Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.61
Gram Altın
2978.25
BIST 100
9949.01
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Ekim 2020

Ayasofya'ya dünyanın en büyük imzasını atan hattat

Türkiye’de İş Bankası, Yapı Kredi Yayınları kültürel faaliyetler anlamında başat rol oynarken, diğer finans kurumlarının bu alanda fazla varlık göstermemesi, üzerinde durulması gereken bir konu. Bu eleştirimiz bâki kalmakla birlikte geçtiğimiz günlerde Kuveyt Türk Katılım Bankası Kültür Yayınları nâdide bir eserin daha ortaya çıkmasına katkı sağladı. Eser nâdide olmakla birlikte unutulmaya, kaybolmaya yüz tutmuş bir değerin hatırlanmasına kapı araladı.

Ayasofya’nın Nişânesi Kazasker Mustafa İzzet” isimli eserin sayfaları yitik bir hazine bulunmuşçasına çevrilmeye başlandığında vefa kokan şu ifade okuruna ‘hoş geldin’ diyor: “Medeniyetimizin yeniden inşâsı derdine ömrünü adamış, kültür dünyamızın kıymetli ismi merhûm Ahmed Halûk Dursun’a ithafen

Bu da gösteriyor ki, medeniyetler kapitalle değil; ancak inançla, ilimle, mimariyle, kültür ve sanatla inşa edilebilir.

***

Ayasofya ile bütünleşen şaheserlere imza attı

Eserin önsözünde, “Osmanlı’nın İstanbul’a, İstanbul’un ise tüm İslâm milletine remiz olmuş Ayasofya-i Kebîr Cami-i Şerifi’ne girdiğimizde bizi eşsiz bir hat eseri takımı karşılar. Çehâr Yâr-ı Güzîn Efendilerimizin isimlerine ek olarak âdet olduğu üzere İmâm-ı Hasan ve İmâm Hüseyin Efendilerimizin isimleri... Son levha olan İmâm-ı Hüseyin’in yazısının altında ise damla formunda bir imza var. Başlı başına bir sanat eseri olan bu muazzam imza aslında sadece yazıların hattatının değil, bu mâbedin İslâm fethine atılmış imzasının da bir hulâsasıdır. (Ketebehu’l-Hac Es-Seyyid Mustafa İzzet İmamu’s-sanili emiri’l-mü’minin Abdülmecid Han 1265. / Bu yazıyı Mü’minlerin emiri Abdülmecid Han’ın ikinci imamı Mustafa İzzet, 1849 senesinde yazdı.)

Dışarıdan bakıldığında dört farklı tarzdaki minareleri ve devasa kubbesi bu eşsiz yapıyı bize ait kılan alem ve işaretler olduğu gibi, içeri girildiğinde karşımıza çıkan bu muazzam hat eseri takımı da adeta ulu mâbedle bütünleşmiş ve onun ayrılmaz bir parçası ve nişanı olmuştur. İşte o imzanın sahibi, yayınlanmasına vesile olmaktan dolayı mutluluk duyduğumuz bu kıymetli esere konu olan büyük hattat, mûsikîşinas, neyzen ve mutasavvıf Kazasker Mustafa İzzet Efendi’dir.

Hat sanatına getirdiği özgün yorumla öncü bir isim haline gelen Kazasker Mustafa İzzet Efendi, aynı zamanda mûsikî alanında çok büyük eserlere imza atmış sanatkârdır. Bunun yanında önemli âlim ve birkaç Osmanlı sultanıyla yakından çalışmış saygıdeğer devlet adamıdır.

Dünyanın en büyük ölçülerine sahip olan Ayasofya’daki el işçiliği yazıların hattatı Mustafa İzzet Efendi’nin hayatını detaylı şekilde anlatan bu eser, Osmanlı münevverlerini anlama adına da önemli bir vazifeyi üstlenecektir” ifadelerini kullanıyor Kuveyt Türk’ün Genel Müdürü Ufuk Uyan.

***

imza,

“On parmağında on mârifet” olan Osmanlı münevveri

Kazasker Mustafa İzzet Efendi hakkında kelam edip, kalem oynatılacaksa eğer tam da burada işin ehli Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’a kulak kesilmek gerek.

Osmanlı münevverliğinin bir özeti niteliğindeki Mustafa İzzet Efendi tam bir “hezârfen” veyahut “câmiu’l-fünûn” denilen; yani ‘On parmağında on mârifet’ diye tabir edilen çok yönlü bir Osmanlı münevveri, entelektüelidir.

İlim tahsili için Kastamonu ilinin Tosya’sından İstanbul’a gelen Mustafa İzzet, Fatih Medreseleri’nde bir yandan Arapça, fıkıh gibi zâhirî din bilgisi öğrenimine devam ederken bir yandan da Kömürcüzâde Hâfız Efendi’den mûsikî meşk eder, hüsn-i hat ile ilgilenir.

Ondaki isti’dadı gören Hâfız Efendi aynı zamanda Sultan 2. Mahmud’un musâhiblerinden olduğundan, bir gün padişahın selâmlık merâsimi için geldiği Hidâyet Camii’ne talebesi Mustafa’yı da getirir ve ona meşk ettirdiği na’tı okutur. 13 yaşlarındaki bu talebenin sesini ve tarzını çok beğenen Sultan, eğitimiyle bizzat ilgilenmek ister. Her ne kadar parlak bir öğrenci olsa da yaşının küçük olmasından dolayı hemen Enderûn’a alınması mümkün olmaz. Ancak 19 yaşına geldiğinde Enderûn’a kabul edilir.

Kendisi de mûsikîşinâs ve bestekâr olan Sultan 2. Mahmud’un huzurunda yapmış olduğu acemaşîrân ney taksimi ile herkesi büyüleyen Mustafa artık hem sesiyle hem de neyiyle huzur fasıllarının aranan kimsesi olur. Hem böylesi icraları hem de çeşitli mekânlar için yazmış olduğu hatları vesilesiyle her geçen gün şöhreti artar ve pek çok defa ihsân-ı şâhâneye nâil olur.

Kimselere söyleyemese de Sultan’a ve devlet erbabına bu kadar yakın olmak ondaki derviş meşrebi rahatsız etmektedir. “Kurb-ı sultân âteş-i sûzân” misali oradaki havadan rahatsızdır. Zâhiren izzetli ve şerefli, makbul ve muteber bir hayat yaşarken bâtınen rûhaniyeti ve mâneviyâtı sıkıntıdadır. 1831 yılının Surre Alayı’yla beraber Hacca gitme izni alır. Şeyhi Kayserili Şeyh Ali Efendi ile beraber Mekke’ye vardıklarında şeyhinin de kendisinin de Nakşibendi-Müceddidi Şeyhi Abdullah-ı Dihlevî’nin halifelerinden Şeyh Muhammed Can Efendi’ye tecdid-i bey’at eder. O esnada 30 yaşlarında bulunan Mustafa İzzet Efendi bu şeyhin yanında seyr-ü sülûkunun kalan kısmını tamamlar. Medîne-i Münevvere’deki kutsal misafirlikten sonra vedâ ziyareti için son kez Ravza’ya gittiğinde şu dizeleri besteler:

Ey Habîb-i Kibriyâ v'ey matla'-ı nûr-i hüdâ, / Nûr-ı çeşm-i enbiyâ vü reh-nümâ-yı evliyâ. // Ümmetinden bir siyeh-rû âsiyem geldim sana, / El-amân ey melce-i ümmet Muhammed Mustafâ...” (Ey Allah’ın sevgilisi, güzelliklerin kaynağı, hidâyet nûru, / Cümle peygamberlerin gözünün nûru, Allah dostlarının mürşidi. // Ümmetinden bir günâhkârım, geldim sana, / Yardım eyle, ey Ümmetin sığınağı Muhammed Mustafâ...)

Cezbenin merkezinden misaller âleminde dönen Mustafa İzzet Efendi’nin bir türlü payitahta dönmek istemez. Bir müddet Mısır’da kalır. İstanbul’a döndüğünde ise artık saraydan uzak, sûfiyâne bir hayat yaşamaya sürdürür.

Fakat bir Ramazan günü, Beyazıt Camii’nde Özbek cübbesiyle kendini gizlemeye çalıştığı bir ikindi namazı vakti Sultan 2. Mahmud ile karşılaşmaları neticesinde, Mustafa İzzet Efendi’nin hayatında âdeta ikinci bir dönem başlar.

Derhal kûşe-i inzivâdan çıkar ve toplumsal vazifelerine geri döner. Fakat hiçbir zaman iç gömleği olan dervişlikten vazgeçmez. Padişahlara kabiliyetleri nisbetinde hocalık eder. Şehzâdelere dinî ilimler ve sanat muallimliği yapar. Ser-müezzinlik, ser-imamlık yapar. Dinî meselelerin en üst düzey mercii olan kazaskerlik makamında bulunur. Binâenaleyh Dîvân-ı Hümâyun üyesidir ve seyyid olduğu için bir dönem nakîbü’l-eşraflık makamında da bulunur.

Parlamenter sistemdeki milletvekilliğine benzer Meclis-i Hass-ı Vükelâ üyesi olur. Bu resmî görevlerinin yanı sıra dönemin mühim şairlerinin iştirak ettiği Encümen-i Şuarâ’nın ve derviş meclislerinin müdavimidir.

75 yıllık hayatının son günlerinde tahta çıkan Sultan 2. Abdülhamid’e biat ettikten iki buçuk ay sonra, 15 Kasım 1876 tarihinde âlem-i cemâle göçer. Tophane’deki Kadirî Âsitânesi’nde dedesi Şeyh İsmail Rûmî Efendi’nin yanına defnedilir.

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin ruhuna öyle bir dokunuyor ki, hayran kalmamak mümkün değil.

***

Ayasofya, Allah lafzı

Osmanlı neden Anadolu çocuklarına sahip çıkmadı?!..

Bu ifadelerin arkasından “giriş” yapan ve eserin bitimine kadar emeğini, ilgisini ve bilgisini hiç esirgemeyen yazar Murat Özer devreye giriyor.

Yargının başı olarak ifade edilen kazasker (kâdîasker); seyyidlerin baş sorumlusu/temsilcisi olarak tarif edilebilecek nakîbü’l-eşrâf; Osmanlı mûsikî tarihinin en önemli üç ney virtüözünden biri olan ve dönemin kutbu’n-nâyîsi olarak taltif edilen bir neyzen; makam terkip edecek seviyede bir bestekâr ve hânende; Eyüp Sultan Camii kürsüsünde vaaz edecek bir vâiz ve padişaha özel imamlık yapacak seviyede bir İslâm âlimi; devlette sayısız görevlerinin yanında hat sanatı tarihinin kendi yüzyılındaki en önemli isimlerinden birisi olan ve yazıları Ayasofya’yı İslâm nişânıyla süsleyecek seviyede bir hattat. İşte Mustafa İzzet’in, Kastamonu’dan İstanbul’a, Mekke’den Mısır ve Suriye’ye uzanan hayatına sığdırabildiği başlıca vasıfları bunlar.

Osmanlı Devleti Enderûn eğitim geleneğinin dürr-i yektâ bir ismi olarak özetlenebilecek Kazasker’in hayat hikâyesinin “Osmanlı neden hep devşirme kullandı da Anadolu çocuklarına sahip çıkmadı?..” gibi anlamsız pek çok eleştiriye de bir cevap niteliği taşıdığı muhakkaktır.

İstanbul-saray geleneği olarak tarif edebileceğimiz, eşsiz bir insan kaynağı üreten bu dönemin şahidi olmak bir şans olarak önemliydi ve Mustafa İzzet bunu en iyi kullananlardan biri olarak bizlere çok önemli eserler ve hatıralar bıraktı.

“Ayasofya’nın Nişânesi Kazasker Mustafa İzzet”in yazım serüveni

Doğu medeniyetinin yetiştirdiği önemli bir insan tipi olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi ile ilgili bu eserin kaleme alınabilmesindeki en önemli gelişmeler 11 yıl önce 2009 yılının Nisan aylarında başlıyor.

Geleneksel sanatlara ve Türk mûsikîsine biraz olsun merakı olan birinin bile, Kazasker Mustafa İzzet ismini ve bazı önemli özelliklerini hayranlıkla takip etmemesi imkânsız. Kültürel dokuya intibâ konusunda bu kadar geniş bir ilgi uyandırabilecek bu önemli kişinin hayatı ve en önemlisi sanatı hakkındaki merak, bir genci bu yola sürüklemez de ne yapar?..” sorusuna cevap bulabilmek için merakını, bilgisini ve vefasını harmanlayarak 11 yıl boyunca âdeta “iğne ile kuyu kazmış” yazar Murat Özer.

Bu “yitik hazine”nin ortaya çıkarılma sürecinde moral bozucu şeyler yaşansa da “kazasker merakı”ndan asla vazgeçmeyen Özer, İslambol fetih mâbedi Ayasofya’nın 85 yıl aradan sonra aslına rücû ettirilmesinin ardından tarihe bir not düşmek adına “Ayasofya’nın Nişânesi Kazasker Mustafa İzzet”i okuyucuyla buluşturabilmeyi başarmış.

Elhamdülillâh...

Maalesef kültür hazinelerimizin farkında değiliz!..

Arap literatüründeki ismi ile “tabakât”, sonraki dönemde “terceme-i hâl”, modern dilde ise bir biyografi yazmak; yazı türü içinde en zorlanılan alanlardan biri olmuştur. Hem duygu, hem bilgi, hem de çıkarım sağlayacak lâkin bir o kadar da kaynaklara atıf oluşturacak bir metin kaleme almak kolay değildir.

Bütün bunları yazılmış, konuşulmuş bilgilerden toplamak başta basit gibi görünse de Kazasker Mustafa İzzet gibi çok yönlü birinin biyografisini yazmak âdeta “iğne ile kuyu kazmak” demektir. Zira Osmanlı’nın modernleşme sürecinin en önemli kırılmalarına “şâhit” olmuş bu hayat hikâyesi, bir sanatçının ya da bir münevverin düşünce dünyasından öte bu zamanın ruhunun özü olarak görülmelidir.

Sultan 2. Mahmud ile ilgili yazılmış akademik ve prestij çalışmaların, makalelerin, hatta dönemin kültürel durumu ile ilgili kaleme alınmış geniş bir tablo çizmeye niyet etmiş geniş spektrumlu analizlerin Kazasker’e bir satır yer vermemesi ilginçtir. Buna karşılık olarak yazılmış Kazasker Mustafa İzzet biyografilerinin içerisinde de dönemin tarihî kişiliklerinden ilişkisel bazda bahsedilmeden, olaylardan ve insanlardan herhangi bir tarihsel analiz uygulanmadan sadece kayda alma hassasiyeti gösterilmesi elbette gerekli ama akademik gelişmeden uzaktır.

Üzülerek ifade etmek gerekir ki genel olarak sanat tarihimizde, bir iki istisna haricinde, sadece Kazasker Mustafa İzzet için değil pek çok sanatçı ve kültür hazinemiz için durum farklı değildir. Bütün bunlarla birlikte Kazasker Mustafa İzzet hakkında birbirinden eşsiz evraklarla desteklenmiş çok önemli çalışmalar yapılmış, makale ve yazılar kaleme alınmıştır.

Talip Mert’in araştırmaları dönüm noktası niteliğinde

Kazasker Mustafa İzzet’le ilgili ilk metnin Tayyarzâde Ahmed Atâ’ya ait Târih-i Atâ’da kaleme alındığı tespit edilebilmiştir. Atâ Tarihi yanında Mustafa İzzet Efendi ile ilgili temel kaynak teşkil eden bir başka eser ise, yine kendisiyle dönemdaş olan ve 1812’de Enderûn’a girerek 19 yıl burada hizmet eden Çuhadâr Hızır İlyas Ağa’dır. Hızır İlyas Ağa’nın Vekâyi-i Letâif-i Enderûniyye adını verdiği eserinde Mustafa İzzet Efendi ile ilgili de son derece mühim notlar bulunmaktadır.

Mustafa İzzet Efendi’yle ilgili müşahhas kaynak teşkil eden iki temel eserin yanında Vakânüvis Ahmed Lütfi Efendi’nin Târih-i Lutfî’si, Mehmed Süreyyâ’nın Sicil-i Osmanî’si, Abdurrahman Şeref’in Târih Musâhabeleri adlı eseri, Takvim-i Vekâyi nüshaları ile çeşitli arşiv belgeleri ve envanterler de dönem genelinde Kazasker ile ilgili önemli bilgileri barındırmaktadır.

Cumhuriyet dönemi ile birlikte tabii olarak uzun bir dönem kimsenin dikkatini çekmemiş Mustafa İzzet Efendi hakkındaki ilk çalışma İbnülemin Mahmud Kemâl İnal tarafından kaleme alınmıştır. 1960’lı yıllara gelindiğinde Hüseyin Sıdkı Köker, ardından da Süheyl Ünver, Uğur Derman, Muhittin Serin, Mustafa Kara, Erol Dönmez, Nurcan Toprak ve Rûşen Ferid Kam’ın konu hakkındaki çalışmaları ile Kazasker literatürü devam etmiştir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın önemli bazı çalışmalarında Mustafa İzzet’in hayatına dair yeni bulgular ortaya konmuştur.

Bunların ardından üstâd Talip Mert’in bu konudaki arşiv araştırmaları ve özellikle “Ayasofya Hattatı Kadıasker Mustafa İzzet Efendi” makalesi bir dönüm noktasıdır. Talip Mert’in özellikle bu makalede belirttiği arşiv belgeleri oldukça yeni bilgiler içermektedir. Eserde, birinci kaynak olarak kullanılan ve istifade edilen bu evraklar Mustafa İzzet’in hayatının yazılanların ötesindeki izlere kapı aralamıştır.

“Ayasofya’nın Nişânesi Kazasker Mustafa İzzet” isimli eserdetüm çalışmaların yanında, Kazasker Mustafa İzzet’in hayatı boyunca yazmış olduğu hat eserlerinde kullandığı imzaların izinde yürünerek, onun biyografisini ve ötesinde sanat ruhunu anlamada en heyecan verici detayların ortaya çıkmasına vesile olunmuş.

***

Büyük hattatımızı rahmetle ve minnetle yâd ediyoruz

Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin, pek çok mimari tezyinat yazısının yanında şu anda tespit edilebilmiş 370’in üzerinde sanat eserinde imzası bulunur. Ayasofya’da bulunan ve üzerlerinde Allah lafzının, Hz. Peygamber’in, Çehâr Yâr-i Güzîn’in ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin isimlerinin yazılı olduğu levhalar ile kubbedeki Nûr Sûresi en devâsâ eserleridir.

Ayasofya, geçmişten bugüne mâbed vasfını ve havasını daima muhafaza etmişse, kuşkusuz bunda Mustafa İzzet Efendi’ye ait olan bu harikulâde hatların çok büyük payı vardır. Hatlarıyla Ayasofya’ya âdeta İslâm’ın mührünü vuran büyük hattatımızı minnet ve rahmetle yâd ediyoruz.

İşte modern zamanların kaosu içerisinde unuttuğumuz geleneğimizin böylesi kâmil bir aydını üzerinde çalışarak bize onu yeniden tanıtan başta Kuveyt Türk Genel Müdürü Ufuk Uyan olmak üzere, esere 11 yıllık ömrünü vakfeden yazar Murat Özer ve bu eserin mürekkebi kurumadan bize ulaşmasını sağlayan Excel İletişim’e teşekkür ediyoruz.