat Fakültesi'nde öğretildiği gibi, liselerde de Arap harflerini öğretmenin şart olduğuna kaniim."

Safa, bu alfabeyi öğrenen gençlerin kaynaklara rahat ulaşabileceklerini de söylüyor ve devam ediyor: "Arab harfi bilmeyen bir genç için Türk tarihinde ve Türk edebiyatında orta seviyeyi bulacak kadar derinleşmek imkansız. Bu genç, Naima'yı, Peçevu00ee'yi, Cevdet Paşa'yı okuyamaz. Bunun gibi el yazması, taş basması veya matbu 45 bin eserden hiçbirini okuyamaz."

Mehmet Kaplan Hocamızın Nesillerin Ruhu ile Kültür ve Dil isimli eserlerinde de Osmanlı Türkçesi ve dil şuuruna dair mühim makaleler okuyoruz. Hoca, seçtiğim bir paragrafta şu tespitleri yapıyor: "Gelişmesinde ve yayılmasında Türklerin de büyük payı olan Müslüman ortaçağ ilim ve felsefesi, bu medeniyetin ana kaynağını teşkil eden Kur'an'ın Arapça olması dolayısıyla Arapça yazılmış ve yüzyıllar boyunca, bütün İslam memleketlerinde, medreselerde, Arapça olarak tedris edilmiştir. Bunun yanı sıra, Farsça, kıymetli edebu00ee eserlere sahip olduğu için, hemen hemen kültürlü her Türk aydını tarafından okunmuş ve sevilmiştir."

Binlerce öğrenciyi yetiştirerek okullara öğretmen olarak gönderen Kaplan Hoca, Türkçeye hakim olamayan ve dilini bilmeyen nesillerin cahil kalacaklarını ve bir çok kavramı öğrenemeyeceklerini hatırlatıyor. Eğitimcileri daha o yıllarda ikaz eden Kaplan Hoca, bu konuda tedbir almalarını tavsiye ediyor:

"Türkiye iyi niyet sahibi cahillerle, kötü niyetli, kurnaz şarlatanların sürekli faaliyeti neticesi tam bir dil anarşisi içine düşmüştür. İlkokullardan üniversiteye kadar tesirini gösteren bu dil anarşisi bugün Türk maarifini tehdit eden en mühim hastalıklardan biridir. Bunu apaçık olarak ortaya koymak mümkündür. İlkokuldan liseye, liseden üniversiteye gelen genç, hocalarının söylediğini, kitapların ve gazetelerin yazdığını büyük nisbette anlayamıyor. Sebep, kullanılan ve yazılan dili bilmemesidir. İlkokulda, ortaokulda, lisede, ona yaşayan dilden kelimeler öğretilmiyor. Türkçeye girmiş; yüzlerce yıldan beri edebu00ee ve ilmu00ee eserlerde kullanılan binlerce yabancı kelimeye karşılık açılmış olan savaş, ya açık veya gizli olarak devam ediyor. Birçok hoca talebelerin bunları öğrenmesinden ise öğrenmemesini adeta teşvik ediyorlar. Onlar için değerli olan yalnız 'öztürkçe' kelimelerdir. Arapça, Farsça kelimeler bir gün nasıl olsa Türkçeden atılacaktır. Onları öğreterek devam ettirmek kendilerine göre 'dil inkılabı'na karşı bir ihanettir. Fakat böyle düşünenler Türk çocuklarını binlerce mefhumdan mahrum ediyorlar."

Attila İlhan ezelu00ee hastalığımız olan kompleksimize işaret ediyor. Yazar, şöyle diyor: "Lisede Sophocles okuduk, klasik Türk sanat musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan, Leonardo'dan önemsiz; Mevlana, Dante'den küçüktü; Itru00ee ise Bach'ın eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti, o kadar ki İkinci Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalizmin örgütlü politikasını uygulamaya kendiliğimizden talip olduk. Stalin ve Beria da, haksız ve ahmakça istekleriyle bunu kolaylaştırdılar."

Cemil Meriç de bu komplekse isyan eder: "Bütün Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalı'nın gözünde Osmanlı'yız. Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli bir düşman. Olimpos Dağı'nın çocukları, Hira Dağı'nın evlatlarını hep bu gözle gördüleru2026" Sözü u00c2rif Nihad Asya'nın "Dil" şiiriyle bağlayalım; "Ordan, şahane Hamid'in Çamlıca'sı; / Buradan, koca Yahya Kemal'in Kanlıca'sı / Her uğradığım yerde sorarlar benden: / "Şi'rin ne demek Türkçesi, Osmanlıcası"