Ayasofya'ya dünyanın en büyük imzasını atan hattat
Türkiye’de İş Bankası, Yapı Kredi Yayınları kültürel faaliyetler anlamında başat rol oynarken, diğer finans kurumlarının bu alanda fazla varlık göstermemesi, üzerinde durulması gereken bir konu. Bu eleştirimiz bâki kalmakla birlikte geçtiğimiz günlerde Kuveyt Türk Katılım Bankası Kültür Yayınları nâdide bir eserin daha ortaya çıkmasına katkı sağladı. Eser nâdide olmakla birlikte unutulmaya, kaybolmaya yüz tutmuş bir değerin hatırlanmasına kapı araladı.
“Ayasofya’nın
Nişânesi Kazasker Mustafa İzzet” isimli eserin sayfaları yitik bir hazine
bulunmuşçasına çevrilmeye başlandığında vefa kokan şu ifade okuruna ‘hoş geldin’ diyor: “Medeniyetimizin yeniden inşâsı derdine
ömrünü adamış, kültür dünyamızın kıymetli ismi merhûm Ahmed Halûk Dursun’a
ithafen”
Bu da gösteriyor ki, medeniyetler kapitalle değil; ancak
inançla, ilimle, mimariyle, kültür ve sanatla inşa edilebilir.
***
Ayasofya ile
bütünleşen şaheserlere imza attı
Eserin önsözünde, “Osmanlı’nın İstanbul’a, İstanbul’un ise
tüm İslâm milletine remiz olmuş Ayasofya-i Kebîr Cami-i Şerifi’ne girdiğimizde
bizi eşsiz bir hat eseri takımı karşılar. Çehâr Yâr-ı Güzîn Efendilerimizin
isimlerine ek olarak âdet olduğu üzere İmâm-ı Hasan ve İmâm Hüseyin
Efendilerimizin isimleri... Son levha olan İmâm-ı
Hüseyin’in yazısının altında ise damla formunda bir imza var. Başlı başına
bir sanat eseri olan bu muazzam imza aslında sadece yazıların hattatının değil,
bu mâbedin İslâm fethine atılmış imzasının da bir hulâsasıdır. (Ketebehu’l-Hac Es-Seyyid Mustafa İzzet
İmamu’s-sanili emiri’l-mü’minin Abdülmecid Han 1265. / Bu yazıyı
Mü’minlerin emiri Abdülmecid Han’ın ikinci imamı Mustafa İzzet, 1849 senesinde
yazdı.)
Dışarıdan bakıldığında dört farklı tarzdaki minareleri ve
devasa kubbesi bu eşsiz yapıyı bize ait kılan alem ve işaretler olduğu gibi,
içeri girildiğinde karşımıza çıkan bu muazzam hat eseri takımı da adeta ulu
mâbedle bütünleşmiş ve onun ayrılmaz bir parçası ve nişanı olmuştur. İşte o
imzanın sahibi, yayınlanmasına vesile olmaktan dolayı mutluluk duyduğumuz bu
kıymetli esere konu olan büyük hattat, mûsikîşinas, neyzen ve mutasavvıf
Kazasker Mustafa İzzet Efendi’dir.
Hat sanatına getirdiği özgün yorumla öncü bir isim haline
gelen Kazasker Mustafa İzzet Efendi, aynı zamanda mûsikî alanında çok büyük
eserlere imza atmış sanatkârdır. Bunun yanında önemli âlim ve birkaç Osmanlı
sultanıyla yakından çalışmış saygıdeğer devlet adamıdır.
Dünyanın en büyük ölçülerine sahip olan Ayasofya’daki el
işçiliği yazıların hattatı Mustafa İzzet Efendi’nin hayatını detaylı şekilde
anlatan bu eser, Osmanlı münevverlerini anlama adına da önemli bir vazifeyi
üstlenecektir” ifadelerini kullanıyor Kuveyt Türk’ün Genel Müdürü Ufuk Uyan.
***
“On parmağında on
mârifet” olan Osmanlı münevveri
Kazasker Mustafa İzzet Efendi hakkında kelam edip, kalem
oynatılacaksa eğer tam da burada işin ehli Prof.
Dr. Mahmud Erol Kılıç’a kulak kesilmek gerek.
Osmanlı münevverliğinin bir özeti niteliğindeki Mustafa
İzzet Efendi tam bir “hezârfen” veyahut “câmiu’l-fünûn” denilen; yani ‘On parmağında on mârifet’ diye tabir
edilen çok yönlü bir Osmanlı münevveri, entelektüelidir.
İlim tahsili için Kastamonu ilinin Tosya’sından İstanbul’a
gelen Mustafa İzzet, Fatih Medreseleri’nde bir yandan Arapça, fıkıh gibi zâhirî
din bilgisi öğrenimine devam ederken bir yandan da Kömürcüzâde Hâfız Efendi’den
mûsikî meşk eder, hüsn-i hat ile ilgilenir.
Ondaki isti’dadı gören Hâfız Efendi aynı zamanda Sultan 2.
Mahmud’un musâhiblerinden olduğundan, bir gün padişahın selâmlık merâsimi için
geldiği Hidâyet Camii’ne talebesi Mustafa’yı da getirir ve ona meşk ettirdiği
na’tı okutur. 13 yaşlarındaki bu talebenin sesini ve tarzını çok beğenen
Sultan, eğitimiyle bizzat ilgilenmek ister. Her ne kadar parlak bir öğrenci
olsa da yaşının küçük olmasından dolayı hemen Enderûn’a alınması mümkün olmaz.
Ancak 19 yaşına geldiğinde Enderûn’a kabul edilir.
Kendisi de mûsikîşinâs ve bestekâr olan Sultan 2. Mahmud’un
huzurunda yapmış olduğu acemaşîrân ney taksimi ile herkesi büyüleyen Mustafa
artık hem sesiyle hem de neyiyle huzur fasıllarının aranan kimsesi olur. Hem böylesi
icraları hem de çeşitli mekânlar için yazmış olduğu hatları vesilesiyle her
geçen gün şöhreti artar ve pek çok defa ihsân-ı şâhâneye nâil olur.
Kimselere söyleyemese de Sultan’a ve devlet erbabına bu
kadar yakın olmak ondaki derviş meşrebi rahatsız etmektedir. “Kurb-ı sultân âteş-i sûzân” misali
oradaki havadan rahatsızdır. Zâhiren izzetli ve şerefli, makbul ve muteber bir
hayat yaşarken bâtınen rûhaniyeti ve mâneviyâtı sıkıntıdadır. 1831 yılının
Surre Alayı’yla beraber Hacca gitme izni alır. Şeyhi Kayserili Şeyh Ali Efendi
ile beraber Mekke’ye vardıklarında şeyhinin de kendisinin de
Nakşibendi-Müceddidi Şeyhi Abdullah-ı Dihlevî’nin halifelerinden Şeyh Muhammed
Can Efendi’ye tecdid-i bey’at eder. O esnada 30 yaşlarında bulunan Mustafa
İzzet Efendi bu şeyhin yanında seyr-ü sülûkunun kalan kısmını tamamlar.
Medîne-i Münevvere’deki kutsal misafirlikten sonra vedâ ziyareti için son kez
Ravza’ya gittiğinde şu dizeleri besteler:
“Ey Habîb-i Kibriyâ
v'ey matla'-ı nûr-i hüdâ, / Nûr-ı çeşm-i enbiyâ vü reh-nümâ-yı evliyâ. //
Ümmetinden bir siyeh-rû âsiyem geldim sana, / El-amân ey melce-i ümmet Muhammed
Mustafâ...” (Ey Allah’ın sevgilisi, güzelliklerin kaynağı, hidâyet nûru, /
Cümle peygamberlerin gözünün nûru, Allah dostlarının mürşidi. // Ümmetinden bir
günâhkârım, geldim sana, / Yardım eyle, ey Ümmetin sığınağı Muhammed
Mustafâ...)
Cezbenin merkezinden misaller âleminde dönen Mustafa İzzet
Efendi’nin bir türlü payitahta dönmek istemez. Bir müddet Mısır’da kalır.
İstanbul’a döndüğünde ise artık saraydan uzak, sûfiyâne bir hayat yaşamaya
sürdürür.
Fakat bir Ramazan günü, Beyazıt Camii’nde Özbek cübbesiyle
kendini gizlemeye çalıştığı bir ikindi namazı vakti Sultan 2. Mahmud ile
karşılaşmaları neticesinde, Mustafa İzzet Efendi’nin hayatında âdeta ikinci bir
dönem başlar.
Derhal kûşe-i inzivâdan çıkar ve toplumsal vazifelerine geri
döner. Fakat hiçbir zaman iç gömleği olan dervişlikten vazgeçmez. Padişahlara
kabiliyetleri nisbetinde hocalık eder. Şehzâdelere dinî ilimler ve sanat
muallimliği yapar. Ser-müezzinlik, ser-imamlık yapar. Dinî meselelerin en üst
düzey mercii olan kazaskerlik makamında bulunur. Binâenaleyh Dîvân-ı Hümâyun
üyesidir ve seyyid olduğu için bir dönem nakîbü’l-eşraflık makamında da
bulunur.
Parlamenter sistemdeki milletvekilliğine benzer Meclis-i
Hass-ı Vükelâ üyesi olur. Bu resmî görevlerinin yanı sıra dönemin mühim
şairlerinin iştirak ettiği Encümen-i Şuarâ’nın ve derviş meclislerinin
müdavimidir.
75 yıllık hayatının son günlerinde tahta çıkan Sultan 2.
Abdülhamid’e biat ettikten iki buçuk ay sonra, 15 Kasım 1876 tarihinde âlem-i cemâle göçer. Tophane’deki Kadirî
Âsitânesi’nde dedesi Şeyh İsmail Rûmî Efendi’nin yanına defnedilir.
Prof. Dr. Mahmud Erol
Kılıç, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin ruhuna öyle bir dokunuyor ki,
hayran kalmamak mümkün değil.
***
Osmanlı neden Anadolu
çocuklarına sahip çıkmadı?!..
Bu ifadelerin arkasından “giriş” yapan ve eserin bitimine kadar emeğini, ilgisini ve
bilgisini hiç esirgemeyen yazar Murat
Özer devreye giriyor.
Yargının başı olarak ifade edilen kazasker (kâdîasker);
seyyidlerin baş sorumlusu/temsilcisi olarak tarif edilebilecek nakîbü’l-eşrâf;
Osmanlı mûsikî tarihinin en önemli üç ney virtüözünden biri olan ve dönemin
kutbu’n-nâyîsi olarak taltif edilen bir neyzen; makam terkip edecek seviyede
bir bestekâr ve hânende; Eyüp Sultan Camii kürsüsünde vaaz edecek bir vâiz ve
padişaha özel imamlık yapacak seviyede bir İslâm âlimi; devlette sayısız
görevlerinin yanında hat sanatı tarihinin kendi yüzyılındaki en önemli
isimlerinden birisi olan ve yazıları Ayasofya’yı İslâm nişânıyla süsleyecek
seviyede bir hattat. İşte Mustafa İzzet’in, Kastamonu’dan İstanbul’a, Mekke’den
Mısır ve Suriye’ye uzanan hayatına sığdırabildiği başlıca vasıfları bunlar.
Osmanlı Devleti Enderûn eğitim geleneğinin dürr-i yektâ bir
ismi olarak özetlenebilecek Kazasker’in hayat hikâyesinin “Osmanlı neden hep devşirme kullandı da Anadolu çocuklarına sahip
çıkmadı?..” gibi anlamsız pek çok eleştiriye de bir cevap niteliği taşıdığı
muhakkaktır.
İstanbul-saray geleneği olarak tarif edebileceğimiz, eşsiz
bir insan kaynağı üreten bu dönemin şahidi olmak bir şans olarak önemliydi ve
Mustafa İzzet bunu en iyi kullananlardan biri olarak bizlere çok önemli eserler
ve hatıralar bıraktı.
“Ayasofya’nın
Nişânesi Kazasker Mustafa İzzet”in yazım serüveni
Doğu medeniyetinin yetiştirdiği önemli bir insan tipi olan
Kazasker Mustafa İzzet Efendi ile ilgili bu eserin kaleme alınabilmesindeki en
önemli gelişmeler 11 yıl önce 2009 yılının Nisan aylarında başlıyor.
“Geleneksel sanatlara ve Türk mûsikîsine biraz olsun merakı olan birinin
bile, Kazasker Mustafa İzzet ismini ve bazı önemli özelliklerini hayranlıkla
takip etmemesi imkânsız. Kültürel dokuya intibâ konusunda bu kadar geniş bir
ilgi uyandırabilecek bu önemli kişinin hayatı ve en önemlisi sanatı hakkındaki
merak, bir genci bu yola sürüklemez de ne yapar?..” sorusuna cevap
bulabilmek için merakını, bilgisini ve vefasını harmanlayarak 11 yıl boyunca
âdeta “iğne ile kuyu kazmış” yazar Murat Özer.
Bu “yitik hazine”nin
ortaya çıkarılma sürecinde moral bozucu şeyler yaşansa da “kazasker merakı”ndan
asla vazgeçmeyen Özer, İslambol fetih mâbedi Ayasofya’nın 85 yıl aradan sonra
aslına rücû ettirilmesinin ardından tarihe bir not düşmek adına “Ayasofya’nın Nişânesi Kazasker Mustafa
İzzet”i okuyucuyla buluşturabilmeyi başarmış.
Elhamdülillâh...
Maalesef kültür
hazinelerimizin farkında değiliz!..
Arap literatüründeki ismi ile “tabakât”, sonraki dönemde
“terceme-i hâl”, modern dilde ise bir biyografi yazmak; yazı türü içinde en
zorlanılan alanlardan biri olmuştur. Hem duygu, hem bilgi, hem de çıkarım
sağlayacak lâkin bir o kadar da kaynaklara atıf oluşturacak bir metin kaleme
almak kolay değildir.
Bütün bunları yazılmış, konuşulmuş bilgilerden toplamak
başta basit gibi görünse de Kazasker Mustafa İzzet gibi çok yönlü birinin
biyografisini yazmak âdeta “iğne ile
kuyu kazmak” demektir. Zira Osmanlı’nın modernleşme sürecinin en önemli
kırılmalarına “şâhit” olmuş bu hayat
hikâyesi, bir sanatçının ya da bir münevverin düşünce dünyasından öte bu
zamanın ruhunun özü olarak görülmelidir.
Sultan 2. Mahmud ile ilgili yazılmış akademik ve prestij
çalışmaların, makalelerin, hatta dönemin kültürel durumu ile ilgili kaleme
alınmış geniş bir tablo çizmeye niyet etmiş geniş spektrumlu analizlerin
Kazasker’e bir satır yer vermemesi ilginçtir. Buna karşılık olarak yazılmış
Kazasker Mustafa İzzet biyografilerinin içerisinde de dönemin tarihî
kişiliklerinden ilişkisel bazda bahsedilmeden, olaylardan ve insanlardan
herhangi bir tarihsel analiz uygulanmadan sadece kayda alma hassasiyeti
gösterilmesi elbette gerekli ama akademik gelişmeden uzaktır.
Üzülerek ifade etmek gerekir ki genel olarak sanat
tarihimizde, bir iki istisna haricinde, sadece Kazasker Mustafa İzzet için
değil pek çok sanatçı ve kültür hazinemiz için durum farklı değildir. Bütün
bunlarla birlikte Kazasker Mustafa İzzet hakkında birbirinden eşsiz evraklarla
desteklenmiş çok önemli çalışmalar yapılmış, makale ve yazılar kaleme alınmıştır.
Talip Mert’in
araştırmaları dönüm noktası niteliğinde
Kazasker Mustafa İzzet’le ilgili ilk metnin Tayyarzâde Ahmed
Atâ’ya ait Târih-i Atâ’da kaleme alındığı tespit edilebilmiştir. Atâ Tarihi
yanında Mustafa İzzet Efendi ile ilgili temel kaynak teşkil eden bir başka eser
ise, yine kendisiyle dönemdaş olan ve 1812’de Enderûn’a girerek 19 yıl burada
hizmet eden Çuhadâr Hızır İlyas Ağa’dır. Hızır İlyas Ağa’nın Vekâyi-i Letâif-i
Enderûniyye adını verdiği eserinde Mustafa İzzet Efendi ile ilgili de son
derece mühim notlar bulunmaktadır.
Mustafa İzzet Efendi’yle ilgili müşahhas kaynak teşkil eden
iki temel eserin yanında Vakânüvis Ahmed Lütfi Efendi’nin Târih-i Lutfî’si,
Mehmed Süreyyâ’nın Sicil-i Osmanî’si, Abdurrahman Şeref’in Târih Musâhabeleri
adlı eseri, Takvim-i Vekâyi nüshaları ile çeşitli arşiv belgeleri ve
envanterler de dönem genelinde Kazasker ile ilgili önemli bilgileri
barındırmaktadır.
Cumhuriyet dönemi ile birlikte tabii olarak uzun bir dönem
kimsenin dikkatini çekmemiş Mustafa İzzet Efendi hakkındaki ilk çalışma
İbnülemin Mahmud Kemâl İnal tarafından kaleme alınmıştır. 1960’lı yıllara
gelindiğinde Hüseyin Sıdkı Köker, ardından da Süheyl Ünver, Uğur Derman,
Muhittin Serin, Mustafa Kara, Erol Dönmez, Nurcan Toprak ve Rûşen Ferid Kam’ın
konu hakkındaki çalışmaları ile Kazasker literatürü devam etmiştir. İsmail
Hakkı Uzunçarşılı’nın önemli bazı çalışmalarında Mustafa İzzet’in hayatına dair
yeni bulgular ortaya konmuştur.
Bunların ardından üstâd Talip
Mert’in bu konudaki arşiv araştırmaları ve özellikle “Ayasofya Hattatı Kadıasker Mustafa İzzet Efendi” makalesi bir dönüm
noktasıdır. Talip Mert’in özellikle bu makalede belirttiği arşiv belgeleri
oldukça yeni bilgiler içermektedir. Eserde, birinci kaynak olarak kullanılan ve
istifade edilen bu evraklar Mustafa İzzet’in hayatının yazılanların ötesindeki
izlere kapı aralamıştır.
“Ayasofya’nın
Nişânesi Kazasker Mustafa İzzet” isimli
eserdetüm çalışmaların
yanında, Kazasker Mustafa İzzet’in hayatı boyunca yazmış olduğu hat eserlerinde
kullandığı imzaların izinde yürünerek,
onun biyografisini ve ötesinde sanat ruhunu anlamada en heyecan verici
detayların ortaya çıkmasına vesile olunmuş.
***
Büyük hattatımızı
rahmetle ve minnetle yâd ediyoruz
Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin, pek çok mimari tezyinat
yazısının yanında şu anda tespit edilebilmiş 370’in üzerinde sanat eserinde
imzası bulunur. Ayasofya’da bulunan ve üzerlerinde Allah lafzının, Hz. Peygamber’in,
Çehâr Yâr-i Güzîn’in ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin isimlerinin yazılı olduğu
levhalar ile kubbedeki Nûr Sûresi en devâsâ eserleridir.
Ayasofya, geçmişten bugüne mâbed vasfını ve havasını daima muhafaza etmişse, kuşkusuz bunda Mustafa İzzet Efendi’ye ait olan bu harikulâde hatların çok büyük payı vardır. Hatlarıyla Ayasofya’ya âdeta İslâm’ın mührünü vuran büyük hattatımızı minnet ve rahmetle yâd ediyoruz.
İşte modern zamanların kaosu içerisinde unuttuğumuz geleneğimizin böylesi kâmil bir aydını üzerinde çalışarak bize onu yeniden tanıtan başta Kuveyt Türk Genel Müdürü Ufuk Uyan olmak üzere, esere 11 yıllık ömrünü vakfeden yazar Murat Özer ve bu eserin mürekkebi kurumadan bize ulaşmasını sağlayan Excel İletişim’e teşekkür ediyoruz.