Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Nisan 2022

Aydil Erol: "Dostların Hasını Gördüm"

Şair ve yazar Aydil Erol ömrünü Türk kültürüne, edebiyatına, diline ve musikisine adadı. Değerlerimize sahip çıkan üstat yazar, yazmaya devam ediyor.

9-aydil erol_2540798bc9dc08ce5802fd78438f02cc.jpg

İrfanımızın çınarlarından olan Aydil Erol’un ömrü, basın yayın organlarında yanlışları düzeltmekle geçti. Çok tirajlı gazetelerde, anlı şanlı yayınevlerinde mesai yaparak yapılan hataları sessiz ve mütevazı bir şekilde tashih etti. Maişetini musahhih olarak temin ederken Türkçeye çok güzel şiirler, denemeler, hoyratlar ve portre yazıları armağan etti. Araştırma ve biyografi kitapları hazırladı. Aydil Erol büyüğümüz, muhtelif konular hakkındaki sorularımıza cevap verdi:

VAHİM DİL HATALARI

Zannediyorum yayınevlerinde en çok bulunmuş, gazete ve dergilerde çok çalışmış gazetecilerimizdensiniz. Bilhassa tashih konusunda büyük hizmetleriniz oldu. Pek çok kitabı tashih ettiniz. Birçok gazetenin ve yayınevinin tashih servisinde musahhih olarak çalıştınız. Sizinle bu konuyu konuşmuştuk. Çok faydalı bir görüşme olmuştu. Bundan yaklaşık 20-30 yıl önce iyi kötü yine de gazetelerde tashih, sonradan bozulan adıyla düzeltme servisi vardı. Gazeteler daha az hatalı çıkıyordu. Şimdi görebildiğim kadarıyla sadece bir gazete musahhih çalıştırıyor. Künyelere bakıyorum. Az tirajlı bir gazetede sadece musahhih var. Basınımızın artık bu servise ihtiyacı kalmadı mı? ‘Dil yâre’miz ne âlemde? Şifa buldu mu?

Sevgili Yardım, bilindiği gibi Şevki Beğ’in bu Hicaz şarkısındaki “dil yâresi”yle “gönül yarası” kastediliyor: “Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz/Dünyada gönül yâresine çâre bulunmaz.”

Ne kadar acıdır ki bu gün her iki dilimiz de yâreli... Görüntülü basında da, yazılı basında da Türkçe hatalarından geçilmiyor. Sinirlenmeden, öfkelenmeden, tansiyonunuz yükselmeden bir haber okumak veya dinlemek mümkün olmuyor. Sanki bir cahiller ordusunun istilâsıyla karşı karşıyayız... İngilizce, Fransızca, yok bilmem nece bilen aranır da nedense Türkçe bilen aranılmaz. Türkçe bilen aranıldığını gördünüz mü, duydunuz mu?.. Yanlışları toplayacak olsak ciltlere sığmayan bir kitap olur... Müsaadenizle birkaç örnek vermek isterim:

Kaleminden kan damlayan bir fıkracı: “inkıta ile sekte aynı köktendir”... “Kıbrıslı Türk soydaşlarımız”, “Kâbe’nin çevresini tavaf etti.”, “şâyân-ı enteresan”,“kaza geçiren geminin 65 mürettebatı”, “çukur yüksekti”, “toplu katliâm”, “denizden koma hâlinde çıkarılan adam yarı baygın yatıyordu” vb...

Bilgi yanlışları da ayrı bir felâket ve rezalet... “Büyük bir tesadüf eseri bu yıl Kurban Bayramı Hac mevsimine rastladı.” Bunu duyan Selçuk Uysal, gözlerinde alaylı bir gülümseme olduğu hâlde şöyle dedi: “Güvenilir kaynaklardan aldığım habere göre, bu yıl Oruç, Ramazan’a rastlıyormuş.” .“Hz. Hatice, Peygamberin amca kızıdır” diye yazan, sonra da inkâr eden din görevlisi, “Dr. Rıza Nur’un Sinop’ta [Taksim Süğlün Palas] öldüğünü keşfeden” (tamburcu tarih müverrihi); Osmanlı Meclis-i Mebusân Reisi Ahmed Rıza Beğ’in “Çengelköy Talimhânedeki köşkünü” Taksim’deki Talimhâne’ye taşıyan, Beyoğlu ile Pera’yı ayrı yerler sanan bilgiç yazar, “Nevzat Atlığ korosundaki flütler” [neyler]. “Dede Efendi’nin [Itrî’nin] Segâh Tekbiri”, “Osmanlı Ordusu’nun belkemiği yeniçeri” (!!!)... “Yavuz” ile “Selim”i iki ayrı kişi sanan, “Osmanlı tarihinin başlangıcında” (!) İkinci Murad’ın, kendisinden yüzyıl sonra yazılan bir şaheser olan Bâbürnâme’yi okuduğunu sanan anlı-şanlı yazardan mı bahis açsam?.. Sultan Üçüncü Mahmud’u keşfettikten sonra bakan olanı mı söylesem, “Polisin yaptığı ameliyat” [operasyon]’ı mı anlatsam? “Türkiye’de 60 milyon Fenerli olduğunu” yazan spor yazarı, “Eski yazıyı bilmeyen” koca koca mücahitler. İftardan sonra belden aşağı fıkralar anlattığı söylenen, “İlhan adı ‘İvan’dan gelir” deyip ilimsel-bilimsel-filimsel keşfiyatta bulunan bay müteşayih efendi hazretleri bu millete iftira etmekten utanmıyor: “Türklerde cinsî sapıklık olduğunu Gökalp Türkleşmek İslâmlaşmak Muasırlaşmak adlı kitabında yazmıştır.” Adı geçen kitabın hiçbir baskısında öyle bir deli zırvası yoktur... [Böyle harikalarla dolu mektubunun fotokopisi elimdedir.] “Diyalektik nedir?” diye soran aslan sosyalistler; “Darbukanın nefis bir es işaretiyle başlayan o cânım fasıl heyetleri” . “Türk Musikisinin Rast’ı (makam) ile Batı Müziğinin Valsi (usûl) aynı şeydir” deyû keşifte bulunan köşe yazarları...”Bu millet mütefekkir yetiştiremez” keşfinde bulunan mütecenninler, “Tanzımat’tan beri memlekette şehit yok!” diye zırvalayanlar, “Âkif İslâm’ı anlamamış, satıhta kalmıştır” diyen yâve-gûlar. Düşecek cemrenin resmini çekmek için Sarayburnu’nda saatlerce bekleyen haberci adayı. Her türlü rezaleti işleyip millete ahlâk-fazilet dersi vermeye yeltenenler... Nedim’in mezarı ile Nâbî’ninkini karıştıran edebiyat tarihçileri, “Nefes lâdini edebiyattır” diyenler; Hece vezniyle Aruz veznini ayıramayan, “Cinassız horyatlar da vardır” buyuran Türk edebiyatı profesörleri, Adile Ayda gibi bir insanın Edebiyat Fakültesi’ne alınmaması için kıyametler koparanlar… “Türkler hiçbir zaman millet olamamış, amorf bir topluluktur” diye zırvalayan mümtaz prof.lar, vb… “Sa’ysiz bu mertebe cehl olmaz / Cehlin ol mertebesi sehl olmaz” diyen şair haksız mıdır?

Yayınevleri de gazeteleri takip ediyor sanki. Onlar da maşallah artık pek musahhih istihdam etmiyor. Yazarlardan ‘tashih edilmiş metin’ bekliyorlar. Yayıncılarımız bilmiyorlar ki, yazar musahhih değildir. İstediği kadar titiz bir yazar olsun yine de gözünden kaçan hatalar olabilir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Katılmamak elde mi?.. Tercüman’ın patronu Kemal Ilıcak “Musahhih yazısını düzelttiğine göre yazardan üstündür.” derdi de, aylığa gelince... Hemen şunu söyleyeyim: Tashih bölümünden geçmeyen bir gazeteci veya yazar eksiktir; orada kalan da kısmetsiz.

TANIŞTIĞIM ŞAHSİYETLER

Sizin yetişme döneminde çok iyi bir çevre ile irtibat kurduğunuzu ve meşhur birçok kıymetli şair, yazar, gazeteci, yayıncı, kültür adamı ve mütefekkir ile dostluklarınız bulunduğunu biliyoruz. Onlardan ismen anmak istedikleriniz kimlerdir, bilhassa hatıralarından bahsetmek istediğiniz bir şahsiyet var mı?

Olmaması mümkün mü!.. Büyük bilgin Hafız Yusuf (Hafız Yusuf Cemil Ararat), Nihâl Atsız, Arif Nihat Asya, Prof. Dr. Nihat Çetin, Prof. Dr. Muammer K. Özergin, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof. Dr. Nevzat Atlığ, Devlet Sanatçısı Necdet Yaşar, İTO Başkanı Niyazi Adıgüzel, Can Kulaksızoğlu, İlhan Egemen Darendelioğlu, Komando Mustafa (Mustafa Ok), Yücel Hacaloğlu, Cahit Atasoy, Yılmaz Öztuna, Prof. Dr. Durali Yılmaz, Prof. Dr. Mertol Tulum, Prof. Dr. Bilge Ercilasun, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Kâfiye-Prof. Dr. Suphi Saatçi, Nazım Terzioğlu; Saygın, Erşad Hürmüzlü; Prof. Dr. Dursun Yıldırım, Okşan-Selçuk Uysal, Tülay-Hilmi Satıcı, Bahri Yüzlüer, Prof. Dr. Enis Öksüz, Prof. Dr. Kâmil Turan, Prof. Dr. Turan Yazgan, Necdet Sevinç, Saadet Pınar Yıldırım, Yağmur-Buğra Atsız kardeşler, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Prof. Dr. Orhan Gedikli, Yağmur Tunalı, Şâban Gülbahar; Dr. Nezih, Erdoğan, Gündoğdu Saruhan; Prof. Dr. Mevhibe Coşar, Zeki Gezer, Cihat Özönder, şoför Kâmil ağabeğ, Dr. İzzettin Şadan, ressam Nezih İzmiroğulları, Ali Gümüş, Zafer Atay, Günvar Otmanbölük, Refik Özdek, Rauf Tamer, Şerif Şölen, Üstün İnanç, örnek işerlerimizden Turan Çakıroğlu, Sezai Ünlü, Turgut Keskingören, Gürhan Atan, Fahri Ersavaş, Dr. Abdulkadir Sezgin, şairliğini inkâr eden Abdülkadir Karataş, Mehmet Sayan, Mehmet Serez, Erbil Ünal Hoca. Dr. Süleyman Şenel, Eray Cömert, İclâl Akkaplan. Hayri Engin, Fatih Müftüsü iken yitirdiğimiz Salih Güneş, Erol Ülgen, Av. Şahin Zenginal, Av. Tuğrul Önder, Osman Akkuşak, Fethi Erhan. Fethi Alikoç. Celal İçten, Şakir Öztel, Şaban Kurt, Fatma Ersem Yargıcı, Nurcan Altunterim, Emine Karabulut, Fehmiye Demirci, Oğuzhan Cengiz, ilim ve irfan ocağı Kubbealtı Fotokopi Hanifi-Ahmet Kayan vb.

Adana’da malî müşavir Hasan Hüseyin Çulhaoğlu vardı. Gören “Altaylar’dan gelmiş” diye yemin edebilirdi...Türkiye’de bilmem kaç çeşit etnik tip keşfedenlerin kulakları çınlasın (daha iyisi sağır olsun, sığırlar!..) Bir yerde karşılaştık. “Ben seninle konuşmam” deyince sordu: Neden?..”Neden olacak Atsız Hoca’yı bile yanıltan değil misin?..” Güldü... Gerçek bu ama gel de onun bunun çocuklarına anlat!..

Unutmadan söyleyeyim: Nihâl Atsız ile Arif Nihat Asya hocalarımın üzerimdeki hakları ödenir gibi, inanılır gibi değildir. Lâf aramızda Atsız Hoca’nın “iyi şair oldu”, Nevzat Atlığ’ın “küçük dev adam”, Arif Nihat Asya’nın “Sanatını saygıyla ve umutla selâmladığım Aydil Erol’a” diye kitap imzaladığını, Hafız Yusuf Hoca’nın ölümünden sonra Süleyman Süleymangil, Hocanın benim için “Müeddep çocuk” dediğini anlatınca şöyle söyledim: “Ders bitti,” Yağmurluğumu giyeceğim sırada elimden alıp şöyle dedi: “Ben tutacağım, sen rahat giyeceksin. Ne varmış bunda, büyüklük, küçüklük!” Mantıken haklı ama, aramızdaki yaş farkı babamın o günkü yaşı kadar, bu kadar alçakgönüllüğe de pes: Babam 57, ben 25 yaşımdaydım, Yusuf Hoca da 82. Böyle bir davranış karşısında kim olsa hizaya gelir.

Bir gün sordu: “Sigara içiyor musun?”. “İçmiyorum” desem o gün için yalan olacaktı. “Yakmayayım, saygısızlık addediyorlar.” dedim, aldığım cevap “İslâm’da azamet memnu” oldu. O, benim bir sigaramı içtiyse, ben Hoca’nın bir paket sigarasını içmişimdir. El öptürmeyişinin sebebini sorunca şunu dedi: “Hadis var: Müslümanın Müslümanla musafahası el öpmek gibidir.”

Yusuf Dursun, Türk Edebiyatı dergisinde az, öz, gayet güzel kitap tanıtımları yapıyor, zaman zaman da kitaplardaki tashih hatalarından yakınıyordu. Horyatlar kitabımı şöyle imzaladım:

Kitaplar tashih dolu

Yakınır Yusuf Dursun.

Bunda da tashih varsa

Bırak, tanıtma, dursun!..

Yusuf Hoca da bir horyatla cevap verdi:

“Ay dilim, ay dilim,

Güneş gözüm, ay dilim.

Günüller göyündürür

Horyatıyla Aydil’im...”

ÇAPRAZ KISKANÇLIK BİLMEZDİ

Genç yaşta kaybettiğimiz rahmetli Kemal Çapraz ile büyük bir dostluğunuz, muhabbetiniz olduğunu biliyorum. Çıkardığı Ufuk Ötesi gazetesinde ona destek oldunuz. Kemal Çapraz ve Hayri Ataş, Şerafettin Aybars sizin için Aydil Erol Armağanı’nı hazırladılar. Bir nebze de bu dostlardan ve umumiyetle dostluklardan bahseder misiniz?

Çapraz kıskançlık nedir bilmezdi. Bir arkadaşının aylığı beş kuruş artmış olsa, kendi aylığı beş milyon artmış gibi sevinirdi. Yukarıdaki üçlü, dostların hasıdır... Ufuk Ötesi’ne gittiğim günlerden birinde “Ooooh bee!” deyince sordu: “Yine ne oldu? Sevinmenin sebebi ne?” Nasıl sevinmeyeyim, seni sevmeyen birini gördüm... O yaratığın adını söyleyince gülerek şöyle dedi: “Birkaç yıl önce işten çıkarıldı. Engel oldum. Senin iyilik yaptığın aleyhinde konuşuyor.” dediler.

Adamın birine falancı seni çekiştiriyor, demişler, “Mümkün değil, o benim arkamdan asla konuşmaz.” Dinleyenler şaşkın şaşkın itiraz etmiş: “Olacak şey değil.” Adamcağız gülerek devam etmiş: “Aleyhimde niçin konuşsun!.. Ben ona iyilik etmedim ki...”

“HERKES ELİNDEN GELENİ YAPSIN”

Adlarımız isimli eseriniz çok değerli bir çalışma. “Adlarımız ünümüzdür; geleceğe sözümüzdür.”[Ali Budak] diyerek yola çıkmış ve bu kıymetli eseri vücuda getirmişsiniz. Kanaatimce bu sahada yapılmış en kapsamlı eserlerden biridir. Adlarımız-İsimlerimiz konusunda yeni bir çalışmanız var mı?

Bende olmayan ad görürsem not ediyorum, Yolbaşçılarımızdan rahmetli İsmail Gaspıralı şöyle der: “Herkes elinden geleni yapsın!”

Hoyrat veya horyat Türk şiirinin çok güzel birimlerinden. Siz de pek çok hoyrat yazdınız. Önce şunu sorayım hoyrat mı, horyat mı? Çünkü ikisi de kullanılıyor?

İkisi de doğru ama ben Hoyratın ikinci anlamından dolayı Horyat demeye bakıyorum,

Hoyratların çok sevilmesinin sebebi sadece kısa oluşları mıdır? Rubai veya beyit gibi… Yoksa başka tesirler de var mı?

Klasik edebiyatımızın Rübaisi, halk edebiyatımızın Horyatı. Horyat, “mum kimin yanan Kerkük”ten başka Şanlıurfa’da, Elazığ’da, Can Âzerbaycan’da da var. Biz Kerkük Türklerinden öğrendik. Yahya Kemal gibi güç beğenir şair bile horyatın görkemi karşısında feveran eder: “Bu insan sözü olamaz!..”

Elazığlı heyetin Beyatlı’ya okuduğu horyatlardan biri:

Dünyasına

Güvenme dünyasına

Dünya benim diyenin

Dün gittik dün yasına

Bugüne kadar kaleme aldığınız hoyratların ve şiirlerin sayısını hatırlıyor musunuz? Tamamı kitaplaştı mı, yoksa kitaplaşmayı bekleyenler de var mı?

Horyatların bir bölüğü kitaplaştı.

ATSIZ, ROMAN YAZMAMI İSTEDİ

Denemeleriniz, araştırmalarınız ve hikâyeleriniz… Biraz da nesir dünyanızı konuşsak mı? Şiir ve nesir birlikte gidebiliyor mu, yoksa biri ağır mı basıyor?

Hiç hikâye yazmadım. Lâf aramızda “Atsız Hocam, roman yazmamı” istedi... Ne yazık ki beceremedim.

Sizin biyografi kitaplarınız da çok kıymetlidir. Mehmed Âkif’i, Ahmet Haşim’i, Âşık Veysel’i yazmıştınız. Sonra Ömer Seyfettin’in hikâyelerini derlediniz. Yeni çalışma olarak tezgâhınızda ne var?

Cevabı yukarıda “yayına hazır olanlar”da verildi. Ömer Seyfettin, o kısacık ömrüne onca eseri nasıl sığdırdı: ne zaman okudu, ne zaman yazdı?.. Akıl alacak şey değil...

Bam Teli’nde tanıdığınız, sevdiğiniz ve kendileriyle dostluk kurduğunuz şairler, yazarlar, musikişinaslar, ilim adamları ve münevverler var. Bu eseriniz de çok sevildi. Devamı var mı acaba?

Kalanları Yazılarım adıyla toplamak niyetindeyim.

Allah bağışlasın Doğuhan ve Batuhan adlı iki oğlunuz olduğunu biliyoruz. Onları bize tanıtır mısınız? Kaç yaşlarındalar, evlendiler mi, ne iş yaparlar? Babalarının yolundan gidiyorlar mı? Sanatla/edebiyatla araları nasıldır?

Doğuhan 11.3.1985 doğumlu, grafiker. Bilgisayar cambazı diyebilirim. Batuhan 10 Kasım 1986’da dünyaya geldi; bir şirkette dış ticaret sorumlusu. Birkaç yabancı dili kendi gayretleriyle öğrendi. Çok şükür ikisi de Türk olduklarının şuurunda... İkisi de ne yazık ki hâlâ mücerret..

Koronavirüs salgınından sonra İzmir’e oğullarınızın yanına yerleştiğinizi biliyoruz. Acaba İstanbul’a ne zaman gelmeyi düşünüyorsunuz? İstanbul’daki dostlarınız sizi özledi. Bu hasret ne zaman bitecek?

Bilindiği gibi “Pederle mâder olup bahâne/Sevketti kaza beni cihâne” denilen yeryüzü sürprizlerle doludur. Efeler Diyârı’na evcek göçeceğimizi düşte görsem inanmazdım. Özlemin ne zaman biteceğini ise Görklü Tanrı’m bilir.

İstanbul Çengelköy doğumlusunuz. Hayatınız Dersaâdet’te geçti. Şimdi İzmir’desiniz. İki şehrin mukayesesini yapmak ister misiniz? İstanbul’un gönlünüzdeki yeri farklı mı? Yahya Kemal gibi “İzmir’in [Ankara] en güzel tarafı İstanbul’a giden yoludur.” diyor musunuz?

Hani küçük çocuklara sorarlar: “Anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?” Yamuk yumuk yapılaşmadan, ruhsuz, kimliksiz betonlaşmadan aziz İstanbul da payını aldı... İstanbul Efendisi denilen nezaket anıtlarını göremedim. Her bir karışı şehitlerimizin mübarek kanlarıyla sulanmış bu aziz topraklar arasında ayırım yapılabilir mi?.. İman ve ideal adamı rahmetli Mehmed Âkif’in “cennet vatan” deyişi ne kadar güzel, ne kadar da haklıdır.

Mizaha, nükteye, fıkraya, hicve meylinizi biliyorum. Fakirin de nükte kitapları çıktı. Bu sahada bir eksiklik olduğu ileri sürülebilir mi? Günümüzde nükte fakiri olduğumuz söylenebilir mi? Konuşmalarımızda, sohbetlerimizde, hatta hitabelerimizde artık pek fazla nükte yapılmıyor. Bu hâl, kültür eksikliğinden mi kaynaklanıyor? Nüktedanlık bitti mi artık?

Nasrettin Hoca’yı, İncili Çavuş’u, Türk Galib’i, Sabir’i, nice nice şairleri, yazarları vb.yi yetiştiren bu memlekette nüktedanlığın biteceğini sanmıyorum.